Birçok kişi Ümmiye Anne'yi Ronaldo ile oynadığı reklam filminden sonra tanıdı. New York Avrasya Film Festivali’nde ‘Sinemada En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı’ ödülünü alan ‘Yün Bebek’ filminin yazarı, yönetmeni ve Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'nun kurucusu Ümmiye Koçak’ın birçok başarısı var. Ümmiye Anne ile şimdiye kadar yapılan röportajlarından çok daha farklı bir röportaj gerçekleştirdik. Toplumda fark yaratan üstün yetenekli erişkin bireylerle yaptığım “Aykırı Zihinler” röportaj serisi kapsamında gerçekleştirdiğimiz röportajda, Ümmiye Anne'nin çocukluğunu, ailesini, yetişme tarzını, evliliğini, düşünsel süreçlerini bir hekim bakış açısıyla sorgulayarak ele almaya çalıştım. Her cümlesine hayran kaldığım bu farklı zihinin ürettiklerine mutlaka kulak verin. Buyrunuz okumaya…
Biraz bize büyüdüğün ortamdan bahseder misin? Ev içindeki rollerden kardeşlerinden, anne ve babanın tutumlarından?
Ben Adana’nın Çelemli köyünde 10 çocuklu bir ailenin 6. çocuğu olarak dünyaya gelmişim. O kadar özgür ve serbest büyüdüm ki, tabi özgürlük deyince özgürlüğün ucu çok açık her tarafa gidebilir ama ben şöyle özgür büyüdüm, şöyle kendimi serbest hissettim güzel yavrum; istediğimi yaptım, engellenmedim, hiçbir şekilde engellenmedim. Çünkü aşırı yaramazdım. Şimdiki annelere yapsam mümkün değil dayanamazlardı herhalde. Bakardım ki anam bütün komşularla pekmez kaynatıyor, ben de kendimden büyüklerimi ve küçüklerimi organize ederdim, sen tencere getir, sen şunu getir diye, haydi bakalım biz de evin öbür tarafında pekmez kaynatırdık. Karpuz zamanı karpuz pekmezi, dut zamanı dut pekmezi yapardık. Yapıyormuş gibi değil, gerçekten yapardık. O zamanlar 10-11 yaşlarındaydım.
Anneniz kızmaz mıydı hiç?
Annem fark ederdi ama ben yaramazlığı yaptıktan sonra kaçardım. Kahve önüne kaçardım. Neden kahve önüne kaçardım. O zamanlar bir şeyi keşfetmiştim. Kahvenin önüne kadınların gitmesi ayıptı, dedikodu olurdu. Ben yaramazlığı yapıp kahve önüne kaçınca annem o sebepten gelemezdi. Eve geldiğimde ise annem unutmuş olurdu ya da unutmuş gibi davranırdı. Anam derdi ki; peynir yapıp cam kavanozlara koyardı, üstünü kapardı iyice, çünkü açınca bozulurdu. En büyük ablama ise tembih ederdi. Sakın ellemeyin kızım bunlar kışlık diye. Anam öyle dedi ya, içimden bir şey beni dürterdi. Git onu ye, git onu aç. Anlatılacak gibi değil o içimdeki his, mutlaka yapmam için beni teşvik ediyor. Gider açardım kavanozu, yemezdim bile, ısırıp atardım. Sırf yapma dediler diye yapardım. Sonra anam der di ki, ah aah Ümmiye bu yine senin hışmından gitti, yine açmışsın bunları. Ama dediğim gibi kurtuluşum kahve önleriydi. Hemen oraya kaçardım.
