Yaşlanma; her canlının doğası gereği görülen, bazı işlevlerde azalmanın seyrettiği, evrensel ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir. İnsan organizması da bu sürecin her aşamasında farklılaşarak değişik özellikler gösterir. Bireyin yaşlanması, tek bir koşula bağlı olmadan gelişen, biyolojik, ekonomik, psikolojik ve sosyal boyutlarla etkileşen karmaşık bir olgudur. Sabit ve artık değişmeyen bir yaşam dönemiymiş gibi kullanılan ‘yaşlılık’ teriminin yerine, yaşamın doğal sürekliliği içerisinde değişimini ve devamlılığını anlatan ‘yaşlanma’ terimini kullanmak daha uygun olacaktır.
YAŞAM SEVİNCİ YÜKSEKSE YAŞLI HİSSETMEYEBİLİR
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 65 yaş ve üstü gruba ‘yaşlı’ denilmektedir. 35 yaşında bir insan da geçmiş yaşantılarına ve enerji düzeyine bakarak yaşlandığını düşünebilir. Yaşlanma hakkındaki görüşler, kişinin o zamana kadarki yaşanmışlıkları ve hayattan beklentilerine göre değişkenlik göstermektedir. Kişinin saçları beyazlamış, eskisi kadar dik olmayan bir duruşa sahip, dişleri dökülmüş vs. olabilir, fakat her olgu gibi yaşlılık da kişinin kendisini konumlandırdığı ölçüde o kişide sirayet edecektir. Kişinin hala yaşama sevinci fazlasıyla yüksekse, hayattan beklentileri varsa ve mutluluğu için bir şeyler yapıyorsa, hobilerine vakit ayırıyorsa o kişiye yaşlı demek ne kadar doğru olur?
PİŞMANLIKLARLA YÜZLEŞME YAŞLILIK KORKUSU İŞARETİ
Kişiler şöyle bir dönüp de hayatlarına baktıklarında kendileri için çok fazla şey yapmadıklarını, gerçekleştirmek istedikleri birçok şeyi yerine getirmeyip, insanlara istedikleri gibi davranmadıklarını ve bütün bunları gerçekleştirmek için çok fazla zamanlarının kalmadığını düşünmeye başladıkları anda, yaşları kaç olursa olsun (ister 30, ister 70) yaşlılık ve ölüm korkusu yaşamaya başlarlar.
Kişi hayatının kontrolünün elinde olmadığını, artık olanların olup bittiğini ve bundan sonra böyle bir hayata mahkum olduğunu, hayatını değiştirmek için zaman kalmadığını düşünür. Bu düşüncelerin verdiği mutsuzlukla, o zamana kadarki kendisince kaçırdığı fırsatlara bakar, pişmanlıklarıyla yüzleşir, depresif duygu durumu içerisine girer ve enerjisi düşer. Terapide de çok sevdiğim bir motto olan ‘İlişkidir iyileştiren’ sözü unutulmamalıdır; kişilerin yaşları ne olursa olsun sağlıklı iletişim yöntemleriyle üstesinden gelemeyecekleri sıkıntı yoktur. Hiçbir durum için çok geç değildir. Bu noktada profesyonel bir yardım almak kişiler için iyi olacaktır.
‘YAŞ 70, İŞ BİTMİŞ’ SÖZÜ GEÇMİŞTE KALDI
Toplumda yaşlandıkça unutkanlığın normal olduğu gibi bir kanı yaygındır. Bu kesinlikle çok yanlıştır. Unutkanlığın tek nedeni Demans değildir. Kaygı ve depresyon aynı derecede unutkanlığa neden olabilmektedir. Kişilerin unutkanlıkları özellikle ‘Öktem Sözel Bellek Süreçleri’ testinin de içinde bulunduğu iyi bir nöropsikolojik değerlendirmeyle, bilişsel işlevleri etraflıca incelenerek varsa eğer kognitif kayıpları ince ince saptanmakta ve unutkanlığının Alzheimer veya başka bir demansif nedenden mi, yoksa depresyondan mı kaynaklandığı net bir şekilde görülebilmektedir. Yani ‘Yaş 70, iş bitmiş’ sözü eskimiş ve geçerliliğini yitirmiş bir kavramdır. Toplumun yaşlıların tecrübelerinden faydalanıp yaşlı insanları hayatın içinde çok daha aktif bir şekilde görebileceğimiz projelerle hayata bağlamaları gerekmektedir. Kullanılmayan işlevler yaş kaç olursa olsun körelir.
