İki farklı dini dibine kadar yaşadığım yerdir burası. Bir an gelsin gözünüzün önüne, daracık sokaklarda Kurban Bayramı dolayısıyla kesilmiş hayvanların kanları üzerinden atladığım ve aradan birkaç saat geçtikten sonra Hindular'ın ölü yakma merasimlerine denk geldiğim.
Araştırırken hep gün boyunca tuhaf bir kokuya, gün sonunda da duş alırken vücudundan akanlarla suyun karardığını okumuştum. Ben, bütün gün sokaklarda yürümüş olmama rağmen, böyle bir manzara ile karşılaşmadım.
Evet, bu dini de anlayabilmek için gittiğim iyi olmuş ama “Tanrım bu nasıl bir güzelliktir!” ya da “Keşke biraz daha kalabilsem.” gibi cümleler geçmedi hiç aklımdan.
Deli sıcak. Gece fosur fosur uyumuşum. Tren tıngır mıngırtısıyla yarı uyanık şekilde Olacab bekliyorum ve kesinlikle Olacab bulamıyorum. Kafamdaki tutar ile tuktukların söylediği rakamlar uyuşmuyor, artistlik yapıyorum. Sonra “Kübra birkaç lira için etrafı göreceğin zamandan kaybetmen anlamlı mı?” diyip tuktuk’a “ok” diyorum. Adam “Yollar kapalı.” diyip beni yolun ortasında bırakıyor ve başka bir bisiklet tuktuk’a devrediyor. Şaşkınlıklar ve acılar içerisinde – “Azman bir bavulu bu adamcağıza nasıl taşıtayım?!” diyerek- biniyorum. Bunları anlatıyorum, “Asla asla demeyin”i doğrulamak için.
Dünya anlamsızı otelime varıyor, hızlıca duş alıp çıkıyorum. Ara sokaklardan “ghat” denilen Ganj nehrine açılan kapıları gezmeye başlıyorum. Etraftan maymunlar, domuzlar, inekler, sinekler çıkıveriyor. Bazen an geliyor, daracık sokakta inekle başbaşa kalıyor ve ne yapacağını bilemediğin için çaresizce ya ineğin sana yol vermesini ya da işin adabını bilen bir Hintlinin sana destek çıkmasını bekliyorsun.
Varanasi merkezindeki çok ünlü bir temple’a girmeye yelteniyorum. Herkesi her kapıdan almıyorlar. Neyse turistlerin girebildiği kapıyı buluyorum. Bu sefer, içeriye eşya almadıklarını öğrenip emanetçilere yönlendiriliyorum. İçerisi ana baba günü. Gıdım gıdım ilerliyorsun. Hiç anlam ifade etmeyen bu temple’da çok vakit geçirmeden kendimi sokaklara atıyor ve bütün gün sokaklardaki renk cümbüşüne şahit olacak şekilde yürüyorum. Aynı gün içinde neredeyse hayvanat bahçesine gitmiş gibi çeşit çeşit hayvanlarla karşılaşıyor, her an yanınızdan geçen ölüler sayesinde hayat ile ölümün arasındaki ince çizgisine şahit oluyorsunuz.
Akşam 18:00’de Dashashwamedh Gath’ta “Night Pooja Ceremony”i izlemek üzere merdivenlere kuruluyorum. Tabi o kadar Hintli kardeş arasında sayılı yabancılardan olunca ilgi çekmemek mümkün değil- etli kuru fasulyedeki et parçası sayılırsın. Hal böyle olunca amcaların, teyzelerin kadrajındaki esas eleman olmaya adaysınız. Birkaç fotoğraf çektikten sonra seremoninin de başlamasıyla izlemeye koyuluyoruz. Genellikle bir tanrı imajına çiçek veya meyve teklifi yapmaktan ibaret olan bu tören, benim yüce ilgimi çekmedi.
Tanık olmak ve katılmak için yüzlerce kişinin Ganj Nehri kıyısına akın ettiği bu töreni yaklaşık bir saat izledikten sonra “Açım!” diyen karnımı doyurmak için Brijrama Palace ‘a gidiyorum. Çok hoş girişi olan bu yerin tursitleri de pek düzgün. Belli bir yaş üzerinin takıldığı düzgün bir yer. Pilav niyetine “Sada chawal” ve Hindistan dünyamda pilav ile eşleşen yegane yemeğim patates olan “Potato curry with English vegetables” söylüyorum. Bunun öncesinde Arabistan’dan çok çok tanıdık gelen ekmek kılıklı şeyler geliyor. Çocukluk anılarım canlanıyor. O kadar ki ikinci sepeti istiyorum =) Yemekler çok çok leziz olmakla beraber tıka basa karnımın doyduğunu hatırlıyorum.
Çok geçe kalmadan yürüyerek otelime geri dönüyorum.