Benim zamanımda yamalık bohçalar altın değerindeydi yavrum, çok kıymetliydi. Çünkü seneden seneye kıyafet alınır, o da yırtılır zaten, yamalık bohçasından yamanır, kendi parçası kalmazdı bile. Ama ben anamdan yamalık bohçasını çalardım. Büyük büyük parçalar alıp bebek yapardım. Yarım kiloluk zeytinyağı tenekelerini masa yapar, onlara örtü dikerdim. Etrafına kibrit çöpünden oyuncaklar yapardım. Komşumuzun kızı vardı engelli. Ona giderdim, o bana yardım ederdi. Böylece dikiş dikmeyi öğrenirdim. Lokum sandıklarından ev yapardık. Ama her şeyi hayal gücümle yapardım. Biz 8-10 çocuk nar bahçelerinde oynardık ama anam her gün gelir kontrol ederdi. Lokum sandıklarına bakardı. Bizim olmayanları anlardı ve sorardı, bunu nerden buldunuz diye. Ana Nazmiye’yle değiştim derdim mesela ama o yine de kontrol ederdi, gider Nazmiye’ye sorardı. O parça bizden mi değil mi bilirdi. Sonra sonra annemin bu hareketini anladım. Bize dürüstlüğü öğretti. Bazı aileler çocuklarını yaramazlık yaptığında döverdi. Ben hiç ama hiç şiddet görmedim. Yaramazlık da yapsam, eve şikayete de gelseler kızmazdı bize. Şikayete gelene babam derdi ki; onlar çocuk ne olacak, çocuktur yapar sen hiç mi yapmadın yahu.
Annemle babamın ilişkisi de çok güzeldi. Babam annemi el üstünde tutardı. Bir demir kapımız vardı. Demir kapının sürgüsü açılınca annem hemen babam geldi diye heyecanlanırdı. O kadar birbirlerine bağlılardı ki anam of dese babam onu Ankara’ya doktora götürürdü. Çok önemserdi.
Biz 9 kardeş büyüdük ama kavga gürültü bilmeyiz. Benim babam hep kız çocuklarını ön planda tutardı. Abim bizi arabayla Ceyhan’a sinemaya götürürdü, sanatçılar gelince onları görmeye giderdik. Babam çok ileri görüşlüydü, bunlara hep izin verirdi.
Diğer kardeşlerin içerisinde senin gibi aykırı olan, farklı bir şeyler yapan var mı?
Aslına bakarsanız benim abim çok zeki bir adamdı. Beni o yetiştirdi. O zamanlarda sınavlara çalışanlara hep o yardım ederdi. Kaç tane üniversite bitirdi. Çok farklı bir zekası vardı. İkinci sınıftan başladı okula. Okuldayken de bir alt sınıflara öğretmenlik yapardı hep. Askere gittikten sonra babam ona yazıhane açtı, on parmak daktilo yazardı. Çok fazla kitap okurdu. Sonra psikolojisi bozuldu. Babam onu doktora götürdü. Doktor da demiş ki bu çocuk çok üstün zekalı, fazla kitap okutmayın hastalığını tetikler. Babam da kitaplarını elinden aldı. Bu defa içine kapandı ve şizofren oldu. Ama şu an bile aklı başına geldiği zamanlarda kimsenin yapamayacaklarını yapabiliyor. Ablam da hiç okula gitmeden okuma yazmayı öğrendi. Kız kardeşim de öyle. Kimse onların okula gitmediğine inanmaz. Çünkü çok kitap okurlar, bilgilidirler. Hepsi Adana’da ev hanımı şimdi. Ben biraz daha farklıydım onlardan. Abime benzerdim. Abim beni yetiştirmek için çok uğraştı. Derdi ki; ben hayallerime kavuşamadım ama sen hayallerine kavuşacaksın bacım. İlkokula giderken bana İngilizce öğretmişti. Herkesten iyi İngilizce bilirdim. Kız çocukları okula gitmiyordu. Ben de camiden anons edilince ilkokula gittim ama o kadarla kaldı. Ortaokula gidemedim. Her evden bir kız çocuğu gidecek, gitmezse anne-baba ceza alınacak dendiği için beni gönderdiler. Öğretmenler eve çok geldi benim için. Bu kız harcanmasın, çok zeki dediler ama tabuları kırmak hiç kolay değil yavrum. Babam her ne kadar "Ben kendime kızını okula göndertti dedirtmem" dese de köyde hep ilkleri başlatmıştır. Kimse sinemaya gitmezken biz giderdik. Biz farklıydık biraz, giyimimiz kuşamımız da farklıydı.
