MLP Care hekimleri bu hafta "Çocuk Sağlığı" konusunu ele alıyor.
“Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın; çünkü bir çocuğun bir yetişkine öğretebileceği her zaman üç şey vardır: Nedensiz yere mutlu olmak, her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak ve elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmaktır.”
Paulo Coelho (Romancı ve söz yazarı)
Sağlıklı toplumun temelleri ancak sağlıklı doğan ve sağlıkla büyüyen çocuklar ile atılacaktır. Büyürken en çok emek gerektiren canlı türü insandır. Belli bir genetik alt yapı ile doğan çocukları büyüme sürecinde bekleyen çeşitli zorluklar vardır. Çünkü başta beslenme olmak üzere, hareket etmek ve derdini anlatabilmek için dahi mutlaka bir erişkine muhtaçtır. Bir önceki neslin deneyimleriyle çocuk büyütenler olsa da, bu süreçte ebeveynlerin en yakın yardımcısı hekimler olmaktadır. Bu yazıda kısa başlıklar altında çocukları büyütürken nelere dikkat etmemiz ve çocuklarda sık karşılaşılan bazı sorunlara değinilecektir.
Hemen her annenin ilk endişesi çocuğunun büyüme ve gelişmesinin normal olup olmadığıdır. Bu süreçte bir başka çocukla kıyaslayarak yorum yapmak strese yol açacaktır. Oysa 900 gram doğan bir bebeğin büyüme-gelişmesi ile 3500 gram doğan bir bebeğin büyüme-gelişmesi birbirinden farklı olacaktır. Her çocuk doğum boy ve kilosuna uygun olan büyüme çizgisinde ilerler ve hekimler bunu persentil çizelgeleri dediğimiz tablolara bakarak belirlerler. Büyüme denildiğinde vücut hacmi ve kütlesinin artması (boy, ağırlık, baş çevresi) anlaşılmalıdır. Gelişme ise biyolojik fonksiyonlardaki ilerleme ve olgunlaşmadır. Bu ikisi uyum içinde olmalıdır. Hayatın ilk yıllarında büyüme hızlıdır. Kabaca, çocuklar 2-3 yaş arasında ortalama yılda 8 cm, 4-8 yaş arasında ise ortalama 5-7 cm uzarlar. Boy uzamasındaki hızlanmanın ikinci kısmı ergenlik döneminde olur. Kızlarda 10 yaş, erkeklerde 12 yaş civarında ortalama yıllık uzama 8-14 cm arasındadır. Dolayısıyla her yaş ve cinsiyetteki çocuk kendi büyüme çizgisi doğrultusunda değerlendirilmelidir.
Bebek beslenmesinde en kaliteli, en eski, en iyi bilinen besin anne sütüdür. Milattan önce 8. yüzyıla ait kazılarda bulunan duvar kabartmalarında dahi anne bebeğini emzirirken resmedilmiştir (Karatepe-Aslantaş Milli Parkı). Hiçbir hazır mama anne sütünün harika yapısına sahip değildir ve her anne bebeğini emzirmeye özendirilmelidir. Bebeğin bağışıklık sisteminin gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır ve aslında “bebeğin ilk aşısıdır”. Özellikle ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi bebeği birçok hastalıklardan korumaya yardımcı olacaktır. Anne adaylarına doğumdan önce emzirme eğitiminin verilmesi ve eşin desteği anne sütü vermeyi özendirmektedir.
Anne sütü alan ve hızla büyüyen bebeğin yeterli kemik gelişimi için uygun dozlarda vitamin D desteğine ihtiyacı olacaktır. Bu nedenle anne sütüne ek olarak, genellikle iki yaşına kadar günlük D vitamini ihtiyacı dışarıdan verilmelidir. Güneşi bol bir ülke olmamıza rağmen güneşten yeterince yararlanılamaması, destek kesildikten sonra bazı çocuklarda vit D düzeyinin düşmesine yol açabilmektedir. Dolayısıyla şüpheli olgularda vit D düzeyi ölçülmeli, eksik ise uygun dozda ve yeterli süreyle destek yapılmalı, vit D’nin fazla alındığında böbrekler ve kalp-damar sistemi için tehlike oluşturabileceği de hatırlanmalıdır.
