Bu röportaj hem sağlık hizmetlerinin mutfağını bilmek isteyenler hem de tıp fakültesini seçmeyi düşünen öğrenciler için... Uzun yıllar öğrenci yetiştirmiş, Türkiye'nin en köklü tıp fakültelerinden olan Ankara Tıp Fakültesinde Dekanlık yapmış, başta Türk Cerrahi Derneği olmak üzere birçok derneğin kurucu başkanlığını üstlenmiş ve daha birçok alanda başarıları olan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Semih Baskan ile hem bilgi dolu hem de oldukça keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Yılların kıdemli ve en iyi üniversitelerinde yöneticilik yapmış bir hocası olarak bir tıp fakültesinde "iyi bir hekim yetiştirebilmek için" olmazsa olmazlar nelerdir?
Ben bunu öğrencilerime anlattığım gibi size de aynı şekilde anlatacağım ki Ankara Tıp Fakültesinde ihtisas yaptığınız için benim de öğrencim sayılırsınız. Bir binanın sağlam olabilmesi için temelinin sağlam olması ve sonra da çatısının sağlam çatılması gerekir. Bunu depremde de görüyoruz, bazı binalar yıkılırken bazı binalar ayakta kalıyor. Aynı bunun gibi tıp fakültesinin olmazsa olmazı temel bilimlerdir. Anatomi, Fizyoloji, Biyokimya, Tıbbi Biyoloji, Histoloji, Mikrobiyoloji gibi temel bilimler eğitimini iyi almadan hiçbir şey olamazsınız. Öğrencilerime şöyle örnek veriyorum. Siz "Böğrüm ağrıyor" diyene de "Lomber bölgemde ağrım var" diyene de hizmet vereceksiniz. Doktoru aynı zamanda bir Sosyolog gibi görüyorum. Her kesime aynı hizmeti sunabilmeli. O nedenle Avrupa Parlementosu’nun önerileri doğrultusunda tıp jargonu içermeyecek bir dille açıklamalarınızı yapmalısınız. Dolayısıyla tıp fakültesinin temeli temel bilimlerden geçiyor. Stajlara geldiğimiz zaman sizin de çok iyi bildiğiniz gibi 4., 5., 6. sınıflarda mutlaka temel bilimleri tekrar tekrar stajların içerisine koyarak ilerlenmelidir. Temel Bilimler olmadan klinik bilimler, klinik bilimler olmadan da hekim olunmaz. Bunun yanında etik değerleri de gözetmemiz gerekiyor. Sizin dönemleriniz ve eski dönemleri kıyasladığımızda hastaya yeterince vakit ayrılamadığını gözlemliyoruz. Neyin var diye iki dakikada işi çözmeye çalışıyoruz. Aynı Avrupa ya da ABD'de olduğu gibi hastalara en az 15-20 dakika zaman ayırmamız gerekiyor.
Hekim adayları kaçıncı yılda hastane ortamı ile tanışacaklar? Hasta ile muhatabiyeti açısından kendilerini hekim olmaya hazırladıkları bu süreçte Ankara ekolü mü yoksa İstanbul ekolü mü benimsenecek? Her iki ekolü de gören birisi olarak arada ciddi fark olduğunu biliyorum...
Bir yer yeni kurulduğu zaman, o yere gelecek yeni öğretim üyeleri çok farklı bölgelerden gelebilir. Örneğin Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinin kurulma kadrosu içerisinde Ankara Tıp, Hacettepe Tıp, Gülhane Tıp Fakülteleri, Yüksek İhtisas Hastanesi gibi birçok yerden öğretim üyeleri gittiler ve bir karma grup oluşturdular. Ne zaman ki Gazi Üniversitesi’nin kendi mezunları olmaya başladı, kurum kültürü yavaş yavaş oturdu. Ben de buraya iki yıl önce geldiğimde hazır bir kadro buldum. O kadronun içerisinde değişik fakültelerden deneyimli öğretim üyeleri vardı. Kimi Marmara'dan kimi Maltepe'den gelmişti. Onlarla birlikte oturduk, İstanbul veya Ankara ekolü değil, Türkiye'ye hizmet edebilecek müfredatı birlikte oluşturduk. Bu müfredatla yola çıktık. Bu müfredatın temelinde şu var; derse devamın şart olduğunu düşünüyoruz. Bu hem teoride, hem pratikte böyle. Ve diyoruz ki yıl içindeki notlar çok önemlidir. O nedenle son not oluşturulurken sene içindeki notların %60'ını alıyoruz, finalin %40'ını alıyoruz. Bu ne demek oluyor, biz yıl içindeki notlara çok daha fazla önem veriyoruz. Şimdi 1., 2., 3. sınıfta temel bilimler görüyorlar ama 3. sınıfta klinik bilimlere giriş var. Dördüncü sınıftan itibaren klinikte staja başlayacaklar. Burada hem Türk hem uluslararası uyruklu öğrenciler var. Uluslararası öğrencilere bir kural getirdik. Diyoruz ki 4. sınıftan itibaren hasta ile karşı karşıya kalacaksınız, o nedenle siz Türkçe öğreneceksiniz. Vizite gittiğinizde hasta ile İngilizce konuşmayacaksınız, elbette Türkçe konuşacaksınız. Stajlarda dersler İngilizce olarak devam edecek ama hasta başında Türkçe olarak devam edecekler.
