Şu son zamanlarda etrafımda yeni doğum yapan bir sürü arkadaşım oldu. Onlara ‘‘Nasılsın?’’ diye sorduğumda, aldığım cevap her aynı: ‘‘Yorgun ama mutlu.’’ Mir Kaya doğduğunda, ben öyle derdim... Halbuki şu an çocukları büyümüş olan arkadaşlarımla geçmişi konuştuğumuzda birbirimize karşı daha açık, gerçekten dürüst olabildiğimizi görüyorum. Ne mi demek istiyorum? Şöyle...
Lohusalar kapalı kapılar ardında ağlarlar çünkü annelik kutsaldır. Ağlamayı, isyan etmeyi, bıkkınlık duymayı yakıştıramazlar kendilerine. Daha ilk günden ‘pes etmek, kaçıp gitmek istemek ama bir ömür gidemeyeceğini bilmek’ düşünceleri utanç verir onlara. İçinde fırtınalar koparan ‘Ne zormuş be!’ hissi daha da dibe çökmesine sebep olur ama dile getiremez. Etrafındaki herkes ‘‘Ne güzel duygu değil mi ama?’’ derken, lohusa kadın ‘‘Daha bir şey anlamadım. Ağrılarımla baş etmeye çalışıyorum. Bebeğe yetmek tek gayem. Uykusuzluk canıma tak etti. Sütüm gelsin diye beslenmeye çalışıyorum ama bırak yemek yemeği, tuvalete bile gitmeye vakit yok ki.’’ diye cevap veremez. Yutkunur. Ve ‘‘Evet, çok güzel duygu.’’ der. Gerçekten de öyle hisseder, yüreği titriyordur bebeğine, daha önce bilmediği bir his yaşıyordur. Şansı varsa bu hayatta ve aşkı yaşadıysa, ondan bile kuvvetli bir duygu yaşadığını farkındadır ama zordur işte. İlk günler çok zordur. O güzel duyguları sadece bebek mışıl mışıl uyurken hisseder. Nadir anlarda yani. Onun dışında evde hep bir koşturmaca vardır. Ne zaman yeter işlerin bitmesine, ne süt yeter bebeğin doymasına, ne de vakit kalır annenin dinlenmesine. Söze dökemediği gerçeklerden utanır, sıkılır, yetersizlik hissiyle boğuşur kalır.
Hastanede geçen bir iki gece ağrı kesiciler, hemşire destekleriyle nispeten rahattır. Ama sonra eve çıkınca işler değişir... Dikişler acır, uykusuzluk üst üste gelir, loş yatak odası seansları başlar. O oda hep loştur. Daha çok depresyona sürüklesin diye eski kadını, yeni anayı. Kadınlığı falan kalmamıştır lohusanın. O artık sadece annedir. Darmadağın gezinir. Önden düğmeli pijamasıyla o loş odada ya emzirir, ya da ağlayan bebeği sussun diye volta atar. O az ışık anneye de iyi gelir. Alışık olmadığı bir düzen vardır sonuçta; memeler sürekli dışarıda. Bebek her ağladığında dayar sütü. Yeter ki bebiş sussun, evdekiler anneyi ‘yeterli’ bulsun. Çünkü ilk günlerde ‘annelik’ annenin sütüyle ölçülür. Emziriyorsa, iyi anne. Sütü gelmiyorsa, ‘‘Hadi evladım biraz daha dene. Emzir, emzirdikçe sütün artacak.’’ Kötü bir kısır döngüdür bu. Bebek emer, genellikle gazlanır, gazlandıkça ağlar, evdekiler ‘‘Aç bu çocuk aç. Senin sütün yetmiyor. Mamaya başlasak iyi. Ama mama da olmaz ki!’’ cümleleriyle lohusayı sendroma doğru sürükler. Anne loş odada göz pınarlarında düşmek için bekleyen damlacıklarıyla gezinir.
Doktor gezmeleri bile içine ferahlık verir. Evden çıkıyordur sonuçta. Sonrasında bir kahve patlatılırsa dışarıda değmeyin annenin keyfine. Ama bebek huysuzlanırsa, koşa koşa yine o loş odaya.
Kazara bebek güzel-uzun bir uykuya dalarsa, anne biraz sosyal medyayı karıştırır. Onun gibi yeni doğum yapmış arkadaşları bakalım ne yapıyordur? Eee biri yemeğe çıkmış, diğeri tatilde, öteki sahilde kahve keyfinde... Meğer bir tek kendi becerememiştir anne olmayı. Ona ağır gelmiştir. İşine gitmeyi özlediği için kendinden nefret eder. O kahve içen arkadaşlarına katılmadığından duyduğu üzüntü duygusunu çok derinlere gömer, kendi bile hatırlamasın ister. O buhranın içinde farkına varamaz; oysa az önce doktora giderken, kendi de gülümserken fotoğraf koymuştur sosyal medyaya. Şu an odadaki lohusa ve paylaştığı fotoğraftaki kadın aynı kişi midir? İşte arkadaşlarında da durum böyledir... O bebeğiyle kahvesini yudumlayan, sabah ağlama krizi geçirmiştir aslında. Kocası ve bebeğiyle yemeğe çıkan belki de boşanmanın eşiğindedir. Ama bizim lohusa nereden bilsin, o baktığı neşe dolu fotoğraflar kadar görür arkadaşlarının iç dünyasını.
Günlere yayılan uykusuzluk, düşündüğünden daha zordur. Hamileliğinde, daha önce doğum yapmış arkadaşlarından dinlediğinde ‘baş ederim ben ya’ dediği uykusuzluk canına tak etmiştir. Evde de bu yorgunluğunun acısını çıkaracak tek kişi kocasıdır. Sürekli ona yüklenir. Sonuçta geceleri o uykusuz kalırken, yanında horul horul uyuyan adamı gördükçe sinirleri tepesine çıkar, ertesi gün hıncı adama patlar. Eh evde de –en iyisi bile olsa- kayınvalidesi de vardır. Kim çocuğuna bağırılsın ister ki? Evde kara bulutlar gezinir. Her çarpışmada, annenin göz yaşı olarak loş odaya akar.
Yorgunluk, kalabalık, gerginlikler, karanlık oda derken sinirler iyice laçkalaşır. Misafirler hep aynı türküyü çığırır; ‘‘Annelik ne güzel duygu de mi?’’ Öyle öyle de... Bir kişi de ‘‘Sen nasılsın arkadaşım?’’ demez. Demek alına gelmez. Herkesin ilgi odağı minicik, dünyanın en tatlı bebişidir. Eli minnoş, ayağı kalburabastı, gözler baba, saçlar anne... Tek konuşma bundan ibarettir. Bu laflar arasında anne diyemez arkadaşına; ‘‘Biliyor musun yeri geliyor avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.’’ diye. ‘‘Ben bu anneliği hiç sevmedim.’’ cümlesi?? Hâşâ düşünceden uzak.
Altını değiştir, emzir, uyut ve kendini unut. Bu karenin içinde çakılır kalır işte lohusa. Kimseye dert yanamaz. Ama bu düşünceler gelir, sakin bir andaysa gidiverir. Tıpkı normal doğum sırasındaki dalgalanmalar (kasılmalar) gibi. Zaten sürekli olsa katlanılmaz. Nefes alamaz. İlk aylarda da kimseye dile getirilmez. Ama çocuk bir-iki yaşına gelince gerçekler su yüzüne çıkar... ‘‘Ay ben bir gün kendimi öldürecektim.’’ ‘‘Ay, yok bir daha çocuk mu? O günleri düşündükçe yapamam diyorum.’’ ‘‘O değil de ilk aylar çok zordu.’’ ‘‘Bebekliğinde çok çektim. Hatta bence ben lohusa sendromu yaşadım.’’ ‘‘Tabii tabii ben de bunalıma girdim kesin. Yalnızlık çok zor.’’ ‘‘Evet, ne yalnız hissetmiştim kendimi.’’ ‘‘Yetersizdim yetersiz! Yetmeye çalışıyor ama bir türlü yetemiyordum.’’ ‘‘Ya ben? O sütüm artsın diye yapmadığım şey kalmadı.’’ ‘‘Her gece ağlıyordum.’’ ‘‘Sen sadece her gece mi? Ben her fırsatta!’’
Gülümsemeye çalışan ama boğazında bir düğümle o loş odada oturan, gözlerindeki yaşlara mani olamayan yeni anne, yalnız hissediyorsun ya, değilsin! O gördüğün toz pembe fotoğraflar, misafirliğe gelen pırıltılı cümleler, aile büyüklerinden işittiğin tecrübeli laflar var ya, çöpe at onları. Her anne yalnızlık hissetti. Her anne çaresiz kaldı. Her anne karanlık odasında ağladı. Yaşanılanlar biraz farklı ama hissedilenler aynı. Kimisinin küvezdeki çocuğu için içi yandı, kimisi bebeğine sütü yetmediğini sandı, kimisi uykusuzluktan bıktı, bir başkası doğum dikişleriyle başa çıkamadı. Ama hepsi ilk defa başına gelen en mucizevi şeyin aslında düşündüğü kadar kolay olmadığını anladı. Yalnız değilsin. Gösterilenle, yaşanılan farklı. Kurulan cümlelerle, kapalı kapılar ardında sarf edilen kelimeler bir değil. Oluruna bırak. Zaman her şeyin ilacı. Bebeğin ay-yaş alırken, sen de anne olarak büyüyeceksin. Zor günler geçecek ama daha güçleri gelecek. Küçük çocuk küçük dert, büyük çocuk daha büyük sorun. Ama yine yalnız olmayacaksın. Tüm annelerin hisleri, duyguları, yaşadıkları bir olacak. Ve unutma, annelik ömür boyu.
Not: Tüm yazılarımda olduğum gibi bu yazımda da herkesin hislerine tercüman olmamış olabilirim. Bir kişi çıkıp, ‘‘Ben hiçte öyle hissetmedim. Müthiş bir lohusalık ve ilk aylar geçirdim.’’ diyebilir... Ne mutlu ona.
https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/