Günlük hayatımızın bir parçası haline geldiğinde spor olmaktan çıkıp, bir tutkuya dönüşen bir aktiviteden hatta onun sinemayla buluşup bir festival olmasından bahsedeceğim: Bisiklet Film Festivali.
İki sevdiğim şeyi bir arada görünce duramadım yazmaya karar verdim.
İstanbul’da yaşayanlar için bisiklete binmek istisnalar haricinde imkansız.
Maalesef bisiklete binmeyi çocukluk aktivitesi olarak keyifle ve kısmen de acıyla hatırlıyorum.
Üç tekerlekli bisikletle başlar çoğu zaman, sonra iki tekerlekli bisiklette dengede durma calışmalarıyla devam eder.
Bir süre yardımcı yan tekerleklere ihtiyaç duyarız.
Cesareti toplayıp tekerlekleri çıkardığımızda, binebildiğimizi görmekse müthiş bir sevinç kaynağıdır.
Bazıları için bisiklet yakın bir dost gibidir.
Her yere onunla birlikte giderler.
Harçlıklarını aksesuara yatırırlar, bakımını sürekli yaparlar.
Hele ilk bisikletin hatırası başkadır.
İstanbul gibi bir şehirde bisiklete binmenin neredeyse imkansız oldugunu fark ettiğinizde çocukluğunuzu hatırlamakla yetiniyorsunuz.
Özellikle hızlanırken veya yokuş aşağı inerken rüzgarın yüzünüze çarptığını hatırlamak keyif veriyor.
Türkiye’ye Bisiklet’in Girişi isimli yazısında Gökhan Akçura, Refik Halit Karay’dan şöyle aktarıyor ve gülümsetiyor:
"Ben ömrü billahi bisiklete ayağımı basmadım. Zira kuru ardımı avuç içi kadar sert bir yaylı meşin parçasına iğreti dayayarak çala bacak, iki büklüm, dünyayı görmeden, çıngır mıngır ve şansız, şerefsiz dolaşmaktan, etrafımı görmekten ziyade kendime baktırmaktan zevk alamayacağımı anlamıştım.”
Bisiklet bazıları için tam bir işkenceyken bazıları içinse tutkudur.
Çeşitli doğa sporları yaparak büyüyen Brendt Barbur için de bisiklete binmek tam bir tutku.
Brendt Barbur, bundan 10-15 yıl kadar önce New York sokaklarında bisikletiyle dolaşırken bir otobüsün kendisine çarpmasıyla talihsiz bir kaza geçirir.
Kazadan sonra bisiklet sevenler ve ondan vazgeçemeyenlerle ilgili bir etkinlik düzenlemeye karar verir ve Bisiklet Film Festivali projesini geliştirir.
2001 yılından bu yana Moskova, Paris, Londra, Milano, San Francisco ve New York gibi onlarca şehirde düzenlenerek uluslararası bir etkinliğe dönüşen bu festivalin güzel bir tarafı da bisiklet tutkusunu moda, müzik ve sinema gibi farklı disiplinlerle birleştiriyor olması.
Barbur’ın New York’ta bisiklete binerken başına gelen kazadan sonra başlayan festivalin 11. yılının durakları arasında ilk defa İstanbul da bulunuyor.
13-16 Eylül tarihleri arasında yapılacak Festivalde, İstanbulluları bu kez sanat ve sporla dolu dört gün bekliyor.
Festivalin İstanbul programında kısa metraj bisiklet filmleri de yer alıyor.
Fotoğraf sergileri, bisiklet gezileri ve paneller festivalin diğer etkinliklerinden.
Dört günlüğüne de olsa İstanbul’da rahat rahat bisiklet binebilecek bir ortamın yaratılması ve bunun bir festivale dönüşmesi bana pek bir keyif verdi.
Haydi siz de ellerinizi bırakın!