Geçenlerde bakış açımı değiştiren bir olay yaşadık, Mir’le...
Yemek masasının üstüne çıkmış, oyun oynuyordu. ‘‘Mir Kaya oradan in. Hadi Mir’ciğim lütfen in.’’ Nefes eğitmenim, Mir duymadan ‘‘Onu neden masadan indirmek istiyorsun?’’ diye sordu. ‘‘Eee orası yemek masası, masaya çıkılmaz ki!’’ diye cevap verdim. ‘‘Tehlikeli olduğunu düşünmediğin sürece neden çıkılmasın?’’ ‘‘Çünkü orada yemek yeniyor...’’ vs. diye açıklamaya yeltendim. Tam o sırada da masayı kurmam ve yemek yememiz gerekiyordu. Ama benim masadan indirme çabalarım hiçbir işe yaramıyor derken, eğitmenim devreye girdi.
-Mir ne güzel oynuyorsun. Ne oynuyorsun?
-Ben uçuyorum.
-Ooo öyle mi? Nereye uçuyorsun?
-Tatile gidiyorum.
-Hep birlikte gitsek olur mu?
-Tamam. (Neşeli bir ses tonuyla.)
-Ama şimdi uçakta yemek servisi başlayacak. Beraber sofrayı kuralım mı?
-Olur. (Diyerek masadan indi. Ve iki erkek bana yardım etmeye koyuldular.)
Onur yine yalnız kaldığımızda, bana çocukların hayal gücünden bahsetti. Ne kadar derin, ilginç, eğlenceli olabildiğinden... ‘‘Bak gördün mü senin yemek masası sandığın şey onun için bir uçakmış ve tatile gidiyormuş çocuk. Sana veya ona zarar vermediği sürece oyunlarında onu serbest bırakman, hayal gücünü geliştirmesi için çok önemli.’’
Bu olayın ardından, yemek sonrası başka bir şey yaşadık. Mir defalarca ‘yapma’ dememe rağmen duvarları boyamaya başladı. Ben de ona masasında duran, boyayabileceği kağıtları gösterip, ‘‘Mir, biliyorsun duvarları boyamıyoruz. Ama kağıtları boyayabiliriz. Gel birlikte masanda resim yapalım.’’ dedim. Hep denir ya; çocuğu engelliyorsan, alternatif yapabileceği bir şey öner diye. Benim bugüne kadar sistemim hep bu şekilde ilerledi. Yapmak istediği bir eyleme ‘hayır’ diyorsam, eğleneceği bir oyun sunmak... Tabii ki kağıtlar değil, duvar ilgisini çekiyordu. Hemen o sırada beynimde bir aydınlanma oldu ve onun üzerine, ‘‘Madem duvarı boyamak istiyorsun, o zaman evin bazı duvarlarını senin boyayabileceğin bir hale getirelim. Resim defterindeki kağıtları duvarlara yapıştıralım, hem senin, hem de benim istediğim olsun.’’ dedim. Mir bu fikri çok sevdi. Belki de ayakta resim yapmak istiyordu, belki bir tuvali olsa duvarı boyamasına gerek kalmayacaktı. Ne bileyim...
Bu yaklaşımımdan sonra Onur’a, ‘‘Peki ya başka yerlerde de masaya çıkmaya kalkarsa? Sonuçta bir kere izin verdim mi hep izin vermem gerekmez mi? Ya başkalarının evlerinde de duvarları boyamak isterse ne yapacağım?’’ diye sordum.
-Siz bir karar aldınız. Onun boyayacağı duvarları sınırlandırdınız. Sadece kağıt asılı duvarlar boyanabiliyor. Onun dışındaki duvarları boyarsa, zaten amacı belki de resim yapmak değil, ilgi çekmektir. Senin istemediğin bir şeyleri yapıp, sana ‘anne benim başka bir problemim var, onu bul ve çöz.’ sinyalini veriyor olabilir. Ama kağıtlı alanlara çizim yaparsa, ikiniz de istediğinizi almış olacaksınız. Ve eğer sen, onun resim yapmasını engelliyor olsaydın belki de bir Picasso’dan mahrum kalıyor olacaktın. (gülümseyerek) Diğer sorunun yanıtına gelince de, hani şu çok sevdiğin Wilhelm Reich var ya, bu soruyu ona yöneltiyor olsaydın muhtemelen sana; ‘‘Çocuklar, yapmak istedikleri engellenmediği sürece, eylemi gerçekleştirir, tatmin olur ve bir süre sonra yaptıkları davranışta doyuma ulaşıp, yapmaktan vazgeçerler. Ve en rahat oldukları ortam anne-babalarının yanı, yani evleridir. (Bu konuyla ilgili başka bir örneği ‘Emzik Bırakma’ yazımda bulabilirsiniz.)
O günden beri Mir’in isteklerine sadece benzer alternatifler üretmek yerine, alternatifleri onun isteklerine en yakın formüle çevirmeye çalışıyorum. Ve ‘bu yapılmamalı’ diye düşünmek yerine, ‘acaba böyle davranırken ne düşünüyor’ diye sorguluyorum. Onun tavırlarına bu şekilde baktığımda, ikimiz de daha mutlu oluyoruz.
Mir’le beraberken, Onur’la vakit geçirmemiz, bir ‘davranış kalıbımı’ daha fark etmemi sağladı. Sürekli ‘kadın erkek eşittir’ diye konuşmakla, o doğrultuda çocuk yetiştirmek bir değilmiş meğer. Şu yemek masası hikayesinde eksik anlattığım bir bölüm var. Mir masadan inince ben, ‘‘Hadi siz Onur’la oturun, ben de yemek servisini yapayım.’’ dedim. Onur da onun üzerine ‘‘Biz de sana yardım edelim.’’ dedi. ‘‘Yok canım, ne gerek var, siz oturun, ben hemen hazırlarım.’’ Onur’dan bana manalı bir bakış... Sonra fark ettim ki; bizim evde erkekler oturuyor, ben hizmette. Tıpkı annemlerin evinde olduğu gibi. Ve anneanne-babaannemlerin evinde. Tamam eşim bana çocuk bakımında, bir şeyleri getir-götürde çok yardımcıdır ama mutfağa girmez. Sofra kurmaz. Bulaşıkları kaldırmaz çünkü bu işler kadının işidir ve anne evinde öyle görmüş. Ben de mutfak işlerini benim görevim olarak benimsemişim çünkü kendi ailemde öyle gördüm. Mir’le oyun oynarken, yemek pişiriyoruz, birbirimize ikram ediyoruz ama iş gerçek hayata döndüğünde evde erkek oturuyor, kadın çalışıyor, çocukta anne-babayı taklit ediyor. Onlardan gördüklerini gerçek hayata taşıyor. O yüzden sadece oyun sırasında çamaşırları beraber yıkamak yetmez. Yıkanacak çamaşırları, renklerine göre gerçek hayatta çocuklara ayırtmak gerekir. (Bu bahsettiğim iki yaş ev yardımlaşması. Büyüdükçe bu sorumluluklar artmalı.)
Yani diyeceğim o ki; çocuklarınızın hayal güçlerini kısıtlamayın. İzin verin, hayal kursunlar. Ebeveynleri yüzünden o beyin kalemi sadece kalem olarak görmek zorunda kalmasın. Yeri gelince, bir uzay mekiğine de dönüşebilsin. Ve tavırlarınıza dikkat edin; çocuklar sizin bir yansımanız olacaklar. Söylediğinizi değil, yaptığınızı uygulayacaklar.
https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/