Senim TANAY KARAKUŞ / senim.tanay@milliyet.com.tr - HIV tedavisinde yaşanan önemli gelişmeler ve yayılımı önleme çalışmaları sonucunda HIV tanısı alan kişi sayısı dünya genelinde azalıyor. Ancak Türkiye’nin de içinde yer aldığı Doğu Avrupa ve Orta Asya bölgelerinde artış halen sürüyor. Güncel rakamlara göre Türkiye’de vaka sayısı 30 bini aşmış durumda. Bunun en büyük nedeni de Türkiye'nin HIV tedavisindeki başarı performasına rağmen ne yazık ki tanı almada beklenen seviyenin yakalanamaması.
PANDEMİDEN ÖNCE 4 BİNDİ, 2 BİN CİVARINA GERİLEDİ
"Vakaların birçoğuna geç tanı konabiliyor, bu sebeple de bağışıklık sistemi epey zarar gördükten sonra tedavi sürecine geçilebiliyor" diyen HIV/AIDS Korunma ve Eğitim Derneği (HAKED) Genel Sekreteri Prof. Dr. Serhat Ünal, Türkiye’de Kovid-19 dönemi öncesinde yılda 4 bin kişiye HIV tanısı konulduğunu ancak pandemi sürecinde bu rakamın 2 bin civarına gerilediğini belirtti.
Prof. Dr. Serhat Ünal, "Salgın döneminde insanlar test yaptırmak için sağlık kuruluşlarına başvurmaktan çekindiler. HIV tanısında daha iyi noktaya gelebilmemiz için genel toplum taramalarının yanı sıra HIV açısından risk taşıyan gruplara da odaklanmamız ve riskli davranışlarda bulunanları teste yönlendirmek için yeni yollar araştırmamız gerekiyor. Ayrıca HIV testlerinin yaygınlaşmasında mevcuttaki anonim test merkezlerinin önemli rol üstlendiğini görüyoruz. Bu merkezlerin ülkemizde sayılarının artması ve yaygınlaşmasının HIV enfeksiyonunun kontrol altına alınmasına önemli katkı sağlayacağını söyleyebilirim" diye konuştu.
YILLARCA BELİRTİ GÖSTERMEDEN İLERLEYEBİLİYOR
HIV, bir kişiye bulaştıktan sonra yıllarca hiçbir belirti göstermeden ilerleyebiliyor. Hatta bu süre zarfında kişi enfeksiyonu başkalarına da bulaştırabiliyor. Bu nedenle riskli davranışlarda bulunanların bir belirti olmasını beklemeden mutlaka test yaptırması gerekiyor. Prof. Dr. Ünal, "Çoğu zaman belirtiler ortaya çıktığında, enfeksiyon ilerlemiş ve belki de AIDS tablosu gelişmiş olabiliyor. HIV enfeksiyonunda birinci evre olarak tanımladığımız akut dönemde, hiçbir belirti görülmeyebileceği gibi bazen başka hastalıklarla karışabilecek semptomlar da görülebilir. Üst solunum yolu enfeksiyonu, grip benzeri semptomların görülme sıklığı daha fazla. Bunu vücudun enfeksiyona verdiği doğal bir tepki olarak düşünebiliriz. Bunlar dışında diğer sık görülen semptomlar ise ateş, lenf bezlerinde büyüme, farenjit, kas ve eklem ağrısı, ishal, baş ağrısı, bulantı, kusma ve ağızda pamukçuk" bilgisini paylaştı.
ÖPÜŞMEKLE, AYNI HAVAYI SOLUMAKLA, TUTMAKLA BULAŞMAZ!
HIV enfeksiyonu pozitif kişiyle korunmasız şekilde yaşanan her türlü cinsel ilişkiyle, ortak kullanılan ve HIV ile enfekte enjektör veya steril edilmemiş cerrahi malzemelerle, enfekte kan ve kan ürünleriyle bulaşabiliyor. Bunlarla birlikte HIV ile yaşayan annelerden bebeklere gebelik döneminde, doğum sırasında ya da doğum sonrasında emzirme ile de geçebiliyor. Ancak bu konuyla ilgili halk arasında dolaşan yanlış bilinen pek çok doğru da var.
Prof. Dr. Serhat Ünal, "Toplumumuzda sanılanın aksine HIV ile yaşayanlara dokunmak, tokalaşmak, öpüşmek ve sarılmak gibi fiziksel temasla bulaş gerçekleşmiyor" diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Bununla beraber bu virüs gözyaşı, ter ve tükürükle, aynı yerde oturmak ve aynı havayı solumakla, aynı havuzu, tuvaleti, saunayı, duşu paylaşmakla, giysileri ortak kullanmakla, tabak, çatal, kaşık, bıçak ve bardak paylaşmakla, aynı telefon kulaklığını kullanıp aynı kapı tokmağını tutmakla ya da sivrisinek, böcek sokması ve hayvan ısırması ile de bulaşmıyor."