Anne ya da babanın ya da ailede başka birilerinin farklı diyebileceğin uğraş ya da başarıları var mı?
Hiç yok. Hiçbir şeye cesaret edip de atak yapmadılar. Mesela benim erkek kardeşimin elinden tutulmuş olsaydı çok güzel sesi vardır, gırtlak yapısı çok güzeldir. Yumurtalık'ta balıkçılık yapıyor, orada akşamları bir yerlerde söylüyor. Ama elinden tutulmuş olsaydı daha farklı olurdu. Ablamın da sesi çok güzel. Sanat var ailede ama profesyonel olarak yok.
Hayat bir taraflara alıp götürüyor ama hiç kimse istediği yerde değil aslında. Ama ben de diyorum ki hangi yaşta olursanız, hangi meslekten olursanız olun içinizde kalan bir şey varsa tiyatro yapın. Tiyatro yaparsanız o karakteri oynarsınız zaten.
Annen ya da ailenin diğer fertleri çocukken seni nasıl tanımlarlardı? Farklı olduğunu ifade eden olmuş muydu? Farklılıklarından dolayı bastırılmışlıklar yaşadın mı?
Annem derdi ki "Bu kızın şeytanla anlaşması var, her şeyi biliyor". Bir yaramazlık olsa her şey senin hışmından derdi, çünkü aşırı yaramazdım. Ama onları çok kızdırırdım. Babam ise çok otoriterdi. Çok severdi ama okşayıp sevmedi. Babam hep mesafeliydi. Sevgisini başka türlü hissettirirdi ama. Hiçbir şeyimizi eksik etmezdi. Bize asla bağırmazdı. Kızları çok önemserdi. Kız çocuklarını el üstünde tutardı.
Hayatındaki ilk sorgulamaların kaç yaşında ve nasıl başladı, neleri sorgulardın?
Neden erkek çocukları okula gidiyor da kız çocukları gidemiyor? Allah bizi de yaratmış, onları da yaratmış. Neden, onların farkı ne? Bunları düşündüğümde 7-8 yaşlarındaydım. Camiden yapılan anonsla okula gitmeye başladım ve ilkokuldan sonrasını okumayacağım, onu da biliyordum. Sonra hep sordum kendime "Allahım neden? Beni de sen yarattın, abilerimi de sen yarattın. Benim bir arızam ya da eksiğim yok. O zaman ben neden okumaya devam edemiyorum. Neden ortaokula gidemiyorum". Başka şeyler de düşünürdüm. "Neden kahvenin önünden kadınlar geçmiyor? Neden çocukken gidiyor da büyüdüğünde gidemiyor. Anam da bir zamanlar çocuktu ve kahvenin önünden geçebilirdi, şimdi neden geçemiyor? Neden ayıp? Ben de çocuğum şimdi gidiyorum ama büyüdüğümde anam gibi mi olucam?" Hep sorgulardım bunları. Ve çok sinirlerdim bu duruma.
Varoluşunu sorguladın mı hiç? Belli bir anlam yükledin mi?
