Merhaba sevgili Milliyet okurları
1961 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü'nden mezun olan, çizgileri Tercüman, Akşam, Güneş, Yeni Yüzyıl gibi gazetelerde yayınlanan, mimar, ressam ve karikatürist Güngör Kabakçıoğlu'nu 2011 yılında kaybetmiştik.
Mimarlık Vakfı tarafından Güngör Kabakçıoğlu eserleri ve eserlerinden oluşan kitap tanıtımı Mimarlar odası İstanbul şubesi sergi salonunda geçtiğimiz günlerde sevenleriyle buluştu.
Serginin oluşması ve kitap baskısı konusunda en yakın arkadaşlarından biri olan Mimar Doğan Hasol hem öncülük hem de ev sahipliği yaptı.
Güngör Kabakçıoğlu’nu ‘’ Anılmak istediği meslek sıralaması, “Karikatürist, Ressam, Mimar” şeklindeydi. Benim içinse Güngör, “meslektaşım, komşum, ortağım, daha isabetli bir tanımla, can kardeşim’di. ‘’ sözleriyle tanımlayan Doğan Hasol hocamızla sergide bir araya gelerek sizler için Güngör Kabakçıoğlu’ nu sordum.
1-Güngör Kabakçıoğlu ile tanışmanız nasıl oldu?
Kendisiyle tanışmam iki türlü oldu: Birincisi, delikanlılık yıllarımızda haftalık çocuk dergisi Doğan Kardeş’te çıkan karikatürleriyle. Doğan Kardeş’in çok genç iki karikatüristi vardı: Güngör Kabakçıoğlu ve Selma Emiroğlu. Güngör benden beş yaş büyüktü; ünlü olmuştu bile.
Gerçek tanışmamız mimarlık ortamında oldu. Ben Mimarlar Odası İstanbul Şubesi sekreteriydim; o dönemde mimarlar için SSK konut kredisi güvencesiyle bir konut kooperatifi kurmuştuk. Kooperatif bizi, Yeniköy’de gerçekleştirdiği Mimarlar Sitesi’nde buluşturdu. Güngör ve eşi Beril üst katımızdaki komşularımız oldular. Yakınlaştık… Bir yıl sonra Has Reklam’ın kurucusu kardeşim Yalçın Hasol’u bir trafik kazasında kaybedince; o reklam ajansını kurtarmak uğruna birlikte kolları sıvadık. Güngör o tarihte BP’deki mimarlık görevini sürdürmekte, bir yandan da karikatürlerini üretmekteydi.
2-Kendisini nasıl tanımlarsınız?
Kendisi her zaman coşkulu ve çok üretken bir insandı; elinden kalemi hiç düşmezdi. Aklına gelen her fikri, çizgiyle canlandırmak gibi üstün bir yeteneği vardı. Bunu kendisi de kitabın bir yerinde çizim ve yazıyla güzel anlatıyor: “Ben düşünmeye başladım mı… Hayal dünyamda yaşamaya başladım mı… Yazmaya, Çizmeye başladım mı… Beni kimse tutamaz…”
3-)Unutamadığınız bir anınız muhakkak vardır, bizimle paylaşır mısınız?
Yine İstanbul’un şiddetli kışlarından biri… Kar bastırdıkça bastırıyor. Taksim Gümüşsuyu’nda Has Ajans’ta Güngör, eşim Hayzuran ve ben birlikteyiz. Hava kararırken eve nasıl gideceğimizi düşünmeye başladık. Yeniköy’e kadar nasıl olsa gideriz ama o karda arabayla Küçüktepe yokuşunu tırmanmak olanaksız. En önemli sorunumuz da, Güngör’ün kısa bir süre önce geçirdiği kaza ve operasyon nedeniyle ancak koltuk değneğiyle yürüyebilmesi.
Hemen karşıdaki Opera Oteli’nde kalmaya karar verdik ve telefonla rezervasyon yaptırdık. Ajanstan çıktık; “önce bir yemek yiyelim” dedik ve komşu lokantalardan birine girdik. Dışarıda kar, bizde bir sohbet, bir sohbet… Daha sonra otele yöneldik ve bizi bekleyen acı sürprizle karşılaştık. Geciktiğimizi, herhalde gelemeyeceğimizi düşünerek, ayırttığımız odaları başkalarına vermişler.
Eve yönelmekten başka çare kalmamıştı. Bizim emektar kaplumbağa Volkswagen’le gece yarısı Yeniköy’e vardık ve tabii asıl sorun yokuşu tırmanmaktı. Arabayla denedik, olmadı. Yürümek tek çareydi; onu da gerçek bir dayanışmayla, tabi binbir güçlükle becerdik.
4-Birçok dostu mimar olarak zaman zaman resim yaptığını bildiklerini, fakat bu kadar çok resim yapmasına şaşırdıklarını dile getirdi. Sizin bundan haberiniz vardı, sizinle nasıl paylaştı eserlerini?
Mimar olarak önce, görevli olduğu BP’nin, Kervansaray adını verdiği turizm projelerini gerçekleştirdi; sonra da ağırlığı Bodrum’da olmak üzere konut grupları ve turizm tesisleri yaptı. Hepsi de mimarlık değerine sahip değerli, ciddi çalışmalardı. Bunların birçoğunu o zamanlar YAPI dergisinde yayımlamıştık. Yalnızca tasarımları, projeleri yapmakla yetinmez, inşaatları denetlemeye de koşardı. O seyahatlerde çok ciddi kazalar geçirdi. Vücudunda oluşan kırık-çıkıkları da pek önemsemeyerek, yine çizdiği resim ve karikatürlerle bile anlattı.
