Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - Mezar taşları bulunduğu toplumun tarihi, kültürel ve sosyolojik özelliklerini barındıran en güzel yansımalardır. Göktürkler ve Selçuklulardan süregelen bu gelenek Osmanlı İmparatorluğu döneminde de şekillendi, değişime uğradı ve o günlerde yapılmış mezar taşları günümüze kadar ulaştı. Bugün yaşadığımız topraklarda hangi mezarlığa gitsek gözümüze, yüzlerce yıldır ayakta kalmış, her biri farklı anlam taşıyan birçok mezar taşı ilişir. Bir toplumun kültürünü ve bölgedeki varlığını ispat eden bu taşlar tarihi olarak da büyük bir kanıt niteliği taşır. Birbirinden farklı süsleme ve form ile karşımıza çıkan bu mezar taşlarının bize anlatacak bir hikayesi verecek bir bilgisi vardır ancak bunu yalnızca dikkatli bakanlar görebilir. Tıpkı İstanbul'un Zeytinburnu ilçesindeki Merkez Efendi Mezarlığı'nda bulunan Halil Ağa'nın mezar taşı gibi. Ölüm sebebinin 'karı dırdırı ve annesinin kavgaları' olduğunu gelecek nesillere aktarmak isteyen Halil Ağa bize nasıl bir mesaj vermek istedi?
TARTIŞMALARDAN BIKTI, İMAMA VASİYET VERDİ
Birkaç yıl önce yolu İstanbul Zeytinburnu'ndaki Merkez Efendi Mezarlığı'na düşmüş biri ya da birilerinin gözüne bir mezar taşı ilişti. Taşın üzerindeki yazılı olan metnin 'kadın dırdırı ve anasının kavgaları' olmasından mıdır yoksa gerçekten enteresan görülmesinden midir bilinmez bu mezar taşı oldukça dikkat çekti. Anlatılara göre mezarda yatan kişi Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamış sıradan bir insan 'Halil Ağa' idi. Rivayete göre Halil Ağa'nın eşlerinden yana pek yüzü gülmemişti. İlk eşiyle sorunlu bir ilişkisi olan Halil Ağa aradığı huzurun başka bir kadında olduğuna inandı. Bu sebeple ikinci kez evlenen Halil Ağa başlarda gerçek aşkı bulduğuna ve mutlu olacağına inansa da birkaç ay sonra ikinci eşinin ilk eşiyle sürekli uğraştığına ve kendisini onunla kıyasladığına şahit oldu. İki eşiyle başı derde giren Halil Ağa'nın sıkıntılarına bir de annesinin gelinleriyle olan kavgaları da eklenince günleri, ayları ve hatta yılları üçü arasındaki bitmek bilmeyen sorunlarla mücadele etmekle geçti. Zamanla sıkıntıdan yatağa düşen Halil Ağa dünyadan göçüp gitmeden önce iki eşinden intikam almak istedi ve dönemin imamlarından birinin yanına gitti. Öldükten sonra mezar taşına yazılmasını istediği o metni imama sundu. İmam, bunun Halil Ağa'nın bir vasiyeti olduğunu görünce metinde yazanları onaylamasa da kabul etmek durumunda kaldı. Nitekim Halil Ağa kısa bir süre sonra vefat etti ve imam söz verdiği gibi onun vasiyetini yerine getirdi.
Merkez Efendi Mezarlığı'na defnedilen Halil Ağa'nın mezar taşına ise şu cümleler yazdırıldı:
"Merhum ve mağfûr
İla rahmeti Rabbihi’l-Gafur
Karı dırıltısından vefât eden
Es-Seyyid Halil Ağa
Ruhuna Fatiha
Sene 1260 (1844)"
Halil Ağa mezar taşında yazılı olduğu gibi eşlerinin arasındaki çatışmadan dolayı mı hayatını kaybetmiş bilinmez ancak bu mezar taşı gibi diğer mezar taşları da bize yüzlerce yıl önce yaşamış insanları, dönemin sosyo-kültürel özelliklerine dair bir şeyler anlatıyor. Peki tarihi bilgi taşıyan bu mezar taşları gerçekte bize ne anlatıyor? Yalnızca mezar taşlarında yazan metinlerin değil, onların süsleme ve formlarının da mesaj niteliği taşıdığını söyleyen Dr. Selma Gül, "Türk mezar taşları Göktürkler ve Selçuklularla süregelen ve geçtiği toprakların inanışlarını da beraberinde getiren, Osmanlı döneminde de kendine özgü üslupla devam eden köklü bir defin geleneğidir. Bu gelenek 700 yıllık Osmanlı hakimiyetinde kitabe, süsleme ve form açısından gelenekselin yanında yüzyıllar içinde eklenen üsluplar ya da modalarla farklı özellikler göstermiş, baş ve ayak taşı klasiğinden abidevi anıtlara dönüşmüştür" dedi.
'MEZAR TAŞI BİR MİLLETİN TAPUSUDUR'
Mezar taşlarının bir toplumun tapusu olduğunu ileten Dr. Gül, bu kalıntıların bir toplumun bir bölgedeki varlığının ispatı olduğundan toplumların varlıklarının kanıtı olarak mezar taşlarını gelecek nesiller için miras olarak bıraktıklarına değindi.
