Mutluluk, ne tartılan ne de ölçülebilen bir olgu değil. Kimi insanlar başına gelen tüm kötü olaylar silsilesini olgunlukla kabul edebiliyorken, bazı insanlar ise bu yükün altında ezilip, bükülüyor. Bu, bana hayatın elinde bir kamçı olduğunu ve sadist zevklerden hoşlandığını düşündürüyor olsa da yine de bazen gelecekte yerine ödüller bırakan küçük, masum birer hisler açmazı gibi de geliyor. Size de öyle geldiği oluyor mu?
Aristotoles, mutluluğun hissedilebilir bir durumdan ziyade bir hayat tarzı olduğuna inanır. Nietzsche ise mutluluğu ideal tembellik durumu olarak görüyor. Schopenhauer ise mutluluğu hayatın doğasına aykırı bulur yaşama mutlu olmak için gelindiği şeklindeki yanlış önyargının yol açtığından bahseder. Bu durumda, mutluluğun kavramsal açıdan değişken olduğunu anlamak olasıdır ama daha muhtemel bir şey de mutsuzluğun olağan bir durum olması mıdır?
"Rasyonel Mutluluk"
Düşününce her biri birbirinden belki de farklı bakış açıları yaratan fikirler ama oysa her birine verilebilecek tüm cevaplar daha komplike bir hal yaratabilir. Belki de söyleyeceğim subjektif bir şey olacak ama rasyonel mutluluk, gerçek olamayacak kadar değişkendir. Çünkü yaşadığımız toplumda mutluluk, bir norm haline erişti. Hatta öyle bir hal aldı ki; "mutlu olmalısın, yoksa hayat yaşanmaz" denir. Gerçekten de yaşanmaz mı? Mutluluk bir gereklilikse mutsuzluk bolca dağıtılan bir lütuf mu?
Acı, ondan korkmayana yapışırken; mutluluk, hayatın olağan akışına aykırı bir durummuşcasına normal karşılanıyor. Fakat herkesin melankolide bulduğu haz farklı ve belki de bu yüzde mutsuzluk, mutluluk kadar önemsenmiyor. Duyguların iyi ya da kötü olarak kategorize etmenin doğruluk payını oluşturduğunu düşünmediğim gibi bu ayrıştırmacı üslubun bu iki duyguyu rekabete ittiğine inanıyorum.
Acı ya da hüzün, mutluluk veya sevinç... Aslında hiçbiri birbirinden farklı iki tip duygudurumu değil. Çünkü duyguları kategorize etmek gerçeğin ağırlığını hafifleterek durumu zorlaştırıyor. Peki, insan mutluluğa nasıl ulaşabilir veya mutlu olmak için ne yapmak gerekir? Bulununca sürdürülebilir mi
ya da sürdürülebilirsek de alışıp onun adına halen mutluluk der miyiz?
Olumlu anılar oluşturmak, algıları keskinleştirmek ve özümsemek belki de bu durumda bizlere en belirgin çözüm öbeğidir. Yazının girişinde birkaç düşünürün konu özelindeki söylemlerini aktarmıştım. Sebebi ise mutluluk düzeysel olarak arttırılabilir, öğrenilebilir. Fakat mutluluk kadar insana mutsuzluk da gerekiyor. Acılardan ders almıyor, kasvetten hoşlanmıyoruz ve sanki hiç pişmanlık yakamıza yapışmıyormuş gibi tüm bu duyguları yok saymaya çalışıyoruz. Belki de eksik yaptığımız şey budur.
Kimi kandırdığımızı sanıyorsak, kendimize bile dürüst değiliz ve her ne kadarı yetecekse hep daha fazlasını istiyoruz. Mutluluk, sürekli neşeli ve keyifli olmak değil. Elbette bir insan da sürekli yüzüne astığı bir gülümsemeyle dolaşır halde olamaz. Fakat mutluluk, olumsuz olan bir olgunun etkisinden kurtulabilme yeteneğiyle birebir orantılıdır. Nasıl bakıyorsak öyle görüyoruz veya yeterince göremiyor muyuz? Bunun cevabını asla bulamıyorum. Bulmak istiyor muyum, onu da bilmiyorum.