Bunu çok sorguluyorum ben. Diyorum ki; ey kurban olduğum Allahım sana binlerce şükürler olsun beni bu dünyaya gönderdin, mutlaka bir sebebi vardır. O zaman sen bu görevlerimi içimden bana hissettir ki ben de bu insanoğluna elimden gelen güzel şeyleri yapayım. Ama sen bana yol göster. Mutlaka bir nedeni niçini var. Ben bu dünyaya boşa gelmedim. Yüce Allahım beni bir sebepten gönderdi. Herkesin bir varoluş nedeni var. Ben içgüdülerimle hareket ediyorum ve yaklaştığımı hissediyorum. Demek ki varoluş nedenim buymuş, yaptıklarımmış. Ben hissediyorum ve bu hisle hareket ediyorum. Herkes yürekten isterse bunu hisseder, varoluş nedenini hisseder. Hissedin, seni bu dünyaya getiren Cenab-ı Allah sana bunu hissettiriyor ve yapmak istediklerinin yolunu açıyor. Ben bu dünyaya gelmeden kalmadım, gitmeden de kalmayacağım. O zaman neden güzel şeyler yapmayayım? Neden kalıcı şeyler yapmayayım? Öldükten sonra neden arkamdan güzel şeyler bırakmayayım? Buraya boşa gelmedim ben, mutlaka bir varoluş nedenim var.
Yol yolu açtı ve şimdi de bu noktaya kadar geldin. Bundan sonrası için bir hedefin var mı yoksa yine iç sesinle mi ilerleyeceksin?
Ben yine iç sesimle ilerliyorum. Beni daha güzel yerlere götürecek ama şöyle bir şey var. Asla kimseye söylemiyorum ama benim iç sesimle bir anlaşmam var ve o beni çok daha güzel yerlere getirecek. Gerçekten çok büyük hayallerime kavuşacağım. Ve bu da şu anki yaptıklarımdan çok daha güzel şeyler olacağına inanıyorum.
Çocukluğunda kurduğun hayalleri hatırlıyor musun? Biraz anlatır mısın?
Hep hayal kurardım. On üç yaşında ise hayallerimi öykü olarak yazdım. Hayal kurdum ve bunu öyküye dönüştürdüm. Çocukluğumdan beri hayal kuruyorum ama hayalperest değilim. Hayal kurmak ve hayalperestlik farklıdır. Evden çıkmadan 24 saat hayal kurarsan bu hayalperestliktir. Hayallerini gerçekleştirmek için dışarı çıkman lazım yavrum. Çalışacaksın, hayallerini öyle elde edeceksin. Önce kendini tanıyacaksın. Kendini sorgula. Kendini tanıyıp sorguladıktan sonra ne istediğine karar ver. Ondan sonra o yolda ilerlemek için çok çalış, mücadele et. Yıkıldıkça kalk. Çünkü biliyorsun artık, bunu istiyorsun. Daha güçlü kalkacaksın. Sen kendini tanımazsan, ne istediğini bilmezsen karşı tarafa kendini ifade edemezsin. O zaman ne olur biliyor musun? Sen başkasına kendini anlatamazsan, başkası sana nasıl yardımcı olsun? Olmuyor. Her zaman ilk karşılaşmalar çok önemli. Ben çocukluğumdan beri kendimi iyi tanıdığım için kendimi karşımdakine iyi ifade edebildiğimi ve kendimi anlatabildiğimi düşünüyorum. Çocukken insanlara yardım ettiğimde takdir ediliyordum, seviliyordum. Başarmanın mutluluğunu o zamandan tatmıştım. Bunu isteyerek yapıyordum. Daha fazla okuyup yazarsam daha fazla takdir edilip başarı kazanacağımı biliyordum. Okumayı o yüzden çok istiyordum. Diplomasız da okuyabilirsiniz. Daha sonra bunu fark ettim. Fark ettikten sonra da hep okudum. Hep bunun için de mücadele ettim. Diploma mevki sahibi yapar ama insan olmak başka bir şey. Vicdan çok önemli. Bu da Allah’ın verdiği bir his, bir duygudur. Bu da ailede ortaya çıkar. Aile çok önemli. O içindeki varoluşu çıkarabilmen için anne sevgisi, aile birlikteliği çok önemli.
