Hani deriz ya "Aynı anne babadan çıktı ama birbirinden nasıl bu kadar farklı?" diye... Peki biz gerçekten aynı anne-baba mıyız çocuklarımıza karşı?
Aslında kardeşler arasındaki ayrışma daha anne karnından başlar. Hamileliği sırasında annenin duyguları, hisleri, yaşadıkları... Hepsi iki bireyi birbirinden farklı iki karakter yapmak için etkendir. Sonra hayata ‘‘merhaba’’ deme şekilleri farklılaştırır kardeşleri. Doğum sırasında hangi şartlarda, nasıl yapıda (stresli, rahat, huzurlu, öfkeli) bir doktorun-ebenin yardımıyla doğduğuna, bebeğin ne şekilde anneye verildiğine, babanın yanında olup-olmamasına, ilk emzirme sırasında annenin acemiliğine-heyecanına-mutluluğuna-hissettiklerine, baba ve bebeğin ilk karşılaşma şekline göre her şey çocukları birbirlerinden ayrıştırır.??
İki çocuğu olan hangi anne, ikisine birden birebir aynı davrandığını kabul edebilir ki? İmkanlı mı? Daha ikinci çocuğa hamilelikten fark gösterir anne tavrı göbeğindekine (bebeğine)... İlkinde hem daha heyecanlı, hem daha endişeli olunabilir. İkincisinde daha tecrübeli bir mutluluk yaşanabilir. Sağlık problemlerinin, dış etkenlerin değişimi bile annenin psikolojisine ve böylelikle direkt olarak bebeğe yansır.
Mir Kaya’ya hamileliğimi hatırlıyorum da... Her gün yürüyüş, hamile egzersizleri yapar, yüzerdim. Kendimle her yalnız kaldığımda onunla sohbet eder, reiki verirdim. Doğum meditasyonuyla, benim için bir bilinmezlik olan doğumu hayal ederdim. Atlas’ta ise işler değişmişti. Tüm günümü Mir Kaya’yla oynayarak, onun güncel işleri peşinde koşturarak geçiriyordum. Mir Kaya’da alışveriş torbası taşımazken, Atlas’ta on üç kiloluk Mir taşıyordum kucağımda. Geceleri Mir’i uyuttuktan sonra kısacık sohbet edebiliyordum, karnımdaki oğlumla. Bambaşka iki tecrübe işte. Ve bambaşka iki karakter... Bu Atlas’a, Mir kadar değer vermediğim anlamına gelmiyor, onu daha eksik seviyorum manasında asla değil ama şartlar ve kadın değişiyor. İlk annelikle-ikincisi arasında bir sürü farklılıklar oluşuyor. İlkinde acemi neşesi varsa, ikincisinde tecrübeli bir mutluluk alıyor yerini. Ve bilinmezlikten, süreci birebir yaşayan kişiye dönüştüğün için bambaşka iki hikaye çıkıyor ortaya. Öyle olunca da çocuk da farklılık gösteriyor. Sen aynı anne-baba değilsin ki; birincisiyle, ikincisi karşı. Aksine kendi ağzınla söylüyorsun... ‘‘Birinde yaptığım hataları, diğerinde yapmayayım.’’ diye.
Hamilelikten başlayan tavır değişimi, bir ömür sürüyor işte. Lohusalıkta. Emzirmede. İlk üç sene döneminde. Yaş ilerledikçe... Tek çocuktan, ikiye geçiyorsun bir kere. Tüm gününü birine ayırırken, şimdi gün ve ilgili ikiye bölünüyor. Gerçi, sevgi yeter yetmesine, kaç tane olsa o kadar çoğalır içinde; kalp büyük, annelik yüce de gün hep yirmi dört saat. Enerjin ne kadar aynı bakilikte olsa bile, anne bir tane, çocuk iki. İster istemez bölünüyor paylaşımlar.
