“İnsan, sosyal bir varlıktır” terimine tam anlamıyla katılmıyor olsam da belki de bir bakıma haklılık payı bulunabileceğini düşünebilirim. Fakat duygusal bağlamda kapı duvar bir gerçeklik algısı yanı başımızda duruyorken, bu düşüncenin varlığı dahi büyük ölçüde bir tehdit durumudur. Bu bağlamda insan, var olma hissine alışkın ve yok olma ihtimaline uzak bir yaşam sürdürüyor.
Hiçbir tehlikenin olmadığı, her şeyin olağan bir şekilde geliştiği ama mantık dışı korkular nedeniyle tehlikede hissetme hissinin nüksetmesi normal mi? Veya çeşitli sorunlarla cebelleştiğimizde veya endişe duyup korkularımıza yenildiğimizde olacaklar bizi tenkit edici oklara maruz bırakır mı?
Elbette varoluşu gereği insan, çeşitli öncelikleri sebebiyle korkuya kapılan, endişe duyan ve bu güdülerle yaşamaya alışan bir profil çiziyor. Endişe rahatsızlığıyla ilgili verilere bakıldığında her yirmi kişiden biri bu tanıya mahzar. Çoğu kez yetişkinlik döneminde bizlerin yakasına yapışıp silkelese de çok önceki dönemlerde de kendini var edebiliyor.
Zaman zaman endişe duygusunun kabarması olağan ama endişe bir rahatsızlık olarak atfedilse de korkuların düzeyi gündelik yaşamlarımızı büyük ölçüde aksatacak hale gelene dek içerisinde olduğumuz durumun ciddiyetine varamıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Fakat gerçekten de endişe duymadan yaşamayı nasıl öğrenebiliriz?
Unutulmamalı ki; endişe, korku ya da kaygı, adına ne derseniz deyin, bunların tümü hayatın normal bir parçası. Yaşantılarımızda herkes farklı konularda benzer kaygılara kapılıyor ve bu durum büyük ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için teyakkuzda olmamızı, karar verip içerisinde bulunduğumuz durumdan çıkış yolu bulmamızı sağlıyor.
Endişelerimiz hafif seyretse de ağırlığı büyük gelebilir ama normal olduğu gerçeğini unutmazsak eğer baş edilebilir bir düzeyde olduğu görülebilir. Şüphesiz böyle anlatınca da her şeyi normalleştiriyor gibi görünüyor olabilirim. Evet, doğru, çünkü her şey gerçekten de normal seyrinde ve olması gerektiği gibi işliyor. Bugün, dünden farklı olmayan her şey şu an ne yaptığımızla alakalıdır.
Evhamlı olmanın pek de matah bir şey olmadığını anladığımızda, bizi bu gerçekliğin içerisine iten endişelerin aslında ne denli iyileştirici bir fonksiyon olduğunu anlayacağız. İlerleyen yaşla birlikte insanın kaygı seviyesi de artıyor ama insan, geçmiş ile gelecek arasında düşünüp dururken, bu iki zaman arasında kanat çırpan telaşlı bir güvercine benziyor. Zaman, bizi yaptıklarımız sonrasında durup düşünmenin lezzetinden mahrum ederken, gerçekliğine küskün olduğumuz her an ezber fikirlerin peşinden koşarak bize endişe bahşediyor.