Çocuklarda sık karşılaşılan bir diğer sorun kansızlık olup en sık nedeni de demir eksikliğidir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın programı çerçevesinde bebeklere 4. Aydan itibaren demir desteği yapılmaktadır. Kansızlık tedavi edilmediği takdirde halsizlik, iştahsızlık, çabuk yorulma, konsantrasyon güçlüğü, okul başarısında düşüş ve iştah sapması (aşırı tuzlu yeme, kahve telvesi, kağıt, buz veya toprak yeme isteği) görülebilmektedir. Yapılacak basit bir kan tetkiki sorunun erken teşhisi ve uygun tedavisini sağlayacaktır.
Çocuklar mevsim dönümlerinden kolayca etkilenmekte ve bazı enfeksiyon hastalıkları sık görülmektedir. Kış aylarında nezle, grip, tonsillit (bademcik iltihabı), sinüzit, krup/bronşit/bronşiolit, pnömoni (zatürre), orta kulak iltihabı sık görülürken, yaz aylarında ishal ve kusma sorun olabilmektedir. Bu hastalıkların hepsinin kendine özgü bulguları olmakta ve genellikle hekime başvuruyu ve tedaviyi gerektirmektedir. Bu süreçte küçük çocukların sıvı kaybına daha hassas olduğu, kusma-ishali olan ya da uzun süre beslenemeyen çocuklarda böbreklerin etkilenebileceği ve uygun sıvı desteğinin gerektiği hatırlanmalıdır.
Tonsillit olan çocuklarda etken bakteriler ise (özellikle streptokok) erken antibiyotik başlanmasının eklem-kalp romatizması riskini azaltabileceği bilinmelidir. Krup, bronşit/bronşiolit, zatürre halinde solunum yetmezliği açısından yakın takip ve uygun tedavi önemlidir.
Çocuklarda kış aylarında görülen bu hastalıkların çoğunda etken virüslerdir. Virüslerin antibiyotikle tedavi edilemeyeceği ve gereksiz antibiyotik kullanımının bağırsaktaki yararlı mikroorganizmalara da zarar vererek istenmeyen sonuçlara (ishal, bağırsak iltihabı, sindirim bozuklukları, vb) yol açabileceği hatırlanmalıdır. Antibiyotikler herhangi bir nedenle uzun süreli ve/veya çok sık kullanılıyorsa böbrek ve karaciğer fonksiyonları yakın takip edilmelidir. Çünkü ilaçların büyük çoğunluğu böbrek ve karaciğer yoluyla atılmaktadır.
Çocuklarda yaşam kalitesini etkileyen önemli rahatsızlıklardan biri de alerjik durumlardır (astım, alerjik rinit, atopik dermatit, gıda-ilaç-evcil hayvan- böcek alerjileri, ürtiker). Astım ve alerjik rinit tozlaşmanın yoğun olduğu bahar aylarında ve hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda alevlenebilmektedir. Alerjinin en iyi tedavisi alerjenden uzak durmaktır. Bu nedenle neye karşı alerjinin olduğu saptanmalı, aileler bilgilendirilmeli ve alevlenme dönemleri uygun tedavi yaklaşımıyla (genellikle antihistaminikler ve/veya lökotrien antagonistleri) kontrol altına alınmalıdır.
Yukarıda söz ettiğimiz enfeksiyon hastalıkları genellikle ateş, her etkene özgü olabilecek diğer bulgular ve ani başlayan yakınmalarla kısa sürede teşhis edilerek uygun tedaviyle düzelmektedir. Asıl sorun sinsi seyreden ve geç kalındığında istenmeyen sonuçlara yol açabilen durumlar olup bunları kısaca hatırlamak yararlı olacaktır:
Çocuklarda tansiyon olur mu?
Normal düzeydeki kan basıncı (tansiyon) bebeklikten itibaren hepimizin sağlıklı yaşam sürmesini sağlar. Tansiyon ölçümü fizik muayenenin önemli bir parçasıdır. Çoğu kişi şaşkınlıkla karşılasa da yeni doğan bebeğin dahi tansiyonu ölçülmelidir. Erişkinlerde genellikle sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) üst sınırı 120 mmHg, diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) üst sınırı ise 80 mmHg olarak kabul edilmektedir. Çocuklarda ise tansiyon yaş, cinsiyet ve boya göre farklılık gösterir. Bu nedenle öncelikle tansiyon ölçümü uygun manşon kullanılarak ve çocuk sakin iken, doğru şekilde yapılmalı ve yukardaki kriterler dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Erken dönemde saptanan tansiyon yüksekliği, böbrekler ya da kalp-damar sistemiyle ilgili bir sorunun habercisi olabilir ve erken tedavi şansı yakalanabilir. Huzursuzluk, kusma, kilo alamama, büyüme-gelişme geriliği, baş ağrısı, ağır vakalarda havale geçirme tansiyon yüksekliğinin önemli belirtilerindendir.