Sabah 5.00 gibi ayağa kalkıp Ganj nehrinde gündoğumunu izlemek üzere yürümeye başlıyorum. 5.20’de sokakların nasıl canlı olduğunu şaşkınlıkla karşıladığımı hatırlıyorum. Dashashwamedh Ghat’a varıp klasik hareketlerden biri olan pazarlık işlemini başlatıyorum. Thailand’da pek eğlendiğim bir arkadaşımdan da öğrendiğimi uygulayarak blöf yapmaya başlıyorum. Ortada bir noktada buluşunca tekneye atlıyorum- lütfen dikkat: Kendime özel bir tekne ile gidiyorum. Yaklaşık 1 saatlik bir tur başlıyor ve anlatmaya başlıyorlar. Hindular, Varanasi'nin dünyadaki en kutsal yer olduğuna ve Shiva tarafından kurulduğuna, ölen kişinin külleri Varanasi'deki Ganj'a atılırsa ruhlarının cennete taşınacağına ve yeniden doğuş döngüsünden kaçacaklarına inanıyorlarmış. Reenkarnasyona inanan bu kültürde moksha denilen bu kavram çok derin bir kavram olup, mekân ne kadar kutsal olursa, moksha'ya ulaşma şansınız o kadar artıyormuş. Bu nedenle de Varanasi’de cenazeye olan talep çok yüksekmiş.
Hindu halkı, haftanın yedi günü, günün 24 saati ölülerin yakıldığı tek şehir olan Varanasi’nin suyunda yıkanıyor, atalarına ve tanrılarına saygı gösteriyor, çiçek ve gül yaprakları sunuyor, ayinlerde kullanılmak üzere kil çömleklerde su alıyor ve ölülerin küllerini nehre saçıyorlar.
Ölü yakma merasimi şu şekilde ilerliyor: Bir insan öldüğünde; aile, cesedi tahtalardan oluşan sedye kılıklı bir araçla şarkılar söyleyerek nehir kıyısına getirir. Vücudun ruhunu arındırmak için nehirden bir miktar su alırken, ailenin bir erkek üyesi saçlarını, bıyığını veya sakalını tıraş eder. Ailenin en yakın üyesi aynı zamanda nehirde yıkanır ve saflığı simgeleyen beyaz kıyafetleri giyer. Bundan sonra vücudu yakmak için yaklaşık 360 kg odun almak zorundalarmış ve büyük bir vücudu yakmak için yaklaşık 500kg kütüğe ihtiyaç duyulabiliyormuş. Ceset, nehir kıyısındaki bir yatak gibi hazırlanmış ve tahta ile kaplanmış odun yığınına dikkatlice döşeniyor. Ailenin belirlenen üyesi ceset etrafında beş kez bir meşale ile (Hinduizm'in beş unsurunu temsil ediyormuş) yürür ve ardından ateşi yakar. Bir yakma yaklaşık üç ila üç buçuk saat sürermiş ve aile tüm süreç boyunca sonuna kadar beklermiş.
Şafakta, işçiler külleri tören alanından Ganj'a dökerken, hasat edilen taze ahşaplar tekne ile cenaze alanlarına getiriliyor.
Burayı gezerken, ölülere saygı duyulması beklenerek çekime izin verilmiyor. O nedenle fotoğraf çekmek isterseniz ölünün ailesinden izin almak gerekiyor ki üzüntülü birinden böyle bir izin talebinde bulunmak fazlaca iddialı br hareket olur.
Genel olarak Dashashwamedh Ghat, Kedar ghat, Asi Ghat gezilmesi gereken Ghat’larmış.
Yaklaşık bir saatlik turumdan sonra kahvaltı niyetine bizim için patatesli gözleme, onlar için stuffed paratha gümletip geziye kaldığım yerden devam ediyorum. Bu sefer farklı mahallelerini gezmek üzere yola koyuluyorum ve Müslüman mahallelerine denk geliyorum. Kurban Bayramı dolayısıyla yerlerde kanlar, hayvan organları... Üstüne sinekler üşüşmüş. Ağzımı burnumu kapaya kapaya geçiyorum ama halimi görmeniz lazım. Uzun yürüyüşler sonunda New Delhi’ye doğru yola çıkmak üzere otelime dönüyorum.
Varanasi hikayemin kafanızda daha iyi canlanması ve başlığın anlamlandırılması amacıyla, mükemmel bir diyalogla kapatayım:
Son gün çıkış yapıyorum. Lobide beklerken resepsiyon görevlisi yanıma yaklaşıyor ve diyalog başlıyor.
-Merhaba! Ben ülkelerin bozuk paralarının koleksiyonunu yapıyorum. Eğer üstünüzde Türk bozuk parası varsa, bana verebilir misiniz?
-Tabii, bakayım.
Parayı adama uzatırken serçe parmağının tırnaklarının uzun olması dikkatimi çekiyor ve soruyorum:
-Gitar mı çalıyorsunuz? (serçe parmak uzun olmaz, biliyorum)
-Hayır, neden?
-Serçe parmak tırnağınız uzun, ondan merak ettim.
Aradan çok kısa bir boşluk oldu ve resepsiyon görevlisi ekledi:
-Ben et yiyorum.
Bunu demesiyle, benim hata vermem ve “Yok artık, benden daha hızlı konudan konuya atlayan biri varmış şu hayatta.” demem arasında 2-3 sn vardır. Sonra devam etti.
-Et yediğim zaman etler dişlerimin arasında kalıyor. Tırnağımın uzun olmasının nedeni etleri kolaylıkla çıkarabilmeyi sağlamak.
Sözlerin yetersiz kaldığı anlardan birine tanık olduysak “dağılabiliriz arkadaşlar”.
Bisous,
Cubelicious
@kubkagan