Hazırlık sınıfında Medikal İngilizce dersi verilmeye başlandı...
İlk yılımızda bir deneyimimiz oldu. Çocuklar hazırlık sınıfı okudukları halde 1. sınıfa geçince yeterince anlayamadıklarını söylediler. Biz de hazırlık sınıfına Medikal İngilizce dersi koyduk. Çocuklar bundan çok mutlu oldular. Hem sonrasında daha iyi anlayabildikleri için hem de hazırlık sınıfından itibaren tıp fakültesi öğrencisi olduklarını hissedebildikleri için. Bir de öğrencilerimizi araştırmaya teşvik açısından bilimsel araştırma nasıl yapılır, yöntemler nelerdir onları anlatmaya başladık.
Seçmeli derslerde güzel sanatlardan birisini mutlaka almak zorundalar...
Siz de hekimsiniz ve çok yönlü bir insansınız ki bence hekim çok yönlü olmak zorundadır. O nedenle biz üniversitemizde “happy life” dediğimiz boş zamanlarını değerlendirebilecekleri 55-60 tane kulüp kurduk. Bu kulüplerin yanı sıra bir kredilik ders almak zorundasınız. Yani seçmeli dersler içerisinde yaşantınızı renklendirecek müzik, spor gibi dersler var. Artık işe girerken mülakatlarda sadece eğitimleriniz değil, hobileriniz nelerdir sorusu da yöneltiliyor. Hekim çok yönlü olmak durumunda. Okuyacak, güzel sanatlarla, resimle, müzikle, plastik sanatlarla ilgilenecek. Dolayısıyla biz bu uygulamayı gerçekleştiriyoruz. Bu da bizim üniversitemize özgü bir model. Bütün öğrenciler bu dersleri almak durumundalar.
Hedef her yerde iyi hekimlik uygulayabilecek bireyler mi, TUS mu (Türkiye'de Tıpta Uzmanlık Sınavı), USMLE mi (ABD'de hekimlik yapabilmek için verilmesi gereken sınavlar bütünü)? İlki halka ikincisi halka ve öğrenciye, üçüncüsü öğrenciye yarar? Üçü de diyorsanız denge nasıl tutacak?
Bu kadar karmaşık bir model olamaz. Önce biz Türk halkına, her bireye sağlık hizmetini verebilecek hekimler yetiştirmek durumundayız. Benim temel prensibim budur. Siz de çok güzel bir biçiminde öğrencilik döneminde yaşadıklarınızdan yola çıkarak bu soruyu sordunuz. Önce hekim olacaksın ki sonra uzmanlık sınavına çalışabileceksin. Önce el becerilerini yani Hipokrat’tan beri usta-çırak ilişkisini bizim öğrencilerimize anlatmamız lazım ki mezun olduklarında iyi hekimlik uygulayabilsinler. Tıp fakültesi öğrencisi özellikle 3. sınıftan sonra yaz stajları gibi uygulamalarla pratiklerini artırmalı. Ben bu konuda kendimi de bir örnek olarak gösteriyorum. Ben cerrah olmaya karar verdiğimde yaz tatillerinde bile cerrahi servislerinde sabahladım. Ameliyat masası hazırladım. Kıdemli abilerim, ablalarım bana dikiş attırdılar, basit müdahaleler yaptım. Ben mezun olduğumda diğer arkadaşlarımdan biraz daha farklıydım. Dolayısıyla onlar tatildeyken ben cerrahide çalışıyordum ama sonra bunun faydasını meslek yaşantımda çok gördüm. Bugün bakın siz hala okuyorsunuz, ben 69 yaşında gece bire kadar hala okuyorum. Bu şevk olmalı.
