Yalın hayat düşüncesini hayatıma entegre etmeye çalıştığım ilk zamanlar oldukça karmaşık bir sistem içerisinde yaşadığımı fark etmiştim. Bu farkındalığımın sebebi düzen kurma ve düzenimi korumaya yönelik yaptığım rutin davranışlarımdı. Zamanla bu karmaşanın içerisinde düzen kurmakta zorlanmış; kurduğum düzenin egale edecek her şeyden kaçındığım bir döneme girdiğimi anlamıştım. Halen de çıkabildiğimi söyleyeceğimi ifade etmeliyim.
Bu düzensiz yaşam akışı içerisinde düzenli bir yaşam kurma düşüncesinin bir düş olduğunu bilmek belki de ilk handikapımdı. Nitekim yalın yaşam ve yalın düşünme kavramıyla ilk tanışıklığım bir akademide aldığım ''Yalın Yönetim ve Verimlilik'' adlı ders sayesinde olmuştu. Akademide, Leonardo Da Vinci’nin çok ünlü sözü bir kitapçığın içerisinde şöyle yazıyordu; “Basitlik, karmaşıklığın son noktasıdır.'' O gün benim için hayatımın dönüm noktasıydı. İlk metamorfoz anım da buydu diyebilirim.
''Kargaşada Düzen''
Çevremizdeki her şey oldukça karmaşıktı. İç içe giren hayatlarımız aynı noktada farklılıklarını yitirerek birleşiyordu. Karmaşanın içerisinde yalın, sade, hafif ve dingin yaşamak için çok alan yoktu. Fakat bu kesişimimiz bizi daha berrak, ferah ve derin bir yaşam yaşamaya itiyordu. İyi de ediyordu. Yavaş, küçük ve az detayın hapsedildiği bir hayat biçiminde sessiz, minimalist mütevazı bir hayat yaşamak gerçekten güçtü.
İnsanlar genelde popüler şeylere ilgi duyarlar. Bu onların popülist olduğunu anlamamıza sebep olmaz. Tam aksine, popüler olanın cazip göründüğü için bu illüzyona kapılırlar. Bu yanılsama gösterişe olan ilgimizle alakalı bir durumdur. Ve bu herkes tarafından bilinir. Tüketim çılgınlığının hayatımızın her alanına entegre edilmesi için çırpınan kitleler tarafından pohpohlanır. Bu da bizlerin içten gelen güçlü istekleri karşısında boyun eğmemizi sağlayan zayıflığın ta kendisidir.
Tüketmenin anlamsızlığından sıyrılmak epey zor. Bu duygunun yalınlığını benimsemek ise bizi sonuca götürebilir. İhtiyaçlarımızın farkına varmak ve kendimiz için kendimize dürüst olmak yalınlaşmanın ilk adımı olabilir. Bu benim kişisel yaşantımda deneyimlemeye çalıştığım radikal kararlardan biriydi. Gerek günlük yaşantım gerek ise gerçekleştirdiğim işlerin tümünde minimal bir form yakalamam çok uzun sürmüş olsa da bugün geriye dönüp baktığımda yalın, sade, minimalize edilmiş bir yaşantının bana çok getirisinin olduğunu söylemek mutluluk verici.
Örneklendirmelerim genel olarak benimle alakalı, çünkü herhangi bir konu özelinde bir şeyi dikta etmekten oldukça kendimi alıkoymaya çalışıyorum. İnsanlara herhangi bir konuda herhangi bir şeyi empoze etmekten çekiniyorum. Bu nedenle deneyimlediğim bazı durumlar benim için yalnızca bir izdüşüm niteliği taşımıyor. Nedeni ise henüz başlangıçtayken adım adım ilerleyebilmenin gerekliliğini bilmekten geçtiğini inanıyorum. Zira her şey birer bağımlılıktır; karmaşa, kargaşa, düzen yoksunluğu ya dağınıklık da buna örnektir.
''Bağımlılıklarımız''
Ne tür bir bağımlılıklarım var diye düşündüğümde birçok şeyin beni gerçek bir ben yaptığını gördüm. Bu bizlerin yaşantısındaki ''aslında olmasa da olur,'' diyebileceğimiz fazlalıklardan kurtulmaya itti. İlk olarak çevremi yalınlaştırdım. Birkaç yıl önce eşyalarımı ve hatta kıyafet düzenime geldi. Tek tip giyinmeye başladım. Yıllar sonra da ne giyebileceğimi kestirebiliyor olmamın sebebi bu. Zamanın akışına karşın kendi zamanımı yönetmeyi öğrendiğimde, bir bakıma zamanın duraklatamayacağımı kabullenmek de kilometre taşlarımdan biri oldu. Zamanla yaşlandığımı hissettiğim de oldu, saçlarımın tel tel beyazladığını da. Tüm bunların kapsadığı şey şuydu; dinginlik, yalınlık ve sessizlikle var olabiliyordu. An an yaşanan kararsızlıklar ve geri dönüşler olsa da bağımlılığın doğası gereği bu geri dönüşler normal olduğunu bilmek bir bakıma içimi ferahlattı.
Açıkça belirtmek gerekir ki; ihtiyaç duymadığımız nesnelere sahip olmak ya da çevremizde donattığımız insan kalabalıkları bizi biz yapan her şeyden alıkoyabiliyor. Yalın düşüncenin hayatıma etki ettiği ilk an bu nesneleri ya da kişileri hayatıma almayı istemek de bir bağımlılıktı. Bu süreç biraz sancılıydı, kabul etmem gerekir. Giderek takıntılı bir insana dönüştüğüm zamanlar da oldu. Örneklemelerime devam edecek olursam eğer, mutfak tezgâhı üstünde/içinde duran kirli bir bardak, çatal ya da tabak beni içten içe rahatsız edebilir. Çünkü onun yeri orası değildir. Bir an önce ya bulaşık makinesine tıkılmalıdır ya da yıkanıp kurumaya bırakılmalıdır. Bunun sebebi yazının başında da bahsettiğim o akademideki ders sebebiyle olmadı tabii. Fakat tetiklediği şey şuydu; gerçek ihtiyaçlarının farkına varmak, nesneler ile zehirli etkiler yaratabilir. Bu iş yaşantımdan tutun da günlük yaşam rutinlerine dek etki edebilir.
Dağınık bir ev de bu anlamda benim için dağınık bir zihne benziyordu. Alan daraldığında benim de daralmam bundan dolayıydı. Hareket alanım azalırken kendime yer açmak için yalınlaşmak gerekliydi. Nasıl ki kalabalık bir metropolde yaşayan tüm insanlar kalabalıktan yakınır ve mecburiyeti yok ise sokağa dahi adım atmak istemez. İşte bu da böyle bir durumdu. Standart bir kentli yaşamı sürerken birden yükselen azaltma dürtüsüyle henüz karşılaşmadıysanız eğer, bu düşünceyle başa çıkmanın önce yerleşik bir alışkanlığa vardığını bilmeniz gerekir. Zaten sonrasındaki süreçte çeşitli fazlalıkların azalmasıyla minimal bir yaşam formu yakalayabilmek gibi bir seçenek doğmuş oluyor. Bu yalınlaşma beraberinde bir yeni yaşam ritüeli katıyor. Çünkü her birimiz için yaşama oldukça değer biçiliyor. Fakat bu etkileri görebilmek için değişimlerin ihtiyaca yönelik olduğunu bilmek zaman alabilir. Faydasız rutinler yalınlaşmanın belki de ilk adımıdır.