Sabah saatlerinde Japiur’dan Agra’ya doğru trenle yola çıkıyorum. Sözüm ona en üst sınıftan bilet aldım ama “en üst sınıftan aldım.” diyince aklınıza kuş sütüyle beslenildiğiniz falan gelmesin. Sadece kendine ait koltuğunun olduğu bir dünya gelsin gözünüzün önüne.
Tren Agra’ya yaklaşırken tren kapısından şehri izliyorum ve Agra Fort’un toprak rengini hafızama kazıyorum. İniyorum ve hemen bir tuktukla bavulumu otele bırakıp kafamdaki tek sorun olan “Varanasi’ye nasıl gideceğim?” meselesini çözmek üzere tren istasyonuna dönüyorum.
Pazar günü olduğu için bilet satışları gerçekleşmiyormuş efendim. “Bugün git, yarın gel.” dediler. Tam Agra Fort’a gitmek üzere istasyondan çıkıyorum çılgın Muson yağmurlarına denk geliyorum.
“Neticede Muson, biraz yağar sonra durur.” diyip biraz içerde bekliyorum. Beklerken birçok tuktuk insanı gelip “Maaaam yu vant tuktuk?” sorusuyla seni boğmaya başlıyorlar. Derken yerde yatan insanlardan bir tanesi gözlerini bana dikmiş olması dolayısyla dikkatimi çekiyor ve bir bakıyorum yüzü tamamen sineklerle kaplı. Tanrım çok ilginç! İnsan gayri ihtiyarı eliyle bazı hareketler yaparak sinekleri kovmaya çalışır, bizimki kesinlikle onlarla barışık bir şekilde yaşıyor.
Neyse biraz bekledikten ve yağmur kuvvetini azalttıktan sonra, gezmek istediğim heryeri gezebileyim düşüncesiyle “bari bisiklet tuktuk şeklindekilerle gideyim” diyor ve sıkı bir pazarlık yapıyorum. Asya’da bisikletli tuktuklara kalbim dayanmıyor. Çok üzülüyorum ama bu sefer “Buna bineyim.” dedim bir kere. Hareket etmemizle etrafın Agra Gölü olduğunu görmem ve bisiklet tekerleklerinin bana yağmur sularını sıçratmasına denk gelmem bir oldu. “Kübra iyi halt ettin de buralara geldin!” çıkıverdi ağzımdan. Sularla cebelleşirken kafamı sağa çevirmemle yaşadığım şoku anlatamam! Adamlar göletin içerisinde sanki o su yokmuşcasına suyun içinde yürüyorlar. Ben en az nasıl suya bulanırım düşüncesindeyken onlar dizlerine kadar su içinde yürüyebiliyorlardi. Anlayamazsınız....
Agra Fort, 1573 yılında, en büyük Babür İmparatorlarından biri olan Akbar'ın egemenliği altında inşa edilmiş. Kaleyi tamamlamak 4000'den fazla işçi ve sekiz yıl sürmüş. Bu kadar büyük bir yapı için 8 yıl çok kısa geldi bana.
Agra Fort’u gezerken küçük pencereler arasından Taj Mahal’in teaser’ına denk geliyorsunuz. Aman kaçırmayın =)
Buradan sonra çok etkilendiğim Jama Masjid’e gidiyorum. Hindistan’da üç Jama Masjid gezdim ve isimlerinin hep Cuma anlamına gelen Jama Masjid olmasını anlayamadım. Kinari Bazaar’ın göbeğinde olan bu caminin ihtişamından etkilendim. Kinari Bazaar’ı gezin diye okudum ama ben pek bi cacık yok diyenlerdenim- hatta yüce kalabalık.
Bugün için artık çok da vakit kalmadığı ve ertesi gün erkenden kalkacağım için otele erken gidiyor, erkenden yatıyorum.
Merakla beklediğim günün sabahına uyanıyorum- Taj Mahal bekle beni!
Hindistan'daki Müslüman sanatının ve dünyaca tanınmış başyapıtlarından bir tanesi olan Taj Mahal, Babür imparatoru Şah Cihan'ın en sevdiği karısı anısına, 1631-1648 yılları arasında Agra'da inşa edilmiş.