Bir yandan mimarlık, bir yandan gazetelerde sürekli yayımlanan karikatürleri, bir yandan da resim çalışmaları… Hep “Karikatürist, ressam, mimar” diye anılmak isterdi. Ne var ki bizim toplumumuz farklı dallarda çalışan kişileri, farklı yorumlayıp tuhaf bir şekilde değerlendirir. Örneğin ressamlar, “o ressam değil ki, mimar” ya da “karikatürist” derlerdi. Bence Güngör her üç alanda da değerliydi.
Sergideki resimlerin birçoğunu ben de ilk kez gördüm. Resimlerdeki özellikle İstanbul yorumlarına, önemli, ünlü yapıların plan ve görünüş olarak ustaca sunulmasına, perspektiflerdeki derinlik anlayışına bir kez daha hayran kaldım. Sergilenmemiş daha nice resimleri varmış ailede. Kardeş kadar yakın olduğum Güngör’ün üretkenliğini bildiğim halde resimlerin çokluğuna ben bile şaşırdım. Niteliğine de tabii… Bunu itiraf etmeliyim.
5-Sergi ve kitap baskısında sizin öncülüğünüz olduğunu biliyorum. Biraz bahseder misiniz, nasıl gelişti süreç?
Yaşadıklarına, çevresine, çalışmalarına ilişkin olarak el yazısı ve karikatürlerin fotokopileriyle hazırlayıp ciltlettiği bir kitap maketini adıma imzalayarak vermişti. Kitap basılmamıştı. Değerli bulduğum o çalışmanın yayınıyla Mimarlık Vakfı’nın ilgilenebileceğini düşündüm. Genel Sekreter Ali Rüzgâr’ın örgütlemesiyle o değerli eser böylece Mimarlık, Resim ve Karikatür dünyasına kazandırılmış oldu.
6-Mimarlık Vakfı tarafından 8 Eylül 2018 - 22 Eylül 2018 tarihleri arasında açılan Güngör Kabakçıoğlu sergisine gelen konuklar hangi eserleriyle karşılaştılar, biraz bahseder misiniz?
Sergide yer alan eserler, Güngör’ün resim çalışmalarıydı. Daha çok da İstanbul ve Bodrum’a ilişkin resimler… Biraz önce de belirttiğim gibi o resimlerdeki sanatsal düzey, dört dörtlük bir sanatçıya yaraşır türden. Fikir, yorum, düzen, çizgi, renk, perspektif… hepsi yerli yerinde. Tekrar ediyorum, bütün bunlar ve inanılmaz üretme enerjisi beni de hayretler içinde bıraktı.
7-Günümüzde mimari karikatüristlerden Güngör Kabakçıoğlu çizgisine yakın bulduğunuz isimler var mı?
Günümüzde değerli mimar-karikatüristler var. Onları birbiriyle kıyaslamak istemem. Hepsi kendi yolunda değerli. Hemen şu anda anımsadıklarım: Tan Oral, Deniz Dokgöz, Behiç Ak… Yazık ki artık hayatta olmayan Semih Balcıoğlu’nu, mimar olmasa da, özellikle İstanbul karikatürleriyle ve “Güle Güle İstanbul” kitabıyla anmak isterim. Ve tabii merak da ederim: “Semih yaşasaydı bugünkü İstanbul’u nasıl yorumlardı” diye.
8-Mimarlık Vakfı’nın desteğiyle aynı zamanda bir kitap basıldı. Bu kitabın içeriğinden biraz bahseder misiniz?
Mimarlık Vakfı, kitabı Güngör’ün kızı Zeynep Kabakçıoğlu’nun da yardımlarıyla çok iyi hazırladı. Kitap, Güngör’ün el yazısı ve karikatürlerle hazırlayıp bana verdiği kopyanın neredeyse tıpkıbasımı gibi. Farkı şu: Bendeki baskı siyah-beyaz fotokopiydi; kitapta ise, Zeynep’in sağladığı orijinaller kullanıldığı için kitap renkli oldu. Kısacası kitap, Güngör’ün hazırladığı orijinale daha uygun.
Kitapta ilk bölüm Yaşamöyküsü; ardından “Karikatür, Resim, Mimari Çalışmalar” geliyor. Sonra, yakınlarını anlatıp çizdiği bölüm… Daha sonra, yaşamından kesitler: bebeklik, çocukluk, ergenlik anıları, geçirdiği kazalar-ameliyatlar, yakınlarından ve kimi ünlü siyasilerden portreler… Son bölüm de kendisini yorumladığı “Ben Bendeki Benlerimle Yaşıyorum” ve nihayet, eşi Beril’in vefatının birinci yıldönümünde ona yazdığı duygu dolu mektubu.
Kitabın önsözünde de yazdığım gibi, “Bazı insanlar ölümsüz oluyor; Güngör Kabakçıoğlu da hiç kuşkusuz onlardan biridir”.
Güngör’ü sevgi ve özlemle anıyorum.