"Evlenmeden önce, çocuk yetiştirmekle ilgili 6 teorim vardı. Şimdi 6 çocuğum var ve hiçbir teorim yok!" Bu sözlerin sahibi 1600’lü yıllarda yaşamış bir İngiliz kontu, John Willmot. Aslında, çağlar, statüler, şartlar değişse bile ebeveyn olmanın yarattığı nasıl da ortak bir çatı var. Yüzyıllardır değişen akımlar, “O yanlıştı, doğrusu bu" denilen yöntemler, çocuk yetiştirmeye dair tüm fikirler, teoriler bir yana, hepsi siz ebeveynler için destekleyici olsa da, onların ötesinde bir şeyi gözden kaçırmamak gerek, içgüdüleriniz! Her kilidin ortak anahtarı, neyle karşılaşmış olursanız olun, durun, dinleyin. Önce çocuğunuzu, sonra kendi iç sesinizi. Bu yaşanan durum bana ne mesaj veriyor, ne anlatmak istiyor diye sorun. Elinizde daimi rehberiniz olabilecek iki aracınız var: kendiniz ve çocuğunuz.
Bir Rehber Olarak Çocuk
Çocuğunuz, davranışlarıyla, sözleriyle, hoşunuza giden ve gitmeyen yönleriyle, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, size neye ihtiyacı olduğunu, neyin ona iyi gelip gelmediğini aktarabilir, gerekli durumlarda alarm verebilir ve bunu da çok doğal bir akış içinde kendiliğinden yapar. Örneğin, "Son zamanlarda bir takıntısı meydana çıktı…" dediğiniz, dikkatinizi çeken her türlü davranışı, çocuğunuzdan size iletilen bir posta olarak düşünebilirsiniz. Altında neyin yattığını anlamak için, fikir yürütmekten önce ona kulak verin, bolca dinleyin, tamamen onun gözünden ne olup bittiğini anlamaya çalışmak en temel adım olacaktır. Görünene değil de altında yatana odaklandığımızda ve orada bir çözülme olduğunda, zaten yüzeydeki davranış kendiliğinden ortadan kalacaktır, çünkü artık iletmesi gereken mesaja dair sorun hallolmuştur ve ona ihtiyaç yoktur. Görünüşte manasız gelen takıntı dediğiniz davranışlar, kapıları açık bırakma/kapatma ihtiyacı, yalnız uyuma korkusu, karanlık türü fobiler, tik gibi kendini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlar, öfke patlamaları, yoğun kaygı hali gibi onlarca örneği olabilecek her türlü durumu bu bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Baş edemediğinizi hissettiğiniz noktada profesyonel yardım almak elbette çok yerinde bir karar. Ama belki de biraz üzerine eğilerek hallolabilecek bir durumla karşı karşıyasınız, bunu da gözardı etmemek gerek. Çocuğunuz neden bu veya benzeri davranışlar sergiliyor olabilir? Bu, cevabını çocuğunuzla birlikte arayacağınız bir soru.
Açık Uçlu Sorular
Onu belli düşüncelere ve olasılıklara kanalize etmektense açık uçlu sorular kullanmaya ve duygularına ayna tutmaya özen gösterin. "Yatma vakti gelince odanda yalnız kaldığında neler hissediyorsun?”, “Işıklar kapanıp karanlıkta kaldığında aklından neler geçiyor?”, “Bu durumu düşünüyorum da, zorlamıyor olmalısı.”,
Bir Rehber Olarak Ebeveyn
Ve gelelim size, yani ebeveynlere. Başta da dediğimiz gibi, sizler de sorunları çözümlemedeki daimi araçlardan birisiniz. Peki ama nasıl? Bunu en basit haliyle şöyle düşünebiliriz. Siz bir modelsiniz, ve bu modelin yaptıkları, söyledikleri, ortaya koyduğu herşey ‘sünger gibi’ dediğimiz bir şekilde çocuk tarafından emiliyor. Kısacası, sizin nasıl öfkelendiğiniz, öfkelenince nasıl sakinleştiğiniz, üzüntünüzü nasıl yaşadığınız, insanlarda ne çeşit ilişkiler kurduğunuz, ne içtiğiniz, ne yediğiniz, kitap okuyup okumadığınız, ve bu listede uzayıp gidebilecek onlarda faktör, hepsi evinizdeki adeta küçük insanı olan çocuğunuz tarafından gözlemleniyor, işleniyor ve içselleştiriliyor.
Gelin örneklendirelim: çocuğunuzun kitap okuma alışkanlığı olsun istiyorsunuz ama o bunun yerine tabletle, televizyonla daha çok vakit geçirmeyi tercih ediyor ve aranızda devamlı bir çatışma hali yaratıyor. Bu noktada, kendinizi kullanın. Anne, baba ve çocuk ortak olarak anlaşılan bir okuma saati iyi bir fikir olacaktır. Çocuğunuzun kitabını alıp yan yana ona okumaktan bahsetmiyoruz, herkesin kendine ait kitabı eline alarak okumaya koyulduğu bir okuma saati olmalı. Bu ortak saatte çocuk sizin nasıl dış dünyanıza sınır koyarak, ilginizi çeken, sizi besleyen bir aktiviteyi yapabildiğinizi ve kitap okumaktan nasıl keyif alabildiğinizi özümsemiş olacak. Siz telefonunuzdan, sosyal medyadan veya gündelik işlerinizden bir saat dahi kendinizi alamazken, bunu yapmasını çocuğunuzdan beklemek haksızlık olur.
Aynı örnek duyguları ifade etmek ve eyleme koyabilmekle ilgili de geçerli. Siz öfkenizle ne yapıyorsunuz? Siz nelere kaygılanıyorsunuz? Kaygılanınca ne tür davranışlar sergiliyorsunuz? Bu, çocuğunuz öfkelendiğinizi, bağırdığınızı görmemeli anlamına gelmez. Aksine, öfkenizi nasıl ifade ettiğinizi, bir başkasına ya da kendinize zarar vermeden bu duyguyu nasıl yaşadığınızı görmeli. Ve daha önemlisi, öfkenizi regüle edip yavaş yavaş tekrar sakinleşebildiğinizi görmeli.
Çocuk şunu görür, demek ki insanlar öfkelebilir, hatta en sevdiklerine bile, bağırabilir, bazen kırıcı olabilir, ama daha sonra hem kendini yatıştırabilir, hem de kırdıklarını tamir edebilir. Bu ona vereceğiniz bütün öğütlerden daha kıymetli.
Buna benzer şekilde, aksadığını hissettiğiniz taraflarınızla ilgili kendi üzerinizde çalışarak üstesinden gelebildiğinizde çocuğunuzun sizinle aynı yolu izlemesi kolaylaşacaktır. Duygularını düzenleyebilen, sorumluluklarına, hedeflerine değer veren ve onları yerine getirme konusunda gayretli olan bir ebeveyn, çocuğu için oldukça iyi bir model.
Unutmayalım ki, çocuk, vermediğiniz bir şeyi alamaz. Ondan bir şey beklerken bunu ona daha önce sunup sunmadığınızı, o beklediğiniz davranış her ne ise onu verip vermediğinizi iki kere düşünün…
Uzm. Psk. Duygu Karaer
Facebook: Sosyal Çocuk Atölyesi
Instagram: sosyalcocukatolyesi
www.sosyalcocukatolyesi.com