‘Yaşlı olduğu için zaten yapamaz’ diye düşünmektense kişilerin yaşam boyu yapabilirliklerini güçlendirmek, körelmesine izin vermeden devamlı olarak yeteneklerini aktif tutmak gerekmektedir. Bir ülkede kreş çocuklarının huzurevlerine götürüldüğü bir uygulama görmüştüm. Bu şekildeki moral ve motivasyon arttırıcı çalışmalar yapılabilir. İyi ya da kötü, hasta veya sağlıklı karşımızda bizden çok daha fazla yaşanmışlığı olan bireyler bulunuyor. Çevrenizdeki yaşlı insanlarla olabildiğince fazla vakit geçirmeye çalışın, parka gidin, yürüyüş yapın, kart oyunları oynayın, birlikte müzik dinleyip şarkılar söyleyin, demansı varsa bile konuşun, bırakın size onuncu kez aynı şeyi anlatsın, her defasında onu düzeltmeniz sizin de sinirlerinizi bozmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
75 YIL SÜREN ARAŞTIRMADAN ÖNEMLİ BAŞLIKLAR…
Kaliteli ilişkiler içerisinde olmanın önemini vurgulamadan bu yazıyı sonlandıramayacağım. 1938 yılında başlayıp 75 yıl boyunca süren, sosyoekonomik düzeyi iyi ve kötü olmak üzere 724 erkek katılımcı ile yapılan, son yürütücüsü Psikiyatrist Robert Waldinger olan Harvard Üniversitesi Yetişkin Gelişimi Çalışması’ndan bahsetmek istiyorum. Bu kişilerle çalışmaya 20’li yaşlarından itibaren başlanmış ve her 2 yılda bir düzenli olarak veriler toplanmış. Bu verilerdeki yaşlanmayla ilgili en çarpıcı sonuçları özetlemek gerekirse;
•‘İyi ilişkiler bizi daha mutlu ve daha sağlıklı tutar.’ Geçimsiz bir evliliği olan kişilerin sağlık durumları incelendiğinde, boşanmış ya da yalnız yaşamakta olan kişilerden çok daha kötü durumda oldukları görüldü.
•‘Güzel, sıcak ilişkiler yaşamak koruyucudur. 80’li yaşlarında en sağlıklı durumda olan kişilerin 50’li yaşlarında en doyum aldıkları, ihtiyaç duyduklarında diğerine gerçekten güvenebilecekleri ilişkileri olan insanların olduğu anlaşıldı. Her ilişkide illa ki anlaşmazlıklar, ufak tartışmalar olacaktır. Ancak ilişkinin kalitesini bu tartışmalar bozmayacaktır, en önemlisi karşılıklı güvendir. Ayrıca bu karşısındakiyle güven içerisinde ilişkisi bulunan insanların 80’li yaşlarında hafıza testlerinde en başarılı performansı gösteren insanlar olduğu görüldü. Kaliteli ilişkiler hafızamızı koruyor.
•‘Sağlıklı bir hayat, iyi ilişkilerle inşa edilir.’ İlişkinin kalitesinin etkisi 20’li yaşlarında kişileri fiziksel ve ruhsal olarak o kadar etkilemezken 30’lu yaşlarından itibaren belirgin bir şekilde etkilemeye başlıyor.
Bu araştırmanın sonuçlarından sadece birkaçına bakarak bile görüyoruz ki, sağlıklı yaşlanmak için dikkat etmemiz gereken ana başlıklar çok açık:
1. Sağlıklı ilişkiler
2. İlişkinin kalitesi
3. Kararlı ve destekleyici evlilikler.
Medical Park Silivri Hastanesi Psikoloğu Fehime Hamaloğlu