Bana genellikle Mir Kaya’ya nasıl oyuncaklar aldığım soruluyor. Ben de annelere, her konuda olduğu gibi çocuktan çocuğa oyuncak seçiminin de değişiklik gösterebileceğini çünkü her çocuğun tarzının-mizacının farklı olduğunu söylüyorum. Çocuklar onaylanmayı-desteklenmeyi istedikleri için kendi yeteneklerini ortaya koyabilecekleri oyuncakları daha çok tercih ediyorlar.
Mesela, Mir Kaya bebekliğinden beri çok hareketli ve sportif bir çocuk olduğu için onun en sevdiği oyuncaklar topları. Basket potası ve topuyla (iki yaşından itibaren gerçek basket topuyla) uzun süre vakit geçirebiliyor. Ya da futbol oynamayı çok seviyor. Ama sulu oyunlar en favorisi de diyebilirim. Banyoda bir şeyler yüzdürmek, ördeğin ağzından su fışkırtmak gibi.
Dinlenmek istediğinde en sevdiği kitapları. Sesli veya interaktif kitaplar çok ilgisini çekiyor. Daha küçükken aile fotoğraflarına bakıp, ‘bu kim’ oynuyorduk, bayılıyordu. Eskiden en çok küpleri kutuda yerlerine yerleştirmeyi severken, şu aralar en uzun vakit geçirdiğimiz oyunu ise hamurları. Arkadaşlarıyla oynarkense, en çok plastik hayvanlarıyla oyun kurmayı seviyorlar.
Yani oyuncak seçimi, çocuğunuzu gözlemleyerek neye ilgisi olduğuna bakarak önüne alternatifler sunabileceğiniz bir konu. İlgi alanları yaşına göre ve dönem dönem değişiklikler gösterecek.
Ama oyuncak seçimiyle ilgili üç noktayı özellikle söylemek istiyorum...
Kız ve erkek oyunları
Ben, Mir’le en çok evcilik oynamayı seviyorum. Önce oyuncak sepetimizle pazara gidiyoruz. Biraz alışveriş yaptıktan sonra eve geliyoruz. Mir bana yemek pişiriyor. Daha çokta kek yapıp, çay demliyor. Komşuculuk oynuyoruz. ‘‘Eee Mir Bey, bugün nasılsınız?’’ ‘‘İyiyiz efendim, ya siz?’’ diyor benden öğrendiği kadarıyla. O kadar eğleniyorum ki o büyümüşte küçülmüş cümlelerle. Sonra koltuk minderleriyle kurduğumuz çadırında ütü yapıyor mesela. Bir bakıyoruz evcilik, komşuculuk, ev işleri derken saatler geçmiş. Sanırsın iki kız çocuğu oyun oynuyor. Değil mi? Size de kızish oyunlar gibi gelmedi mi? Evet, bize öğretilen öyle. Kızlar bebekleriyle, erkekler arabalarıyla oynar. Sonra büyüyünce kadınlar ev işleriyle ilgilenirken, erkekler de araba kullanırlar. Evde yemekleri anne pişirir, yolda arabaları baba sürer. Böyle ayrımlara sokmayalım çocuklarımızı. Daha oyun oynarken bu farkı yaratmayalım. Hah sevmedi mi evcilik oynamayı tamam oynatmayın ama bir erkek evcilik oynuyor diye de yadırgamayın. Yadırgıyorsanız da, ileride ‘babalar çocuklarıyla niye sadece beş dakika oynuyor’ diye kızmayın. Sadece arabalarını yarıştıran bir çocuğun, ileride bebeğinin bezini değiştiren bir babaya dönüşmesini bekleyemezsiniz herhalde?
Şiddete meyilli oyuncaklar
Geçen gün bir takipçim, ‘‘Melis Hanım, Mir Kaya’ya oyuncak silah alıyor musunuz?’’ diye sordu. ‘‘Valla oyuncaklarını kendi seçiyor. İstese alırım ama henüz öyle bir taleple gelmedi.’’ dedim. (Gerçi sonradan hatırladım, yazın su tabancasıyla sahilde çok eğleniyorduk.) ‘‘Ama nasıl olur? Çocukları şiddette itecek oyuncaklar vermemek gerekiyormuş.’’ diye yanıtladı. Evet, bu konuda günümüzde bir çok anne aynı düşüncede. Silah, kılıç tarzı oyuncaklar çocuklara alınmamalı... Peki neden? Çocuğa oyuncak silah alınca, büyüyünce onu gerçek silah kullandırmaya mı itiyoruz? Bazı uzmanlar öyle olduğunu söylüyor. Kimisi de tam tersini.
Ben bu konuda Wilhelm Reich ekolünü benimseyenlerden yanayım: Eğer bir çocuğun herhangi bir oyuncağa eğilimi varsa, isteğini ona yasaklamak sadece yasağı daha çekici hale getirir. Eğer ki; oynamasına izin verirsek, merakını giderir, bir süre sonra doyuma ulaşınca da başka isteklere yönelir.
O yüzden bence çocuklarımızın isteklerine göz yummamalı ve tercihlerine saygı duymalıyız. Merak etmek onların yaratıcılığını geliştiren en güzel özelliklerinden birisi. Merak etmelerini köreltmek ise bizin onlara yapabileceğimiz kötülüklerden birisi. Merak eden çocuk, hayal kurar, yaratır, araştırır, öğrenir, kendini geliştirir, mutlu olur. Ve tüm bu davranışlarına saygı duyulan, desteklenen çocuk ileride özgüvenli bir bireye dönüşür.
Oyuncakta renk ayrımı
Mir Kaya’yla yazın pazarda yaşadığımız bir olayı anlatmak istiyorum. Biz İzmir’deyiz, babası da İstanbul’da. Mir de her istediğinde şakacıktan babasını arayabilmek için kendisine bir telefon almak istedi. ‘‘Kendin seç.’’ dememle, en pembişinden morlu-pembeli bir telefon seçti. Yanımızdan geçen bir teyze ‘‘Ay ne tatlı kız, adı ne?’’ diye sordu. Adını söyledim, ‘‘Erkek.’’ diye de ilave ettim. ‘‘Nasıl yani?’’ dedi şaşkın şaşkın. ‘‘Erkeğe hiç mi benzemiyor teyzeciğim.’’ dedim ben de gülümseyerek. ‘‘Yooo ondan değil de. Erkek çocuğa pembe telefon almışsın kızım.’’ dedi. ‘‘Alınmaz mı?’’ ‘‘Alınmaz ya!’’ ‘‘Neden?’’ ‘‘Kendini kız sanır. Yanlış olur.’’ dedi. Pembeyi kızla bağdaştıran çocuklar değil, bizleriz. Renk kodlamasıyla doğmuyorlar, bunlar bize öğretilen bilgiler ve bizler düşünmeden sorgusuz-sualsiz çocuklarımıza aktarıyoruz.
Gördüğünüz gibi oyuncaklar düşünce yapımızı çocuklarımıza dayattığımız bir gerçekliğe dönüşüyor onların hayatında. ‘‘Erkekler pembeyle oynamaz. Kızlar bebek sever ama top-araba erkek oyunudur. Silahlar çocukları şiddete yöneltir.’’ gibi öğretilmiş kalıpları, çocuklarımıza aktarmadan önce, ‘‘Biz bu konuda niye böyle düşünüyoruz?’’ diye bakmakta, cevabını bulduktan sonra da çocuğumuzu nasıl yönlendirmek istiyorsak, öyle davranmalıyız. Ezberle değil. Bilinçli olarak.