Evet fotoğraflarda göründüğü kadar ihtişamlı bir yapı! Sabah gündoğumunda gidilmesi tercih ediliyor. Bir önceki gece gündoğumu saatini öğrenip ona göre alarmımı kuruyorum. Sabah gidişimi riske atmamak için akşamdan da resepsiyona sabah istersem taksi bulup bulamaycağımı soruyorum. Hazırlanıp Ola’dan tuktuk çağırıyorum. Normalde gün içinde bindiğiniz tüm tuktuklar günlük tur isteyip istemeyeceğinizi soruyor. Bence kesinlikle gerek yok. Tek kelimeyle düdüklemeye çalışmaca!
"Güzel fotoğraflar çekerim, tripodumu götüreyim." düşüncesindeyseniz “o tripodu usulca yerine bırakın” derim. İçeriye malesef tripod alınmıyor. Hal böyle olunca, yalnız geziyorsanız, her telefonla fotoğraf çekmek isteyen insanın, telefonunu oraya buraya dayandırarak fotoğraf çekme eziyetini yaşamaya adaysınız.
Neyse içeriye giriyorum ve ağzım açık Taj Mahal’e bakarken fotoğraf makinasına davranıyorum ve “lömbürt” diye siftahı küçük bir dışkıya basarak yapıyorum. “Ohhhh tazeleeer =)”
Bütün hepsini gezeyim, biraz keyfini çıkarayım derken 2-2,5 saate yakın zaman geçiriyorsunuz.
Buradan çıktıktan sonra Itmad-ud-Daulah's Tomb ve Chini Ka Rauza’yı ziyarete gidiyorum. Itmad-ud-Daulah's Tomb için yavru Taj Mahal deniliyor.
Chini Ka Rauza yıpranmış ama duvarlarındaki çiniler dolayısıyla bence görülebilir bir yapı. Biraz uzak da olsa zaman varsa neden olmasın? Üstelik burası Itmad-ul Daula Agra’nun pek yakınında. Dolayısıyla buraya gelince combo yapabilirsiniz. Chini ka Rauza, adını Çin'den getirilen renkli çinilerden alıyormuş.
Otele vardığımda artık midem sırtıma yapıştığı için nerede yemek yiyebileceğime yönelik araştırmamı yaptıktan sonra “Pinch of Spice”a gidiyor, Jeera rice ve Kashmiri dum aloo yiyorum. Yine pilav yiyorum ama bu sefer patatesin sulu yemek versiyonunu yiyorum. Karnımı tıka basa doyurduktan ve biramı gümlettikten sonra otele geri dönüyorum.
Pazartesi sabah uyanıp mükemmel etiformumu yedikten sonra Varanasi’ye biletimi almak için tren istasyonuna gidiyorum. İstasyona 10m kalmış durumda ama istasyona ulaşamıyorum, çünkü inanılmaz bir trafik var. Tuktuktan inmeyi başarıp yürümeye kalktığımda bu sefer birim kare içerisindeki hareketli sayısından gıdım ilerleyemez oldum- tuktuk, araba, inek, keçi, insan ve sinekler. Yetmezmiş gibi sinir testine alınmışsın hissini yaşatırcasına durmak bilmeyen korna sesleri.
Tren ile gece yolculuğuna karar verinceye kadar Hintli tanıdığımızın kuzeniyle 7 telefon görüşmesi yaptım. Güvenli değil dedikleri aslında tren içerisinin güvenli olmama durumu değil, indiğin saatle ilgiliymiş. Alışık olmadığımız bir düzen olduğu için en yüksek sınıf hangisiyse onu aldım. Ve tabi ki “Merhaba ben bilet almaya geldim” diyip bilet alamıyorsunuz. Bunların bir rezervasyon mekanizması varmış. Bütün bilgilerimi aldı, kayıt yaptı memur ve “Tamam bu kağıdı al ve yarın buraya saat 11:00de gel-sakın gecikme- ve biletini al.” diyip beni gönderdi. Kesinlikle anlamadım. O kadar anlamadım ki yanımdaki iki genci yanıma çağırıp meseleyi bana anlatmalarını istedim.
