Yasak Elma dizisinde hayat verdiği Mert karakteriyle izlediğimiz Can Nergis kariyer yolculuğuna 17 yaşında Çin’de başlayan, akabinde dünyanın dört bir tarafında reklam ve dizilerde rol alarak Türkiye’ye başrol olarak dönen bir isim. Pek çok farklı kültür içinde yaşayan, kendini büyüten ve farklı ortamlarda oyunculuk denemeleri yapan Can Nergis 2011 yılında ise yönetmen Tomris Giritlioğlu’nun “Geri dön” çağrısıyla yurt dışı kariyerini bırakıp, Türkiye’deki ilk başrolü ‘Her şeye rağmen’ dizisiyle buradaki kariyerine başlıyor. O günden beri farklı birçok yapımda zevkle izlediğimiz Can Nergis’in aynı zamanda hatırı sayılır bir ticari geçmişi ve yatırımları da olan bir iş adamı. Son olarak e-ticaret alanına yatırım yapan oyuncu “Asıl mesleğim oyunculuk” dese de yarattığı birçok markayla faaliyet alanlarını genişleteceğinin de sinyallerini veriyor.
Bir süre önce evlenen ve bir kız babası olan Can Nergis ani evlilik kararını, evlendikten sonra neden ailece hiç paylaşım yapmadığını, ticaret hayatını, oyunculuk dünyasına dair anlam veremediği konuları tüm samimiyetiyle anlatıyor. Yasak Elma’da kadın entrikaları içinde var olmaya çalışan Mert gibi hayatında hiç entrikalarla karşı karşıya kaldı mı sorusuna ise Nergis bir itirafla cevap veriyor ve bu tarz entrikalara kurban gitmemek için evlendiğini söyleyerek şöyle diyor; Türkiye'ye geldiğimde bu tarz olaylara kurban olacağımı hissettim ve hemen evlenmek istedim. Evlilik kararı alınca da ne kadar doğru bir karar olduğunu gördüm. Hepsi teker teker benim alanımdan çıktı, entrikalarına kurban olmadan bende aralarından sıyrılmış oldum.”
Fotoğraflar: Barış Acarlı
Gördüğüm kadarıyla motivasyonun çok yüksek, yerinde duramıyorsun hep bu kadar hareketli misin?
Aslında bu gördüğün halimden daha yüksektir motivasyonum. Bu kendimi dizginlenmiş halim. Çocuğumda da artık bu hareketli , motivasyonu yüksek halleri görmeye başladım. Kızım da benim kadar hiperaktif hatta benden daha hareketli diyebilirim. Tabii ben onun yaşındayken daha da hareketliydim ama seneler geçtikçe yavaş yavaş kendimi biraz daha dizginlemeyi öğrendim. Şimdi onda aynı hareketliliği görmek çok hoşuma gidiyor.
Fakat bu meslekte bu hareketliliği, bu heyecanı dizginlememek bir avantaj diye düşünüyorum…
Aslında bu hareketlilik bazen avantaj bazen dezavantaj olabiliyor mesela bazen bir hareket yapmadan önce bir durup yutkunmak gerekiyor. Bir durup soluklanmadan bir şey yapınca yanlış hareket etmiş oluyoruz.
2020'nin sonu 2021'in ilk ayları senin için şanslı bir dönem oluyor diye düşünüyor musun?
I·nşallah hepimiz için çok iyi ve çok şanslı geçer yeni yıl. Biliyorsunuz 2020 hepimiz için çok sancılı bir yıldı. İnşallah 2021'de bir önceki yılda yaşadığımız hiçbir talihsizliği yaşamayız. Umarım çok güzel bir yıl bizi bekliyordur özgürlüklerle dolu bir yıl olmasını dilerim.
“Köklerine bağlı özgür bir adamım”
Hazır herkese özgürlük dilemişken, senin bağımsızlığına düşkün iflah olmaz bir özgür ruh olduğunu da söyleyebilir miyiz?
Evet aynen benim için öyle söyleyebilirsin özgür ruhlu biriyim. Bir yandan da köklerine çok bağlıyımdır. Benim için köklerine bağlı özgür adam demek daha doğru olur.
Geriye dönüp baktığımızda her şeyi bırakıp 17 yaşında yurt dışına gidip bir daha geri dönmem diye düşünen bir profil varken şuan bu noktaya nasıl geldin?
Evet öyleydi 17 yaşında ilk yurt dışına gittiğimde bir daha Türkiye'ye dönmem, hayatımı yurtdışında sürdürürüm diye düşünüyordum. Ama 2011 yılında Tomris Giritlioğlu'nun bana ulaşması ve beni bir dizi için Türkiye'ye çağırması ile bu fikrim tamamen değişti.
Nasıl gelişti bu süreç?
Yurt dışında modellik yapıyordun. Modelliğini dışında çektiğim bazı reklam filmleri vardı dünyanın dört bir yanında yayınlanıyordu. Çağdaş Ertuna'nın bu reklamları görmesinden ve beni köşesinde yazmasından sonra Tomris Giritlioğlu beni görüyor ve bana ulaşıyor. Beni arayıp bir teklifi olduğunu söylüyor. "Hadi Can Türkiye'ye dön artık. Bir dönem dizisinde sana başrol vereceğiz" dediler. Avşar filmin yapımcılığını yaptığı ‘Her şeye rağmen’ adlı bir diziydi. Böyle bir tekliften sonra bende Türkiye'ye geldim, geliş o geliş...
“A’dan Z’ye bir sürü planım vardı ta ki çocuğum olana kadar”
Peki Türkiye'de işler beklediğin gibi gitmeseydi ne yapacaktın bir B planın var mıydı, ya da şu anda da yaptığın başka planlar var mı?
Doğrusunu söylemek gerekirse ben de A'dan Z'ye kadar bir sürü plan vardı ta ki çocuğum olana kadar. Çocuğum olduktan sonra paket büyüdü, paket büyüdükten sonra işler zorlaştı. Çocuğum doğana dek ben hep başına buyruk, tek başına yaşayan birisiydim. Şimdi ise bir ailem çocuğum ve eşim var. Artık bir şey olduğunda bir karar vermek gerektiğinde artık üç kişi adına kararlar veriyorum ve ona göre yaşıyorum. Artık her şeyden önce onların rahat etmesi gerekiyor. Bu yüzden onların rahatlığı ve yaşam standartları için daha kontrollü adımlar atıyorum.
Sürpriz bir şekilde evlilik kararı aldığın ve hemen akabinde sürpriz bir haberle de baba olduğunu duyduk. Bu süreç senin için de bir sürpriz miydi?
Aslında bunların hepsi hiperaktivitemi kontrol altına almak için yaptığım şeylerdi. Bunun için ilk olarak evlendim, hemen akabinde çocuk geldi. Çocukla kendimi daha da iyi dizginledim. Aslında kendimi ve hayatımı disipline etmek için böyle bir tercih yaptım.
“Evliysen çevren sana saygı duyuyor”
Bu disipline girme ihtiyacını hissettiren nasıl bir yaşam tarzın vardı çok merak ettim?
Sen düzgün olsan da yaşam koşulların, oturduğun yer ve arkadaş ortamın seni bir şekilde o çerçevenin dışına çıkarmaya çalışıyor. Bu durumdan bir gün kaçıyorsun, iki gün kaçıyorsun ama en sonunda yine bu çarkın içine dahil oluyorsun. Ama evlilik olunca, çocuk sahibi olunca, bir aile sahibi olunca herkesin çenesi kapanıyor. Hiçbir şekilde ve hiçbir koşulda sana ısrarcı olmuyorlar ve saygı duyuyorlar. Bu yüzden evli olmaktan ve bir çocuk sahibi olmaktan dolayı çok mutluyum. Artık dışarıya ve arkadaş ortamına doğru parçalanmıyorum. Aksine aileme, kendi içime, evime doğru parçalanıyorum. Bütün enerjimi eşime ve çocuğuma veriyorum. Bu yüzden de kendimi daha huzurlu hissediyorum. Hiç pişmanlıkla hissetmiyorum. En azından harcadığın enerjinin karşılığını ailenden alıyorsun. Senelerce arkadaşlarıma harcadığım enerjilerin hiçbirinden bir karşılık bulamadım, boşa harcanmış enerjiler olarak havaya savrulup gitti hepsi.
Seninle ilgili, eşin Jelena ile ilişkinle ilgili haberleri okuduk, hemen akabinde evlilik ve baba olduğun haberleri geldi. Ama gerisi gelmedi. Sonrasında ne oldu?
Hakkımızda hiçbir haber okuyamadığımız çünkü magazine karışmadık. Aile olduktan ve çocuğumuz da doğduktan sonra magazinsel bir değerimiz kalmadı. Ancak eğlence mekanından ya da herhangi bir yerden çıkarken yakalanacağız ki haber olalım. Ama Türkiye'ye geldiğimden beri hiçbir gece kulübüne gitmişliğim ya da çıkmışlığım yoktur. Bu yüzden de beni gece kulüplerinde, meyhanelerde, dışarıda parklarda hoplaya zıplaya göremezsiniz.
Hiç ailenle paylaşım da yapmıyorsun...
Çocuklar hakkında çıkan yaşanan tatsız olaylar var. Bu yüzden kızımı fazla paylaşmak istemiyorum. Yani çok fazla takılmıyorum ama hep etraftan bana mesajlarla uyarılar geliyor; böyle paylaşma, öyle yapma diye. Ama bu paylaşımları yapmamam yanlış anlaşılmasın. Aynı eşim ve kızımla aynı evi paylaşıyoruz, beraberiz, birlikte yaşıyoruz. Kızım için korunaklı her bir arkadaşını da alıp getirebileceği keyifli hobi alanları oluşturmaya çalışıyorum bu günlerde. Çünkü dışarısı güvenli değil ben ona huzurlu bir hayat ve ortam hazırlamak için kafa yoruyorum. Yani her şey yolunda...
“Şimdiki aklım olsa daha erken baba olurdum”
Kızına çok güzel hayallerle ve büyük emeklerle güvenli ve huzurlu bir dünya hazırlıyorsun. Bu hazırlık sürecinde genç baba olmanın nasıl bir avantajı ve katkısı oluyor?
Şimdiki aklım olsa daha erken yaşta baba olurdum. Ben 30 yaşında baba oldum ama aslında 25 yaşında baba olunsa daha iyiymiş. Çünkü daha yüksek enerjiyle çocukla ilgilendiğinde karşılığını ona göre daha yüksek bir şekilde alıyorsun. Yaş geçtikçe, yükseldikçe çocuğa verebileceğin enerjide o ölçüde eksiliyor. Bunun olmasını istemezdim bu yüzden daha genç baba olmak isterdim. Şu an ben tam o sınırdayım çok da bir şey kaybetmiş değilim ama çok çalıştığım için çok fazla yorgunluk var üzerimde. Birkaç sene daha erken yapmış olsaydım benim için daha avantajlı olacaktı. Çok yoğun ve hızlandırılmış bir şekilde 35 ülke deneyimini, iş tecrübesini pek çok yaşanmışlıkları çok seri yaşadım ver geri döndüm...
Evet bu yüzden sendeki yaşanmışlık ve yorgunluk x2 olmalı... Peki kariyerine yurt dışına başlayıp geri dönen biri olarak sektör içinde görüp de anlam veremediğin neler var?
Ben kariyer hayatıma yurtdışında başladım Türkiye’de geldim devam ettim. Yani aslında herkesin önce Türkiye’de başlayıp sonrasında yurtdışında geliştirdiği şeyin ben tam tersini yaptım. Şimdi bana gelip diyorlar ki yurtdışında workshopa gittim oyunculuk eğitimi aldım. Nasıl oyunculuk eğitimi alacaksın daha İngilizce bilmiyorsun workshopa katıldım diyorsun. Görüyorum yurtdışına gidip shopping yapıp workshopa gittim diyenler var. Anlamıyorum bu durumu.
Peki senin bu donanımın, yurt dışındaki deneyimi Türkiye’ye taşımış olmanın yeterli değeri gördüğünü düşünüyor musun?
Hayır pek de değer gördüğünü düşünmüyorum. Ben sisteme çok tersten geldim. Sistem beni kabul etti çünkü pasta çok büyük gibi görünse de aslında pasta çok küçük herkes bir pay almaya çalışıyor. Benim de bu pastada küçük bir dilimim var.
“Doğal olmayan bir oyunculuk yapmam”
Peki Can Nergis bir akademi oyuncusunu mu yoksa sokak oyuncusu mu?