Karşımıza çıkan mezar taşlarındaki kitabelerden ölen kişinin mesleği, ölüm nedeni, ailesi hakkında bilgi aldığımızı söyleyen Gül, ölen kişinin mesleklerini belirten işaretler ya da süslemelerin ya da ölen kişinin hayattayken sevdiği veya kullandığı nesnelerin de mezar taşlarında yer alabildiğini iletti. Aynı şekilde bir mezar taşında kullanılan süslemelerin dönemin sanat zevkinin anlaşılmasına da ışık tuttuğunun altını çizen Selma Gül, yalnızca süslemelerin bile ölen kişinin ekonomik durumuna dair önemli izler taşıdığını da hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:
"Mezar taşı bir yandan da bir rekabetin de göstergesidir. Ne kadar büyük ve gösterişli olursa o kadar ilgi çeker, dua alır ve ölen kişinin hayattaylen iyi bir ekonomiye ve toplumda varlıklı bir konuma sahip olduğunu gösterir."
'BOYUTU KİŞİNİN EKONOMİK DURUMUNU YANSITIR'
Ölen bir kişinin mezarının bulunduğu konum bile bize çok fazla bilgi verdiğini söyleyen Dr. Gül, "Mezar taşları, boyutları, kitabeleri ve süslemeleri ile ziyaretçinin ilgisini çekmek ve bir duasını almak istenmesinin yanında, ölen kişiye bir statü kazandırır. Mesela Sur İçi’nde Şehzade Mehmed Camii haziresine gömülen bir vatandaş ile sur dışındaki bir mezarlığa gömülen vatandaş arasında statü farkı vardır" ifadeleriyle duruma açıklık getirdi.
Dr. Gül açıklamalarına devam ederken mezar taşlarındaki gülabdan ve buhurdan tasvirli mezar taşlarına dikkat çekerek aslında bu iki unsurun da bize bir mesaj verdiğinin altını çizdi.
Buhurdan ve Gülabdan'ın Türk ölüm kültüründe önemli yere sahip olduğunun altını çizen Dr. Selma Gül, "Buhur ateşe atılmak veya özel bir kap içinde yakılmak suretiyle güzel kokulu dumanından faydalanılan madde, tütsüdür. Buhurdan ise tütsünün yakıldığı kaptır. Gülabdan ise içine gül suyunun koyulduğu şişelerdir. Gül hem kendisi hem suyu bir cennet metaforu olarak görüldüğünden yani cennet kokusu olarak görüldüğünden Hz. Muhammed’in de gül gibi koktuğu ifade edildiği için İslam kültüründe önemli bir yere sahiptir. Dini ve özel günlerde olduğu kadar cenaze törenlerinde de buhurdan ve gülabdan kullanımına önem verilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedana mensup kişilerin cenaze törenlerinde de kethüdalar tarafından taşınan buhurdanlar cenazeye eşlik ettiğini biliyoruz" diyerek Buhurdan ve Gülabdan'ın aynı zamanda bir zenginlik göstergesi olduğu ve bunları minyatür sanatında resmedilen detaylardan açıkça görebileceğimizin altını çizdi.
KARNINDA BEBEĞİYLE ÖLEN KADINLARIN MEZAR TAŞI BİLE FARKLI
Osmanlı mezar taşlarında bazen çok ilginç uygulamaların da görülebildiğini ifade eden Dr. Gül, "Mesela bugün Türk İslam Eserleri Müzesi'nde sergilenen bir kadın mezar taşı gövdesinde bir başka mezar taşı daha yer alır. Bu mezar taşının hamile bir kadına ait olduğu, doğum sırasında bebeğiyle vefat ettiği için mezar taşının bu şekilde yapıldığı görülür" dedi. Dr. Gül, 1832 tarihli bir mezar taşı kitabesinde de 'Doğum yapıp şehid olan Şerife Hanife Hanım' ve oğlu Halil Molla'nın mezarının bir örnek olduğuna işaret etti.
TÜM SEMAVİ DİNLERDE BİR ANLAMI VAR
Son olarak bütün semavi dinlerde ölümden sonra hayatın varlığına inanıldığından mezar taşlarında birbirine benzer cennet metaforlarını farklı şekillerde görebilmenin mümkün olduğunu ileten Dr. Gül, şunu da ekledi:
"Mesela Müslüman mezar taşlarında cennet metaforu olarak servi ağacı, hurma ağacı, gül gibi tasvirler kullanılırken Hristiyan mezar taşlarında melek figürlerinin kullanıldığını görüyoruz."
Balıklı Meryem Ana Rum Ortodoks Manastırının avlusunda yer alan mezar taşlarının üzerinde çoğunlukla ölen kişinin mesleğine yönelik bezemeler olduğunu ileten Dr. Gül, "Örneğin ölen kişi terzi ise makas, mühendis ve mimar ise iletki, gönye gibi çizim aletleri yer alır" diyerek açıklamalarını noktaladı.