Eh çocuklar da biri hırçın, diğeri daha sıcakkanlı, ilki daha asi, ikincisi duygusal, birincisi yumuşak huylu, beriki agrasif olabiliyor. Karakterlerinin yanında, biz kendi ellerimizle de şekillendiriyoruz onları. Birebir aynı davranamadığımız bir gerçek ama birebir ‘aynı sevdiğimizi’ gösterebilir, sürekli dile getirebilirsek, işte o zaman sonuç birbirine yakın olabilir. İki farklı kardeş olsalar da, birbirlerine destek karakterler olma imkanları doğar.
Her ikisinin de ayrı iki birey olduğunu görüp, iki farklı ihtiyaca göre özen gösterebilirsek onlara, değerli olduklarını hissederler. Biri gitar çalmayı seviyor ve biz ayrım yapmayacağız diye her ikisini de gitar kursuna götürmeye çalışıyorsak, sevmeyene haksızlık ettiğimizi göremiyoruz demektir. Her ikisini bir karaktermiş gibi düşünmeden, ayrıştığı noktalara göre onlara özen göstermeliyiz. Paylaşılan anlar farklı ama paylaşılan sevginin bir olduğunu hissettirebiliriz. Çocuklarımızı iyi tanımalı, neyin onları mutlu ettiğini, ne zaman keyifsiz olduklarını bilmeliyiz. Gözlemlemeli ve onların dilinden, isteklerine göre cevaplar vermeliyiz.
Her ikisiyle (üçüyle-kaçıylaysa) de ayrı ayrı kaliteli vakit geçirebilmeliyiz. Baş başa sohbetler edebilmeli, eğlenebilmeliyiz. Ve hep beraber-bir arada olmaktan keyif almalarını sağlayabiliriz. Sevgi ve güveni geçirebilirsek çocuklara, gerisi önemli değil. Kendine güvenen, kendini seven bireyler yetiştirebilir, böylelikle huzuru içlerine ekebiliriz. Onlar için hayatta en değer verdikleri kişiler; anne-babaları tarafından sevildiklerini, beğenildiklerini, onaylandıklarını bilirler ve derinlerde hissederlerse, iki kardeş ne kadar ayrışırlarsa ayrışsınlar yolun sonu mutluluk olur, tüm aile için. Davranış şekillerimizle, çocukların içine bir sürü duygu ekeriz, hangilerinin kök salıp, büyüyeceklerini bilemeyiz. Ama sevgi dolu-olumlu olanları yeşertmelerine yol gösterebiliriz. Bunu ilk olarak biz ebeveynler yapabiliriz. Sonraki dış etkenlere de ön ayak olmuş oluruz.
Kardeşler arası kurulan karşılaştırmasız, kıyassız ilişki, eşittir sevgi. Abi-abla, küçük kardeş ayrımı yapmadan oturtulan bir düzen, onlar adına el ele yürünecek bir yol. Büyük veya küçük kardeşten gelen kıskançlığa karşı anlayış, altında yatan nedene odaklanarak çözümleme, onların gelecekte omuz omuza ilerlemeleri için en büyük sebep. Büyüğe haksızlık ediyorum düşüncesiyle, küçüğü es geçme tavrından uzaklaşma, gelecekte birbirlerine destek iki yürek.
Doğru hamleler karışabilir, az vakit insanı zora sokabilir, yorgunluk-bölünmüşlük hissi anneyi boğabilir, o noktada da tek anahtar kelime; doğallık! İçinden geldiği gibi davranmak ve (zaten sonsuz hissettiğimiz) her tavrın sevgi barındırıyor olması. Ama severken, aynı zamanda hissettirebilmek, açık açık göstermek, dile getirmek önemli. Onları sevdiğimizi kendimizin biliyor olması, onlar için yeterli değil... Davranışlarımızla göstermemiz, gözlerine-yüreklerine sokmamız, kulaklarıyla duymalarını sağlamamız gerekiyor. Tüm çocukların buna ihtiyacı var. Yaşları kaç olursa, olsun...