Çocuklarda ne zaman kalp hastalığından şüphelenilmelidir?
Bir çocukta emme güçlüğü, çabuk yorulma, ağlarken ya da sakin durumda dahi morarma, büyüme-gelişme geriliği, bayılma nöbetleri varsa kalp hastalığından şüphelenilir. Sıklıkla görülen kalp hastalıkları kulakçıklar arasında ya da karıncıklar arasında görülen kapanma sorunları (kalbin delik olması), akciğere giden damarda darlık ya da tıkanıklıklar, akciğere ve vücuda giden damarların tamamen ters yerlerden çıkması, kalpte delikle birlikte akciğere giden damarda da anormalliklerin olmasıdır. Bu sorunların çoğu ekokardiyografi ile teşhis edilmekte ve kardiyolog-kalp-damar cerrahisi işbirliği içinde çözüm üretilmektedir.
Çocuklar idrar yolu enfeksiyonu olur mu? Önemi nedir?
Aslında çocuklarda yaygın görülebilen bakteriyel enfeksiyonlardan biridir. Yaşam kalitesini etkilemenin yanı sıra uzun süreli istenmeyen sonuçları nedeniyle de iyi bilinmeli, aileler bu açıdan bilgilendirilmelidir.
İdrar yolları normalde idrar çıkışına kadar sterildir ve hiçbir mikrop barındırmaz. Ancak mikroorganizmaların kana karışmasıyla ya da idrar çıkış yerinin kirli olması nedeniyle aşağıdan ilerleyerek idrar yolu enfeksiyonu oluşabilmektedir. Sünnetsiz erkek çocuklarda ve kızlarda görülme sıklığı daha yüksektir. Her çocuk bu açıdan risk altında olabilir.
Küçük çocuklarda iştahsızlık, kilo alamama, büyüme hızının yetersizliği, sarılığın uzun sürmesi gibi özgül olmayan belirtiler olabilir. Büyük çocuklarda ise karın ağrısı, idrar yaparken ağrı ve yanma hissi, sık sık idrar yapma isteği, altını ıslatma, idrarda renk değişikliği veya kötü koku olması idrar yolu enfeksiyonu belirtilerindendir. İdrar yolu enfeksiyonu sırasında yüksek ateş olması (>380C) böbreğin yaralanma ihtimalini artırır. Enfeksiyonun erken dönemde saptanamayıp yetersiz tedavi edilmesi böbrek sağlığını tehdit eder. Maalesef ülkemizde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ve idrarın idrar torbasından böbreklere geri kaçışı, çocuklardaki böbrek yetmezliği nedenleri arasında halen üst sıralarda yer almaktadır. Oysa idrar yolu enfeksiyonu önlenebilir veya kötü gidişatı durdurulabilir bir durumdur. Bu nedenle ailelere idrar yolu enfeksiyonundan korunma konusunda mutlaka bilgi verilmelidir. Bunlar;
•Erkek çocuklarda sünnet (1 yaşından önce sünnet yapılması idrar yolu enfeksiyonundan korumaktadır)
•Günlük yeterli miktarda sıvı tüketimi
•Kabızlığın önlenmesi
•Doğru şekilde tuvalet temizliği (tuvalet kağıdı kullanımı, kız çocuklarda genital bölge temizliğinin önden arkaya doğru yapılması önemlidir)
•Düzgün işeme alışkanlığının edinilmesi (idrarın uzun süre tutulması idrar torbasına ulaşan mikroorganizmaların kolayca üremesine ve enfeksiyon oluşmasına yol açar).
Çocuklarda idrar kaçırma bir diğer önemli sorun olup, tuvalet eğitimi tamamlandığı halde gece altını ıslatan çocukların sayısı tahminlerinizden daha fazladır. Beş yaşındaki çocukların yüzde 16’sı geceleri altını ıslatırken, bu oran 10 yaşında yüzde 5’e, 15 yaşından sonra ise yüzde 1-2’lere düşmektedir. Eğer idrar yolları ile ilgili bir anormallik yoksa bu çocukların çoğu yıllar içinde düzelmektedir. Hatta genetik yatkınlık olduğu için anne-baba veya yakın akrabalardan birinde çocukluk döneminde idrar kaçırma hikayesi varsa çoğu aile sabırla düzelmeyi beklemekte ve hekime başvuru gecikebilmektedir. İdrar kaçırma sorununun devamı çocuğun kendine güvenini giderek azaltmakta ve psikolojik sorunlara yol açabilmektedir.