Ben çocukların düşüncelerinin özgür bırakılmasından yanayım. Asla ben yemedim yesin, ben giymedim giysin, ben yapmadım yapsın şeklinde düşünmedim. Düşünce özgürlüğü bunların hepsinden önemlidir benim için. Ben hep özgür büyüdüm.
Ama baktığımız zaman çok da büyük özgürlüklerin yok. Her şeyi çok çabalayarak ve zorluklara karşı yapmışsın.
Ama ben aile sevgisi gördüm. Ben hiç şiddet görmedim. Çocuklara “Yok onu elleme!” ya da “Sus!” denilir ama bana bunlar söylenmedi. Bana düşünce özgürlüğü verildi. Daha önemlisi var mı? Tabi ben de geçmişe dönüp baktığımda bende de bir farklılık olduğunu gördüm. Cesaretim var. Hatta aşırı derecede cesaretim var. Ama eğer küçükken annem ben kabahat işlediğimde beni bastırsaydı, o cesaret körelirdi. Bu yüzden cesaretim giderek arttı. Evlendim eşim tarafından da köreltilmedi.
Evet sanırım o büyük bir şans. Maalesef ki tüm dünya üzerinde kadınlar genelde eşleri tarafından bastırılırlar. Eşinin yaptıkları ile gurur duyan bir erkeğe rastlamak zordur.
Altıncı hissim çok kuvvetli herhalde. İnsanlara baktığımda hissedebiliyorum. Eşimi kendim seçtim ben. Görücü usulü ama yine de kendim seçtim. Çünkü neden? Babam hiç istememişti ama ben hayır ben evleneceğim dedim. Babamın istememesinin nedeni uzak olmasıydı. Adana’dan Mersin’e gitmemi istemedi. Mersin Arslanköy’ü beğenmedi babam, vermem ben kızımı dedi. Ben de anneme ana ben onunla evleneceğim dedim. Babam yokken geldiklerinde kabul ettik. Babamın haberi yoktu. Dedim ki bu hayat benim, bu kişiyle ben yaşayacağım babam kabul etmese de karar benim.
İşte tamam bence bahsettiğin koşullarda bu özgürlük, haklısın…
Sonra babam bana küstü, elini öptürmedi. Ama tabi sonra düzeldi.
Özgürlük sence nedir ve senin için önemi nedir?
Özgürlük kafanın içindekini hayata geçirebilmektir. Ben bunu hep yaptım. Çünkü kafanın içindekini hayata geçirebildiğin zaman özgür ve mutlu hissediyorsun. Bana söylenen “evet”leri hiç kabul etmedim. Bana ne yapmam gerektiğini söyleyenlere hep hayır dedim. Yolumda hep böyle ilerledim. Hep kafamın içindekini gerçekleştirmeye uğraştım. Bundan sonra da öyle yapacağım. Çünkü ben özgür bir çocuktum, özgür bir anneyim ve bireyim. Bana hep diyorlar ki “Ümmiye Hanım nasıl özgür olursun? Bu toplumda öyle bir şey yok.” Hayır ben özgürüm ve öyle hissediyorum. Bana şimdiye kadar hiç kimse neden böyle giyiniyorsun, neden böyle yapıyorsun demedi, ya da cesaret edemedi. En fazlası köyde bir iki konuştular. Bir kulağımdan girip, öbüründen çıktı. Benim anneannem filozof gibiydi. Derdi ki; Hayat o kadar acımasız ki, omzuna bir heybe al, onun bir gözünü kes, diğeri sağlam olsun. Kötüleri at o delik heybeye gitsinler, sağlam olanları diğerinde biriktir. Canın sıkıldığında, seni üzdüklerinde iyileri çıkar çıkar kendine enerji topla. Kızm derdi, el sana her şeyi öyle bir öğretir ki, ibriğin bol yerinden koyar, dar yerinden damla damla damlatır. Yıllarca ne demek istediğini düşündüm, çok sonra anladım. Bir de nenem bana bu dünyada boyumca buldum da huyumca bulamadım derdi.
