Değişmenin zor olduğunu biliriz. Değişim denildiğinde ise akıllara birdenbire mucizevi bir durum olduğu gelmesin. Zira değişim denilen şey öyle bir durum değil. Tam da aksine, süreçte kalmak değişimin ilk adımıdır. Ki insan, ancak isterse değişebilir ve yaşantımızda yanlış giden bir şeylerin olması bizleri değişime itmek zorunda değildir.
Değişime dair ihtimaller denizinde boğulmadan önce neyi, nasıl değiştirmek istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Bazen cevapların tümünü bilir ama bir türlü kabul edemeyiz. Sebebi acaba zor olduğu için mi? Aynı kalma, soyutlanma ya da kendini geri çekme isteği… Tüm bunlar anlardan kopuş gerektiren, değişim isteğini sezgiler dışında yönlendirememekle alakalıdır. Fakat hayatta başımıza gelen her olay da bizleri farklı şeyler düşünmeye itmez mi?
Farklı şeyler düşünmeniz ve farklı davranmanız durumu kabul edilebilir evet ama son günlerde okuduğum İtalyan gazeteci Giovanni Papini’nin kitabı “Kaçan Ayna” adlı kitabındaki bir pasajda şöyle yazar: Bakın, değişmek istiyorum ama ciddi olarak değişmek! Benimle hiçbir ilişkisi olmayan, benimle en küçük bir iletişimi bile olmayan, hatta beni hiç tanımayan, hiçbir zaman tanımamış olan bir başkası olmak…
Değişim, Papini’nin dediği gibi ise bu adım nasıl atılabilir? Kökten bir değişim sancılı olabilir evet ama adım adım izlenecek yolların tümü zihinlerimizce tutukluysa ne yapabiliriz? Buna verecek bir cevap bulmak zor ama belki de hayattaki güvenli alanlarımızı bulmak ilk adım olabilir. Çünkü bulduğumuzda o alanı terk etmemiz gerekli. Güvenli alan, insanın kendisini güvende ya da tehdit altında hissetmediği bir yer değil, kendisine iyi gelmese de tanıdık bir yerde olmasıdır. Bildiğimiz ve tanıdık gelen her şey güvenli denebilecek o alanımızın içindedir. Böylesi durumlarda o alana yaklaşmadıkça uzaklaşamazsınız. Benim düşüncem sorunun merkezine yolculuk etmekten geçiyor. Belki zor ya da adeta deli saçması ama güvenli gibi görünen ama hiç de tekin olmayan sularda yüzer halde olmak da böyledir.
Yüzme bilmeyen birine, suyun kaldırıcı kuvvetinden bahsetmek anlamsız. Güvensiz alanın kıyıları da tıpkı böyledir, dalgalıdır. Çoğu kişi, çoğu zaman bu alanı korkutucu bulur. O güvenli alandan uzaklaşmak, vazgeçmek, cesur bir adım atarak suyun üstünde yürüyebilmek ise değişimin ayak izi gibi, sessizce ardımızda iz bırakır. İnsan zihni, rasyonel düşüncenin merkezi olarak kabul edilir. Çünkü neredeyse tüm olayları neden ve sonuç olarak irdeler. İnsan doğası gereği bütün yönlerini çıplak görme yetisine sahip olamaz ama bunu başardığında ise gerçeğin çarpıcı olduğunu görür. Değişim de sanırım ilk olarak tam bu noktada başlıyor.
Etkin bir çaba sarf etmeden bu değişimin rastlantısal olarak gerçekleşmeyeceği kesin. Değişim sürecinde edilgin bir biçimde mi savrulacak yoksa zamanın büyüsüne mi kapılacağını öğrenmek ise güç. Değişim, yüzeyselden köklü bir biçime evrilir. Bu evrim, insanın zihninde başlar ve doğduğumuz andan itibaren bir döngü içerisinde devam eder. Heraklitos “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz" der. Çünkü ona göre, evrende hiçbir nesnenin hiçbir özelliği yoktur. Bu çıkarım bize değişmeden kalınmayacağının ispatıdır. Belki de değişim, değişim değil keşfetmekten ibarettir.
Alışkanlıklar, bir denizin güvenilir limanları olarak görülmeli. Hatta bazen daha iyi bir liman bulabilme arzusuyla savruluşların sebebi de bu. Bu söylediklerimi aşk ya da sevgiyle bağdaştırmak akıl karı değil çünkü çok daha fazlasını içeriyor. Acılar, aldanmalar, haksızlıklar ve bir anda nükseden başını alıp gitme arzusu bizlerin ayağına pranga bağlayıp o denizin dibine batmayı sağlıyor olabilir. Evet, bilinmez korkutucudur ama göz alıcı yanları da vardır. Değişmek de işte böylesi hırçın sularda sağ salim kalabilmekten başka bir şey değil.