Konservatuar mezunu değilim ama her ne kadar farklı ülkelerde yaşasam da dünyayı hiçbir zaman turist gibi gezmedim. Hep öğrenme ve gözlemleme üzerine yaşadım nereye gittiysem. Bu yüzden çok lokal yerlerde yaşadım. Lokal insanların kültürlerine alışmak ve dillerini öğrenmek benim için çok kolay oldu. Çünkü bu benim bir yeteneğim. Ama bana gelip de şu kitapları oku bu defterleri yaz çiz dersen onu yapamam çünkü benim bir şeyi öğrenmem için yaşamam lazım. Bu yüzden oyunculukta da benim inandığım şey yaşadığım şeyleri en inandırıcı şekilde aktarabilmek. Aktarabiliyorsam da ne mutlu bana naçizane bütün doğallığıyla oyunculuğu yapmaya çalışıyorum. Öteki türlü zaten tamamen rol kesip oynuyormuş gibi geliyor bana. Yani ben kendi kendime oynuyormuşum gibi geliyor. Bu da bana yakışmıyor diye düşünüyorum, doğal olmayan bir oyunculuk yapmak istemem.
Yurtdışından modellikle kariyerine başladın sonrasında ticarete atıldın ve aldığın tekliften sonra Türkiye'ye geldin. Peki senin kariyer yolculuğunda ilk sıraya koyduğun meslek ne oyunculuk mu ticaret mi modellik mi?
Bir kere lokomotif olan şey tamamen oyunculuk. Ben oyuncuyum. 18 yaşında Çin’e gitmemle ilk foto model olarak işe başladım. Daha sonrasında oradaki otellerde çalıştım, sonra oyunculuk reklam ve dizi teklifleri geldi. Çin'de başlayıp Tayland'a uzanan ve Hindistan'a varana kadar farklı dizilerde yapımlarda rol almaya başladım Tomris Giritlioğlu beni arayıp “Hadi geri dön” diyene kadar da yurt dışında farklı ülkelerde oyunculuğa devam ediyordum.
Oyuncular belirli bir gelir elde ettikten sonra ve belli bir birikim yaptıktan sonra ek mesleklere yatırım yapıyorlar ama sen de bu durum sanırım ekstra bir birikim yapmadan önce olmuş öyle mi?
Evet ben belli bir gelir elde etmeyi beklemeden yaptım. Çünkü tek bir işi yapmak bana tembellik geliyor. Madem zamanımız var tek kişi yapmayalım iki işi birden yapalım ama işin durumuna göre planlı programlı olmak gerekiyor. Mesela oyunculukta şu an çok fazla mesai harcıyorum. O yüzden ticaret tarafını biraz yumuşattım oyunculuğa ağırlık verdim. Ama öyle bir sistem kurdum ki oyunculuğa ağırlık verdiğimde de diğer taraf kurduğum sistemden dolayı kendi kendini zaten işliyor. Bu da bana ekstra avantaj sağlıyor. Ama bu demek değildir ki setten çıkıp gidip diğer işin başına geçiyorum. Böyle bir şey söz konusu değil. Benim asıl mesleğim oyunculuk arkada kurduğum sistemden dolayı da ticaret kendi kendine yürüyen bir ek gelir kaynağım.
“Kadınların entrikalarını geçip kendi entrikama bakıyorum”
Evet yasak Elma'ya gelecek olursak, Yasak Elma entrikaları içinde kendini nasıl hissediyorsun?
Valla okumama rağmen hiç anlamıyorum. Hangi entrikanın ne şekilde gelişeceğini hiçbir şekilde çözemiyorum, bilmiyorum. Bu yüzden dizideki kadınların entrikalarını geçip kendi entrikama bakıyorum. Ama inşallah seyirciler dizideki canlandırdığım karakterin kendi gerçek karakterim olduğunu düşünmüyorlardır.
Bu konuda eleştiri aldığın şeyler oldu?
Her işte oluyor. Gerçekten canlandırdığım karakter gibi biri olduğuma inanıyorlar. Bu da bana aslında iyi geliyor. Çünkü inanmışlarsa bu iş tamamdır diyorum. İzleyenler gerçekten bu adamda hiç duygu yok, aşk yok, his yok diye düşünüyorlar. Neyin peşinde diye sorguluyorlar.
Peki dizideki gibi kadın entrikalarına, kadın oyunlarına kurban gittiğin oldu mu?