'ÖLÜMCÜL DEĞİL, KRONİK HASTALIK'
HIV konusunda en yaygın doğru bilinen yanlışlardan biri de ölümcül bir hastalık olduğu. Oysaki bu virüs günümüz tedavi koşullarında artık ölümcül değil, kronik bir hastalık haline gelmiş durumda. Ünal, "HIV enfeksiyonu ancak tedavi edilmez ve AIDS’e dönüşürse ölümle sonuçlanabilir. Doğru ve düzenli tedavi gören HIV ile yaşayan bireyler, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürebilirler" vurgusunu yaptı. HIV ile yaşayan kadınların bebek sahibi olabileceğini de dile getiren Prof. Dr. Serhat Ünal, "Doğru önlemler alındığı takdirde bu kişiler, HIV negatif bebek sahibi olabilir" dedi.
İLAÇLARIN ÇOĞU TÜRKİYE'DE GERİ ÖDEME KAPSAMINDA
Erken tanı HIV enfeksiyonuyla mücadelede hayati önem taşıyor. Çünkü erken tanı demek, tedavi sürecine erken başlanması demek. Erken tespit edilen ve doğru tedavi sürecine başlanan vakalar sayesinde hem HIV enfeksiyonunun ilerlemesi durduruluyor hem de virüsün yayılması önleniyor. Dünyada ilk görülmeye başladığı zamandan itibaren 80 milyondan fazla kişiyi enfekte eden, 36 milyondan fazla kişinin ise ölümüne neden olan bu enfeksiyonda en büyük gelişme ise tedavi alanında gerçekleşti. Peki Türkiye HIV tedavisinde ne noktada, tedaviye hızlı erişim sağlanabiliyor mu?
Bu soruyu Prof. Dr. Ünal, "Virüsün kontrol altında tutulmasını sağlayan ilaçlarla ilgili hem etkileri hem de yan etkileri ve kullanım kolaylıkları açısından büyük değişimler gerçekleşti. Ulusal ve uluslararası rehberler göz önünde bulundurularak uygulanan ve bu faktörlere göre bireyselleştirilmiş tedaviler ülkemizde de reçete edilebiliyor. Önerilen ilk seçenek ilaçların büyük çoğunluğunu kullanabiliyoruz ve bunlar geri ödeme kapsamında. HIV alanında kullanılan ve kolay ulaşılabilir yeni tedavi yöntemi hastalara aile kurup, çocuk sahibi olabilecekleri kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürmelerini sağlıyor" şeklinde cevaplandırdı.
VİRÜSÜ TAMAMEN YOK ETMEK MÜMKÜN DEĞİL AMA...
Tedaviler HIV’nin çoğalmasını engelleyerek hastalığın ilerlemesini durduruyor. Ancak virüsü tamamen yok etmek neden mümkün olamıyor? "Dünya üzerinden virüsü tamamen yok etmek mümkün olmasa da risk altında olan doğru popülasyonlara test uygulanıp, virüs kontrolünü sağlayacak uygun tedavilerin hastalara sunulması durumunda HIV korkusunu geride bırakabiliriz" diyen Serhat Ünal, şöyle devam etti: "Tedavi konusunda geldiğimiz son noktada günde minimum sayıda ilaç kullanarak virüsün kanda bulunmasına, bağışıklık hücrelerine saldırmasına ve böylelikle enfeksiyonun ilerlemesine engel olabiliyoruz. Virüs kandan temizlendiğinde, kişinin bulaştırıcılığı da ortadan kalkmış oluyor."
BELİRLENEMEYEN=BULAŞTIRMAZ!
HIV’nin etkin bir tedaviyle vücutta baskılanması, hastaların bulaştırıcılığının da ortadan kalkmasını sağlıyor. Bu demek oluyor ki kanda virüs belirlenmediği durumlarda kişi virüsü de bulaştırmıyor (Belirlenemeyen (B) = (B) Bulaştırmaz). Bunun, tedavinin hem kişisel hem de toplumsal faydasını gösterdiğini söyleyen Prof. Dr. Serhat Ünal, "Tedavi görmekte olan ve virüsün zarar vermesi engellenen hastalar sağlıklı bir ömür sürüyor, isterse aile kurabiliyor ve sağlıklı çocuk sahibi olabiliyorlar. Yani HIV ölümcül bir hastalıktan kronik ama tedavi ile kontrol altına alınan bir enfeksiyon hastalığı haline gelmiş oluyor" diyerek konunun altını çizdi.
AKILLARDAKİ SORULARA IŞIK TUTACAK
HIV/AIDS’e yönelik ülkemizdeki çalışmalarda rol üstlenen 5 büyük hekim derneğinden oluşan Türkiye HIV/AIDS Platformu bir araya gelerek "Şüphen Olmasın" isimli inisiyatifi hayata geçirdi. Şüphen Olmasın inisiyatifinin amacı, HIV/AIDS konusunda toplumda farkındalık yaratarak riskli davranışlarda bulunanları teste yönlendirmek ve HIV ile yaşayanların hayat kalitesini yükseltmek.
www.suphenolmasin.com adresi üzerinden bilgilendirmede bulunan inisiyatif hakkında konuşan Prof. Dr. Serhat Ünal, "Akıllardaki sorulara ve yanlış bilinen doğrulara ışık tutacak bu web sitesinde hastalıkla ilgili temel bilgilerin yanı sıra HIV’nin tanı ve test süreçleri, HIV ile yaşayanların akıllarındaki toplumsal ve özel yaşama dair birçok sorunun da cevabı bulunuyor" açıklamasıyla sözlerini noktaladı.