Yukarıda bizim kan alma gibi işlemlerin yapılabildiği simülasyon laboratuvarımız var. Ama gerçek hastada yapmak farklıdır. Bunları öğrenmeliler. Teorideki pratiğe usta-çırak ilişkisi ile uygulanır. Önce iyi bir hekim olarak yetişmeliler sonra TUS dediğimiz ucu bucağı olmayan sistem içerisinde bilinçli tercih yapmalarını tavsiye ederim hekim adaylarına. 1987 yılında TUS ilk defa gündeme geldiğinde ÖSYM’de oluşturulan ekibin içerisinde ben de vardım. TUS ile birlikte bazı usulsüzlükler ortadan kalktı ama tercih sıralamalarındaki hatalar her halükarda olabiliyor. TUS'da bilinçli tercih yani uygun branş ve bölge seçimi çok önemli. Açılan kontenjana göre farklı bölgelerde de seçim yapabilirsin. Aynı senin örneğinde olduğu gibi Cerrahpaşa'dan Ankara Tıpa gelmişsin. Farklı bir bölge tanımışsın. TUS’un olmasından yanayım. En azından sınavla alım yapıldığı için belli usulsüzlükler ortadan kaldırıldı. Ama belki ek yapılabilir. Belli bir puanın üzerinde görüşmeler yapılarak seçim yapılabilir. Daha yararlı olacağı düşüncesindeyim.
Eğitimde kadavra sıkıntısından etkilenenlerden misiniz? Türkiye genelindeki diğer tıp fakülteleri ile kıyaslandığında sizde durum nedir? Benim dönemimde özellikle Cerrahpaşa'da çok iyi kadavra eğitimi vardı. Artık bu konuda sıkıntılar yaşanıyormuş diye duydum ki kadavra başında Anatomi dersinin bir hekim adayı için en önemli eğitimlerden birisi olduğunu düşünüyorum…
Sizin ve bizim dönemdeki kadavra temini ile şu dönemdeki durum arasında dağlar kadar, okyanuslar kadar fark var. Artık kadavra bulmak çok zorlaştı. Yurt içinden kadavra bulmak mümkün değil. 2014 yılında çıkarılan bir torba yasa doğrultusunda kadavra ithaline müsaade edildi. Biz de bu yasa doğrultusunda tanesi 15.000 dolar olan iki tane kadavrayı ABD'den ithal ettik. Dolayısıyla iki tane kadavramız var. Aynı şey kemik için de geçerli. Kemik bulmakta da zorluklar yaşıyoruz. Bunlar sadece bizim için değil, bütün tıp fakülteleri için geçerli. Bizim sınıf mevcudumuz çok fazla olmadığından elimizdekiler yeterli ama elbette ki daha fazla olması iyi olurdu. Gönüllülük esasına dayalı olmalı. Aynı sıkıntıyı organ naklinde de yaşıyoruz biliyorsunuz.
Kendi tecrübelerinizden yola çıkarak şu anda tıp fakültelerindeki eğitimi geçmişe kıyasla yorumlayabilir misiniz? Özellikle özel tıp fakülteleri durumun neresinde? Ya da neredeydi nereye geldi. Ben Türkiye'nin en köklü tıp fakültelerinden eğitim almış bir hekim olarak artık hastaya bile dokunmadan mezun olunan yerler olduğunu biliyorum, biliyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Şöyle söyleyeyim, eskiye nazaran daha iyiye gittiğimizi söylemek mümkün değil. O günkü dar veya kısıtlı olanaklarla bizler ve sizler iyi birer hekim olarak yetiştik. Bu olay sadece sağlık bilimlerinde değil, bütün temel bilimlerde yaşanan büyük bir sorun. Az evvel de ifade etmeye çalıştığım gibi temel bilimlerde doktoralı eleman bulmakta zorlanıyoruz. Yani Anatomide, Fizyolojide, Histolojide, Biyokimyada... Ama dedim ya temel olmadan klinik çatılmaz diye. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar üniversitelerde bu dallara doktora açılması, doktoraların desteklenmesi, daha sonra da doktoralı gençlerin burada istihdam edilmesi gerekiyor. Bence en büyük sorun temel bilimlerde. O nedenle bazı fakültelerde hocalar bugün bizde yarın sizde ders veriyor. Ama siz hangi fakültenin hocasısınız dediğinizde cevap veremiyor. Hâlbuki biraz evvel kurumsal kimlik ve aidiyetten bahsetmiştim. Yeni kurulan her fakültenin kendi kadrosunu kendisinin oluşturması esastır. Gerektiği takdirde tabi ki diğer fakültelere de yardımcı olmalıdır. Eğitimin iyi sürdürülmesi için her fakültenin kendine yeter olması lazım aslında.
Bir de İngilizce Türkçe tıp eğitim sorunu var. Herkes İngilizce tıp eğitimi veremiyor ya da ders anlatamıyor. Ben 1982 yılında Çapa'da doçentlik sınavımda ders anlattım ve ders anlatarak doçent oldum. Ama artık doçentlikte böyle bir koşul yok. Ders anlatmadan doçent olan insanlar var. Sadece bizim alanda değil, her alanda bu şekilde, hukukta da mühendislikte de...
Tekrar başa dönecek olursak temel bilimlerdeki sorunun çözümlenmesi lazım. Temel bilimlerde yeteri kadar doktoralı eleman olmaması yeni açılan tıp fakültelerinin en büyük sorunudur.
Bir hekim ve davranış nörobilimci olarak şunu söyleyebilirim ki tıp fakültelerindeki eğitimde en büyük eksikliklerden birisi iletişim derslerinin olmaması. Hasta ile iletişimde sıkıntılar yaşayan hekimler yetişmesi ve sonucunda hem istenmeyen olaylar yaşanması hem de basında biz hekimlerin canavar olarak gösterilmesine neden olan en büyük etkenlerden birisi bence... Bu konuda ne düşünüyorsunuz, sizde hasta ile iletişim ve yaşanabilecek sorunlarla ilgili özel bir ders olacak mı? Ben Yeditepe'deki öğrencilerime dersten çok bunu anlatıyordum mesela...
Bu sorudan son derece memnun ve mutlu oldum çünkü bu dersi ben veriyorum. İletişimin son derece önemli olduğunu az evvel belirtmiştik bir defa daha vurgulayalım. Karşınızdaki insan bir mühendis olabilir, avukat olabilir ya da köyünden gelmiş bir insan olabilir, hepsi ile iletişiminizi belli bir standartta sağlayabilmeniz gerekir. Mezuniyetten itibaren düşürsek 24 yaşında çalışmaya başlıyoruz, 65 yaşında da emekli oluyoruz, yani 41 yıl biz bu işi yapıyoruz. 1990 yılında Dünya Tabipler Birliği tıp eğitimini şöyle tanımlıyor; “Tıp fakültesine girişle başlayıp, emeklilikle sona eren bir öğrenme sürecidir.” Ama bugün siz de biliyorsunuz ki emekliliğe rağmen hala çalışıyoruz. Bu kavram artık yaşam boyu eğitime döndü. Avrupa Parlementosu’nun yaptığı bir çalışma var, her dört hastadan bir tanesinin verilen reçeteyi anlamadığı, hekime geri dönüp de bunu sormadığı ortaya çıkıyor. Daha sonra Avrupa Parlementosu diyor ki, hastaya tıp jargonu içermeyen bir şekilde yönelin. Bu son derece önemli. İletişimde bu konu son yıllarda yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı. Bir de kadın, erkek konusu var. Kadın hastaya şikâyetini sorduğumuzda eşi anlatmaya başlıyor. Bu tip şeylerle de karşı karşıya kalıyoruz. Bu da bir iletişim sorunu aslında.
Hastanın yüzüne bakmalısınız, değer verdiğinizi hissettirmelisiniz. Düzgün iletişim kurmalısınız. ABD'de yapılan çalışmada doktorların her 14 saniyede bir hastanın sözünü kestiği ortaya çıkmış. Hastayı önce dinlemek gerek ama başka sıkıntılar da var. Siz dinlemeye çalışırken kapıdaki hastalar sürekli kapıyı tıklatıyor ve içeriye giriyor, o yoğunlukta bazı şeyler gözden kaçabiliyor.
Toplamda kaç, burslu kaç öğrenci alıyorsunuz?
60 öğrenci alıyoruz. Bizim tıp fakültemizin şöyle bir uygulaması var bütün öğrenciler burslu. Altı tanesi %100 burslu, 24 tanesi %50 burslu, 30 tanesi de %25 burslu. Burssuz öğrencimiz yok. Geçen seneden itibaren tıp fakülteleri ilk 40.000'den öğrenci alıyor. Bu sene bizim son öğrencimiz 28.000inci sırayla geldi.
Hastanenizden söz edelim biraz da? Yeni açıldı sanıyorum. Biraz anlatır mısınız?
Bu ay içerisinde açıyoruz hastanemizi. Önce size kendi kişisel görüşüm olan ve buraya başladığımızda mütevelli heyet başkanımıza söylediğim bir cümle ile başlamak istiyorum. Özel hastanede tıp eğitimi olmaz. O nedenle dedim ki, ben Ankara Tıp Fakültesi’nde 2500 yataklı iki hastaneyi yönettim. Sizin de birikimleriniz var, gelin kendi hastanemizi kuralım, öğrencilerimize burada eğitim yaptıralım. Daha sonra iki tane saygın vakıf hastanesini ziyaret ettiğimde özel hastane ile tıp fakültesi hastanelerini birbirinden ayırdıklarını ifade ettiler. Biz de yaklaşık bir yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde yarı tamamlanmış bir binayı aldık ve hastane haline getirdik. Tuzla İçmeler'de 50.000 metrekarelik bir konumda 250 yataklı bir hastaneyi oluşturduk. On tane ameliyathane var. Ben cerrahım, siz de eğitiminiz sırasında Ankara Tıp Fakültesi’nin acilindeki ameliyathaneleri görmüşsünüzdür. Acile ameliyathane koymamın nedeni kirli vakaların yani travmaların acil olarak ameliyata alınabilmesi, diğer tarafta sıra beklememesi idi. Benzeri bir uygulamayı buraya da yaptık. Modern bir acil servisimiz var. Acil servisin içerisinde ilave bir ameliyathane var. Görüntüleme teknolojisinin en son ürünlerini de hastaneye yerleştirdik. Cihaz alımını yaptığımız firma, Avrupa'da mükemmeliyet merkezi olarak ilan ettiği hastanemize Avrupa'dan stajyerler getirip eğitim yapma kararı verdi. Onun yanı sıra radyoterapi cihazı ve PET CT’miz var. Diğer laboratuvar cihazlarımız da son teknoloji. Bu ayın sonunda da hizmete açılacak. Tüm kadromuz tamamlandı. Elemanlarımız şu an eğitimdeler. Hasta ile iletişim dersleri de alıyorlar. Hastanemizin konumunun havaalanına yakınlığı nedeniyle yurtdışı hastalarımıza da rahatlıkla hizmet verebilecek durumdayız.
Sağlık sistemi sürekli geliştirilmeye çalışılıyor ama geliştirilirken de yeni defektler ortaya çıkabiliyor, bir devinim içerisinde... Tecrübe ve gözlemlerinizden yola çıkarak son olarak bize sistemle ilgili ve yapılması gerekenlerle ilgili yorumlarınızı söyleyebilir misiniz?
Genelden özele inecek olursak, devlet bütçesindeki en büyük giderlerden birisi sağlık harcama kalemleri... SGK’nın kurulduğu 2008 yılında, devlet sağlık harcama kalemlerinde bu kadar büyük bir yükün altına gireceğini herhalde düşünememişti. O zaman SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve Yeşil Kart vardı. Hepsi birleştirildi. Mevzuat çok süratli değişiyor. Hasta başvuru sayılarında da artış meydana geldi. Gerekli gereksiz ameliyatlar, tetkikler yapılır oldu. Tabi bunda hekimlerdeki performans sisteminin etkisi büyük. Üç dakika içerisinde bir hastaya reçete yazınca, ilaçlardan birisi mutlaka antibiyotik oluyor. Türkiye'de bu kadar enfeksiyon hastası yok. Antibiyotik kullanımında başı çeken ülkelerden birisiyiz. Bu da sıkıntılı bir durum. Hastayı daha fazla dinlemeye vaktimiz olursa bu durum ortadan kalkabilir. Çok fazla sayıda katarakt ameliyatı yapılıyor mesela. Bunlara dikkat edilmeli. Sağlık sisteminde yük giderek artıyor. Ayrıca vatandaşın cebinden çıkacak olan para da gün geçtikçe artıyor. Eskiden %5’lerde alınan fark %15-20’lere çıkmış durumda. Yapılan güzel uygulamalar da var. Mesela aşılama da son zamanlarda gösterilen çabaları takdirle karşılamak lazım. Ama tekrar ediyorum uygulamanın dört dörtlük olduğunu söylemek mümkün değil. İşin içerisinde tıp fakültelerinin ve bilimselliğin de dâhil edildiği sağlıklı bir diyalogla, ortak çözüm önerileri bularak bunların aşılabileceğini düşünüyorum. Ben dört dönem de Sağlık Grup Başkanlığı yapmıştım. Burada yüzlerce bilim adamının ortaya koyduğu önerileri devlet biraz daha ciddi bir şekilde ele almalı ve değerlendirmeli diye düşünüyorum.