Kurban olmadan, olacakken hemen evlendim. Çünkü Türkiye'ye geldiğimde bu tarz olaylara kurban olacağımı hissettim ve hemen evlenmek istedim. Bu yüzden hiç kimsenin kalbini kırmaya gerek yok, yanlış anlaşılmayalım, kendimize düzgün bir yol çizelim, evlenelim çocuk sahibi olalım dedim. Evlilik kararı alınca da ne kadar doğru bir karar olduğunu gördüm. Hepsi teker teker benim alanımdan çıktı, entrikalarına kurban olmadan bende aralarından sıyrılmış oldum.
Karşılaştığın en büyük entrika neydi?
Her türlü entrikayı gördüm. Aslında onlar adım atmadan daha ben onu tahmin edip önlemimi alıyordum. Herkes bana daha önceden gördüğüm oyunları oynamaya çalışıyordu. Bana bu şekilde yaklaşmaları çok saçma ve komik geliyordu. Sana oyunla geldiklerinde sen de aynı şekilde onlara başka bir oyunla gidiyorsun ve onları alt etmeye çalışıyorsun. Yani onlar gibi sen de bir oyunun parçası ve oyuncusu oluyorsun. Ben de bu oyunlara dahil olmamak için tak diye önünü kesiyorum ve arkamı dönüp gidiyorum. Hiç içine dahil olmuyorum çünkü bir adım öncesi ne yapmak istediklerini görüyorum.
Peki eşin Jelena (Milosavljevic) ile evlenme sebebin de bir kaçış mıydı?
Onu ilk gördüğüm anda bu kadından çocuk yapmak istiyorum demiştim. Evlenmek hiç aklımda yoktu ama onu ilk gördüğümde gidip ona da söyledim “Senden çocuk yapmak istiyorum, var mısın bu işe?” dedim. O da “Varım” dedi ve bugün geldiğimiz noktada güzel bir ailemiz var
“Beni anlayanlar için ben bir hayat gurusuyum”
Farklı kültürlerde yaşayıp çok şey öğrenmenin ve görmenin sana zararı ne oldu?
Fazla görmek, fazla bilmek de aslında iyi değil çünkü aynı zamanda insanlarda sana karşı bir önyargı oluyor. Çok bilmiş gibi şeyler konuşuluyor arkandan. İnsanlardaki bu algıyı şimdi kırmaya çalışıyorum. Arkadaşlarım bana Mr. Çok bilmiş der ama günün sonunda haklı çıktığımı da hep görürler. Bu yüzden olabildiğince onlara karşı bilmişlik taslamaya çalışmam. Aslında beni anlayanlar için bir hayat gurusu gibi bir şeyim. Ama insanlar ego yapıyor. Benim yapmadığım egoyu bana karşı yaptıklarını görüyorum. Ama oyuncularda ego olmazsa olmuyormuş bir yandan da öyle şeyler söylüyorlar. Büyüklerden bunları duyuyorum; egosuz oyuncu oyuncu değildir falan tarzı laflar duyuyorum. Ama bu sıkıntıların içinde bir de ego mu yapacağız ya da milletin egosunu mu çekeceğiz diye düşünüyorum. Bu yüzden egoyla işim olmaz. Bir insan da bana nasıl yaklaşırsa nasıl gelirse ben de ona o şekilde giderim, karşılık veririm. Aslında bukalemun gibiyimdir.
Peki geri döndüğünde farklı hangi gözle bakar oldun etrafına?
Türkiye'nin zenginliğini içinde yaşadığın zaman anlamıyorsun. Özellikle İstanbul’da yaşayanlar, yaşadıkları şehrin kıymetini ve etrafındaki zenginlikleri asla göremiyorlar. Mesela ben 7-8 yıl sonra Türkiye'ye döndüğümde bazı şeyleri daha net görür oldum. Anadolu'dan gelen bir kişi de İstanbul'da doğup büyüyen birine göre bu şehrin kıymetini ve değerlerini daha iyi görüyor. Dışarıdan gelenler üçüncü bir göz olarak İstanbul'daki zenginlikleri değerlendirebilecek potansiyelleri daha iyi görüyor. Çünkü İstanbullular etraflarına objektif bakamıyor. Dışarıdan gelen bir adam ise etrafındaki ticarete dökülebilecek değerleri anında görüp analiz edip uygulamaya geçiyor. Bu yüzden objektif bir göz her zaman gerekiyor ve farklı sonuçlar doğuruyor.