Bence siz aile boyu filozofsunuz…
Ben hep anneannemin bana söylediklerini düşünerek büyüdüm. Hala da düşünürüm. Bana çok şey öğretti. Beni annem doğurdu anneannem büyüttü. Annem bana hamileyken aldırmak istemiş, onun için doktora gitmiş. Doktor almamış beni. Ben de diyorum ki Cenab-I Allah’ın bir bildiği varmış ki annem doktordan geri gelmiş. Annem hayatında hiç doktora gitmemiş, sadece beni aldırmak için gitmiş, onu da yapmamışlar. Anam bunu hep söylerdi.
Benim için çok önemli bir soru daha sormak istiyorum. Yıllardır Alzheimer farkındalığı için çalışmalar yapan bir Nöroloji hekimi olarak Alzheimer hastalığını işleyen son oyununuz “Baba Ben Geldim”i yazma hikayeni dinlemek istiyorum. Bunun için de ayrıca sana tüm hasta ve yakınları adına teşekkür ediyorum.
Alzheimer hastalığı toplumumuzda çok göz ardı edilen bir hastalık. Mesela kanser çok biliniyor ama bence Alzheimer en az kanser kadar üstüne gidilmesi gereken, ailelerin bilinçlenmesi ve desteklenmesi gereken bir hastalık. Hele hele büyük şehirlerde çok zordur. Çevremde Alzheimer hastalarını görüyorum. Yakınları çok zorluk yaşıyorlar. Çocuklarını bile tanımıyorlar zamanla. Geçmişle yaşıyorlar. O ailelerin çaresizliğini gördüm, çok zor. Ellerinden de hiçbir şey gelmiyor. Köylerde evden kaçan hastaları kolay bulabiliyorsun ama büyük şehirlerde çok zor. Ben hasta yakınlarının sesini duyurabilmek ve destek sağlayabilmek için yazdım bu oyunu. Çok da severek oynuyoruz. Tek istediğim Alzheimer hasta ve yakınlarına destek olunması ve bunun gündeme gelmesi.
Son bir mesaj olarak bu röportajı okuyan kadınlara ne demek istersin?
Biliyorsun benim derdim kadınlarla. Sadece tek istediğim kendilerini geliştirsinler, kendilerini tanısınlar güzel yavrum. Bilinçlensinler. Çocuklarının sordukları soruları cevaplandırabilmek ve onlara iyi bir örnek olabilmek için yapsınlar bunları. Ben bilmem baban bilir demesinler çocuklarına. Çünkü böyle olduğu zaman o çocuklar büyüdüğünde babalarını çok yüksekte ama annelerini küçük görüyorlar. Çünkü hep anneler babalarına yönlendiriyor, sanki bilen kişi, akıllı kişi sadece erkeklermiş gibi oluyor. Şimdikiler çok şanslı aslında, her yerde kurslar var. Belediyeler ücretsiz kurslar düzenliyor. Dışarı çıksınlar, evlere kapanıp kalmasınlar. Zengin olabilirler, çok paraları olabilir ama her şey para değil, kadınlar kendilerini geliştirsinler. Herkes kendi imkanları ölçüsünde kendisini geliştirsin. Gitsinler derneklere, sivil toplum örgütlerine oralarda çalışsınlar, bağışlar yapsınlar. Bak o zaman ne kadar mutlu olacaklar. Verdikçe mutlu oluyor insan. Ben öyle mutlu oluyorum. Para veremiyorum belki ama başka şeyler veriyorum. Mutlu olmanın yolu vermektir. Çok kadından duyuyorum, benim çalışmaya ihtiyacım yok ki diyor. Madem öyle sen de kendini geliştirmek için bir şeyler yap. Git birilerine ders ver, bir çocuğu mutlu et. Vermenin mutluluğu başka hiçbir şeyle satın alınmaz yavrum.