Buradan çıktıktan sonra işimi hallettiğimi hissetmenin mutluluğu ile “ya yarın geldiğimde işim çözülmemiş olursa” düşüncesinin yarattığı çelişkili hisler tavanı gördükten sonra “aman Kübra- en kötü ne olabilir?” diyip Mehtab Bagh’a doğru yola koyuldum. Mehtab Bagh kocaman bir bahçe ve Yamuna River’ın karşısındandan Taj Mahal’i görmek için pek sakin bir ortam sağlıyor.
Buradan araç bulmak konusunda çok sıkıntı yaşadığım ve kafamdaki paranın çok çok üstünde rakamlar söylendiği için şansıma bir turisti götüren tuktuk şoförü beni de alıyor. Bir şekilde turist çocukla iletişimi devam ettiriyoruz ve ertesi gün Fatehpur Sikri’ye birlikte gitmeye karar veriyor, sabah buluşmak üzere birbirimizden ayrılıyoruz.
Normalde tuktuk şoförleri seni bağlamaya çalışıyor ve tek yön 1000INR gibi bir paraya seni götürebileceğini söylüyorlar.
Ben de araştırmamı yapıp, oraya yaklaşık 45dk süren 45 INR’lik tek yön biletle ( otobüs içinde ödeme yapılıyor) gitmeyi önerdim. Aslında böyle yaparak daha günlük yaşamı deneyimleme şansım olduğu için bunları daha bir tercih ediyorum.
Gayet rahat bir yolculuğun ardından- neticede artık sıcakta terlemek ve hijyen seviyesinin sümüklü parmak olması normumuz olmuş durumda- Fatehpur Sikri’yi geziyoruz.
16. yüzyılın ikinci yarısında imparator Ekber tarafından yaptırılan Fatehpur Sikri 10 yıl boyunca Babür İmparatorluğu'nun başkentiymiş. Hindistan'daki en büyük camilerden biri olan Jama Mescidi burada bulunuyor. Caminin hemen arkasında saray var. Camiye parasız girebiliyorken, saray için bilet alınması gerekiyor. Ben camiden pek etkilendim ama sarayda bir cacık olmadığını düşünüyorum. Hatta yanımdaki arkadaşıma da sorduğumda ondan da aynı yanıtı aldım. Camiyi gezerken size etrafı anlatmak isteyecek ve karşılığında da hiçbirşey istemeyeceğini belirten küçük çocuklara denk geleceksiniz. Anlatımın sonunda para vermezseniz sinirleniyorlar.
Yine otobüsle geri dönüyoruz ve son günüm olması dolayısıyla bira içmek için denemek istediğim Oberoi Amarvilas’a gidelim diyorum.
Otobüsün bizi indirdiği yerden tuktuka biniyoruz, haritanın söylediği ile şoförün bizi götürdüğü yönün birbiriyle hiç alakası olmaması üstüne şoförü durduruyorum ve itiraz etmem üzerine bizi Allah’ın unuttuğu bir yerde bırakıyor ve yetmezmiş gibi para talep ediyor. Bizim Singapurlu para vermeye yelteniyor, ben yüce cesaretle “hayır” diyip uzaklaşıyor ve ola ile araç çağırıorum. Tuktuk şoförü çok sinirli ve bizi köşede sıkıştırıyor, derken aracımız geliyor ve biniyoruz. Bu sefer bindiğimiz arabanın kapısını açıp gitmemize izin vermiyor. Adam gözü dönmüş bir haldeyken, yeni şoförümüzü ikna edip bir şekilde uzaklaşıyoruz.
“Oberoi Amarvilasta bir gece konaklayabilirmişim.” diye geçirdim içimden. Design otel kafasını seven biri olarak çok ilgimi çeken bir tasarımı olmasa da deneyim olması açısından bu kültürün tadına bakabilirmişim.
Biralarımızı gümlettikten sonra esas maceraya doğru yola koyulmak üzere bavulları yüklenip tren istasyonuna doğru yol alıyorum.
Hayatımda Singapur’dan sonra en çok terlediğim yer olan Agra’dan sonraki durağım Varanasi! Stay tuned!