İdrar kaçıran çocukta ne zaman endişelenilmelidir?
•İdrar kaçırma sıklığı yıllar içinde azalma göstermiyorsa,
•Gündüzleri de idrar kaçırma oluyorsa,
•Çocuğunuz bacaklarını çaprazlayarak veya çömelerek idrarını tutmaya çalışıyorsa, bu belirtiler altta yatan ciddi bir sorunun işareti olabilir.
Çocuklarda böbrek taşı olur mu?
Böbrek taşı dünyadaki yaygın sağlık sorunlarından biridir. Ülkemiz sıcak olması nedeniyle taş kuşağında olan ülkeler arasındadır. Taş oluşumu küçük çocuklarda da olabilmekte ve maalesef tekrarlayabilmektedir. Bu nedenle taş oluşumunun nedeni belirlenerek tekrarlar önlenmelidir.
Sıcak iklim, genetik özellikler , diyetteki alışkanlıklar (az su içme, obezite, fazla tuz ve hazır gıda tüketimi, vb), sosyo ekonomik faktörler taş oluşumunda önemlidir. İdrar yolu anormalliği ya da idrar yolu enfeksiyonu, bazı ilaçların alınması da (idrar söktürücüler, fazla miktarda C ve D vitamini, kalsiyum desteği, antibiyotikler, vb) taş oluşumu için risk faktörleri arasındadır.
Hangi durumlarda taştan şüphelenilmelidir?
Ani başlayan karın ve/veya yan ağrısı, idrar renginde koyulaşma (kanama varsa), sık ve ağrılı idrar yapma, hatta idrar yapamama (taş idrar çıkış yerini tıkamış ise) taş hastalığının belirtisi olabilmektedir. Küçük çocuklarda ateş (taşla birlikte enfeksiyon varsa), huzursuzluk, devamlı ve/veya idrar yaparken ağlama taşın belirtilerinden olabilmektedir.
Taş teşhis edildikten sonra “neden oluştuğu” konusunda ipucu veren tetkikler yapılmalıdır: Kan ve idrarda elektrolitler-mineraller (sodyum, potasyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum), böbrek fonksiyon testleri, ürik asit, vitamin D düzeyi, parathormon, kan gazı, idrar analizi, idrar kültürü, idrarda sitrat ve okzalat düzeyi, vb. Bazı olgularda genetik testler yapmak gerekebilir.
Bu çocuklarda bol sıvı alımı sağlanmalıdır. Ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler uygun dozda, uygun olgulara önerilebilir. Tuz alımı azaltılmalı, yüksek früktoz içeren gıdalardan (hazır meyve suları gibi) kaçınmalıdır. Özel bir durum söz konusu değilse kalsiyum alımı kısıtlanmamalı, günlük ihtiyacına uygun olan miktar verilmelidir. Taşa bağlı tıkanıklık varsa ve düşme ihtimali yoksa cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Düşen veya cerrahi olarak çıkarılan taş mutlaka analiz edilmelidir. Taşın cinsi saptanırsa tekrarların olmaması için önlem alınabilecektir.
Sonuç;
•Sağlıklı çocuklar “sağlıklı gelecek” demektir
•Her çocuk doğumdan itibaren çocuk hekimince kontrol edilmeli, büyüme-gelişme izlenmelidir
•Tansiyon ölçümünün muayenenin önemli bir parçası olduğu hatırlanmalıdır
•Yenidoğanda tarama testleri, işitme-görme değerlendirilmesi yapılmalıdır
•Bir yaşından önce kan sayımı ve idrar analizi, 2 yaşından itibaren kan yağlarının (hiperlipidemi) ölçümü yapılmalı ve özel durumlarda böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri değerlendirilmelidir.
Tolstoy, “Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer” demektedir. Sağlıklı olduğu sürece gülmeyi asla ihmal etmeyen ve evlerimizin batmayan güneşi olan çocuklarımıza sağlıklı, mutlu bir ömür diliyorum.
Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Balat
İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi