"Bir Zamanlar Çukurova" dizisinin yönetmen koltuğunda oturan Murat Saraçoğlu yeni sezona bomba gibi geldiklerinin sinyallerini veriyor. Her yönettiği projeyi ilk bölümden son bölüme kadar sadakat, istikrar ve disiplinle başarıya taşıyan Saraçoğlu bu başarısının sırrını ise işini sevmesine, tecrübesine ve sabrına bağlıyor.
Dizi sektörüne ve sektör dair birçok konuyu yorumlayan Saraçoğlu, sanatçıların ve oyuncuların kendilerini gizlemesine ve saklamasına gerek olmadığını söylüyor. Sanatçıların kendilerini gizlemesini tehlikeli bulduğunu anlatan Saraçoğlu sözlerine şöyle devam ediyor: “Bence sanatçının gizem taşımasına gerek yok. Bir manavla bir oyuncunun ya da bir yönetmenle bir inşaat işçisinin hayatın kendisi açısından hiçbir farkı yok. Dolayısıyla bu bohemlik, gizem, soğukluk, kibir ve ukalalık gibi şeylerin hakikate dair bir tarafı yok. Biz sadece bunları öğrenip, doğru zannedip ceket gibi üzerimize giyiyoruz. Bunlara hayatın kendisi açısından baktığınızda bir anlam taşımıyor."
Sette kaprisli ve talepkar oyuncuların olmasını da eleştiren Saraçoğlu, “Bir oyuncunun sete geldiğinde 'Kahvem nerede?' cümlesinin ne bu dünyada ne de bu sektörde hiçbir karşılığı yok” diyor ve ekliyor: “Yeteneğiniz ve disiplininiz yoksa size ancak bir proje sabrederler. Ayrıca bir projede 50 bölüm başrol oynadınız diye kendinizi Kate Winslett zannederseniz büyük olasılıkla kafa üstü düşersiniz. Çoğu oyuncu bir gün bu duvara toslar ve aslında o zaman oyuncu olur.
Pandemiden dolayı sezonu erken bitirdiniz. Yeni sezona hazır mısınız, bu süreçte hayatınızda neler oldu neler değişti?
Pandemiye adapte olduk, çok şükür o süreci atlattık. Sezon hazırlığımız devam ediyor. Bunun dışında özel hayatımda bir değişiklik oldu. Ocak ayında evlendim ve bu da benim için umut dolu bir başlangıç oldu. Bu yüzden kendimi iyi hissediyorum.
İyi bir dönemde olduğunuz zaten enerjinizden hissediliyor…
Çok zor bunalıma giren biriyimdir. Bu Pollyannacılık gibi bir şey değil ama bizde ‘Olanda hayır vardır’ diye bir laf vardır. Hayata ben bu yönden bakmaya çalışıyorum.
Sanat içinde olan ve bu alanda üretim veren kişilerin genelde bu pozitif enerjiden ziyade daha pesimist ve bohem bir yapısı olduğu sanılıyor ve bazen de öyle gözlemleniyor. Sizi bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sanatla uğraşan insanlar gündelik hayatla aralarına bir mesafe var gibi düşünüyorlar. Sanki ne gündelik hayata ait olabiliyorlar ne de sanat yarattıkları alanda kendilerini tam anlamıyla ifade edebiliyorlar. Bundan dolayı da gündelik hayata tutunamama ve kayma gibi bir şey olabiliyor. Ben bunu çok tehlikeli buluyorum çünkü bence sanatçının gizem taşımasına gerek yok. Bir manavla bir oyuncunun ya da bir yönetmenle bir inşaat işçisinin hayatın kendisi açısından hiçbir farkı yok. Dolayısıyla bu bohemlik, gizem, soğukluk, kibir ve ukalalık gibi şeylerin hakikate dair bir tarafı yok. Biz sadece bunları öğrenip doğru zannedip ceket gibi üzerimize giyiyoruz. Bunlara hayatın kendisi açısından baktığınızda bir anlam taşımıyor. Türkiye’nin en iyi dizisini çekmeniz ya da Oscar almanız sizi her şeye karşı daha sorumlu kılan bir şey. Ben 50 yaşındayım ve bu kadar şey gördük geçirdik, benim hayata dair öğrendiğim şey bu. Anladığınız şey hakikate dairse ve onun gölgesi altındaysa bohemliğin ve gizemli olmanın peşinde koşmazsınız. Yeteneğiniz olabilir ama işin özü de köpek gibi çalışmaktır. Bunu yaparsanız zaten gece rahat uyursunuz.
Ama o pırıltılı dünya buymuş gibi anlatılıyor…
Evet maalesef öyle… Genç bir oyuncu sete geldiğinde "Kahvem nerede?" diye takılabiliyor ama öyle bir dünya yok. Bir insanın "Kahvem nerede?" cümlesinin ne bu dünyada ne bu sektörde hiçbir karşılığı yok.
"Başrol oynadınız diye kendinizi Kate Winslett zannederseniz kafa üstü düşersiniz”
Sektörün aynı zamanda çok acımasız ve gaddar bir tarafı da var. Bir yandan dahil olmak çok cezbedici diğer yandan da barınmak çok zor…
Barınmak çok zor evet… Fakat her sektörde öyle. Hiçbir yeteneği olmayan bir insana siz araba sattırmazsınız ya da hiçbir pırıltısı olmayan bir insan bir şirkette genel müdür olamaz. Torpille de çıktığı düşünülürse üç ay sonra finans verileri geldiğinde kimse kimseye katlanmaz. Bizde de böyle. Yeteneğiniz ve disiplininiz yoksa size ancak bir proje sabrederler. Ayrıca bir projede 50 bölüm başrol oynadınız diye kendinizi Kate Winslett zannederseniz büyük olasılıkla kafa üstü düşersiniz. Çoğu oyuncu bir gün bu duvara toslar ve aslında o zaman oyuncu olur.
Sizin setinizde işler nasıl işliyor, sizinle çalışmak nasıl?
Senaryoyu, şirketi, oyuncuları ve teknik ekibi aynı anda anlamaya çalışan biriyim. Bu yıpratıcı bir şey. Belki asistanlarımı biraz yoruyorumdur. Bizim sette işler olması gerektiği gibi yürür. Zaten kurumsal yönü de çok güçlü bir şirketle çalışıyoruz. Hiçbir şey bizim setimizde tesadüfen olmaz. İstanbul dışında insanların otelde yaşadığı bir işi uzun süre çekebilmek ve her hafta bir reyting başarısı sağlayıp, oyuncuları da bir arada zapt edebilmek zor bir iş. Yapım ve yönetmen ekibi olarak sürekli aporttayız.
Yönettiğiniz her proje uzun soluklu oldu. Bu başarının sırrı istikrar mı yoksa yönetim tarzınız mı, belirlediğiniz prensipler mi neler?
İş konusunda sabırlı biriyim. En önce sahip olmanız gereken şey sabır. Çünkü atları idare etmek kolay ama insanları idare etmek hiç de kolay değil. Çünkü herkes kendi gördüğü, hayal ettiği Çukurova’yı düşünüyor. Dolayısıyla işin en büyük kısmı sabır, ikincisi de işe sadakat… Bizde genelde ikisinden biri eksik oluyor. İlk hafta işinize sadık olabilirsiniz ama 53'üncü hafta sadık değilseniz, seyirci onu iki dakika izlediğinde fark ediyor. Bu yüzden bu ikisi çok önemli çünkü bunlar olmadan istikrar da başarı da olmuyor.
Bir Zamanlar Çukurova sezonu zirvede bitirdi, zirvede de başlaması bekleniyor. Peki set için aldığınız önemler, çekim rutinleriniz nasıl olacak?
Set için çok ciddi önlemler aldık ve çok net bir yapılanmamız var. Bir dezenfektan şirketiyle anlaştık. Çekim için bir mekana girmeden orası dezenfekte ediliyor, çıktığımızda da ayrıca dezenfekte oluyor. Yemeklerimiz vakumlu geliyor. Zaten diğer setlere göre bizim bir avantajımız var ki daha izole bir hayat sürüyoruz.
“Ülke dediğiniz sadece Çeşme, Alaçatı, Balıkesir, Edirne değil”
Ağırlıklı olarak anlattığınız hikayeler Güneydoğu bölgesinden oluyor. Bu bölgenin hikayelerini anlatmak özellikle üzerinde durduğunuz bir konu ve tercih mi?
Ankara’nın batısında çektiğim çok az işim vardır. Öyle denk geldi… Ülke dediğiniz sadece Çeşme, Alaçatı, Balıkesir, Edirne değil. Ankara’nın doğusu da Türkiye ama bunun pek fazla farkında değiliz. Oralara batıdan bakmadığınız zaman daha iyi anlayabiliyorsunuz. Biz çok fazla Batı'dan bakıyoruz bazı şeylere. Kendimi daha çok oralara ait hissediyorum. Bunun bu duruma bir katkısı illaki oluyordur.
Atlarla aranız çok iyi ve bu özel hayvanlara dair de çok özel bir tutkunuz var. Atlara olan bu tutkunuzun hikayesi nedir?
Hayatımın kötü bir döneminde karşıma bir at çıktı. Bir at aldık ve o atı aldığım andan itibaren bütün hayatım değişti. Alkolü, gece hayatını bıraktım, ruhumu temizledim. Bir tayın dünyaya gelmesi, büyütülmesi, yarışa hazırlanması ya da satılması süreci çok keyifli ama bir o kadar da zahmetli. Eğer atları sevmeseydim asla böyle bir işe girmezdim. Atlar benim her şeyim…
Kaç tane atınız var?
Çiftlikte anneler, aygırlar, taylarla beraber 70 tane atımız var ama benimkiler 10-12 tane .
Yarıştırdığınız ve derece alan atlarınız var mı?
Koşan ve kazanan atlarım var ama şu an sahada değiliz. Nasip olursa tekrar başlayacağız. Ancak "Turap" adında yakınlarda kaybettiğim çocuğum gibi olan bir atım vardı çok güzel yarışlar kazandı. Bir atım yarış kazandığında oğlum okul müsameresinde şarkı söylemiş gibi mutlu oluyorum, ikramiye kazandığını iki üç gün sonra anımsıyorum. Dediğim gibi sevgi olmadan yarışçılık yapılmaz. Bu sevgi dışarıdan anlatacak bir şey değil. Bir hayat biçimi ve insanı kesinlikle tedavi eden bir uğraş.
“İnsanları eğitmek kolay olsaydı her şey farklı olurdu”
Aynı zamanda bir akademiniz de var ve oyunculuk üzerine de dersler veriyorsunuz. Sizce atları eğitmek mi zor, oyuncuları mı?
İnsanları eğitmek kolay değil, eğer kolay olsaydı dünyada ve ülkemizde her şey daha iyi olabilirdi. Bu yüzden atları eğitmek daha kolay.
İYSA Akademi’de (İstanbul Yedinci Sanat Akademisi) neler yapıyorsunuz?
Derslere girmeye çalıştığım bir okul İYSA. Uzman ve akademisyenlerden oluşan kadromuzla kamera önü oyunculuk ve temel oyunculuk dersleri veriyoruz. Ancak bunun yanında yoga, nefes terapisi, meditasyon gibi farklı derslerimiz de var. Yerimiz Nişantaşı’nda.
Peki yeni bir film hazırlığınız var mı, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
En son kendi senaryom olan "Memleket" diye bir film çektim. Bir filmi yazmak ve çekmek mesele değil de dizi çeken bir yönetmen için bir filme zihnen hazır olmak çok zor. Zihnen hazır olmadığınızda elinizde bir "Hamlet" de olsa o filmden bir sonuç almak kolay değil. Bu yüzden 9 ay Çukurova’yı çektikten sonra yazın da X filmi çekeyim demek doğru değil. Benim için doğru zaman gelmediği için film çekmiyorum şimdilik. Ancak her zaman heybemde çekilmeye hazır şeyler var…