Fikirlerin gelişmediği, bireylerin özgürlüğünü edinemediği, düşüncelerin açıklanamadığı ya da muhtelif sebeplerden ötürü toplumsal dayatma had safhaya ulaşıyor. Bu da bireyin hayatına empoze edildiğinde iptidai toplumlar oluşuyor. Kültürün, geleneklerin, kişisel sayılabilecek doğruların toplumsal etkileri de farklıdır. Kabul gören doğruların kitlelerinin etki alanına girdiğinde toplumsal dayatmalar oluşur; çoğu zamanda da iyi niyetli eylemler bile sırf bu baskıdan dolayı meydana gelir. Bu acınası kalıplar, toplumun büyük bir kısmını içine alır. Bu kalıba dahil olmayanlar ise toplum baskısının üstesinden gelmek zorunda kalır.
Bireyleri bir şekilde etkisi altına almış olsa da kabul görüyor olma sebebi bilinmez. Fiziksel görünüm, medeni hal, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değerlendirmeler, hatta kıyafete varan geniş bir yelpazede insanı dışlar. Çünkü çoğunluk tarafından benimsenmiş olması bazı yanlışların diğer bireylere benimsetilmeye çalışılmasıyla kendisini hissettirir. Düşünceyle başlar, davranış biçimleriyle devam eder ve en nihayetinde dayatılarak benimsetilmeye çalışılır. Bu, bireyin toplum karşısında verdiği en büyük karşıtlıktan ilkidir.
Sosyalizasyon süreci geçiririz. Bu süreç sonunda oluşan kimliklerimiz ise toplum tarafından kabul gören anlayışa çeliştiği ve karşıt olduğu an bireyin omuzlarında bir ağırlık hissi olarak belirir. Doğduğumuz andan hayatımızın sonuna dek diğer bireylerle etkileşimde olduğumuz için de toplum bizi şekillendirmeye çalışır. Eğer bir su değilseniz girdiğiniz kabın şeklini almamakta serbestsinizdir. Ya da bu durumda tam aksi yönde tam olarak tersi.
'Değer Yargıları'
Değer yargıları homojendir ve toplumun büyük bir kısmında bir çelişki yaratır. Özgürlüğün de yaratıcılığın da üretim azalımının da toplumun genel geçer doğrulardan sıyrılmadığı sürece olması imkansızken, aksi şekilde hareket edenler için sindirilmek, dışlanmak, saldırgan bir hal almaya sebep olabilir. Çünkü, düşündüğünüzde de toplumsal baskının sebep olduğu nice sorunun var olduğunu görebilirsiniz.
Tarih boyunca birçok toplumda benzer davranışların sergilendiğini ve tarihin yalnızca tekrardan oluştuğunu bilmek bir nebze olsun bu açıdan bizi doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda fikir kesişimine itiyor. Girift fikirler, bu toplumsal mekanizma ile işliyor. Adeta dominant olanın üstün geldiği, dayatılan doğruları kabul edenlerin ise yüzyıllardır aynı rolü edindiği bir sistem. Ve bu çark, davranışsal hegemonyanın üstünlüğü reddedilmezse daha uzun bir süre sürecek. Ta ki bireyselliğin belirsizliği, katı kurallar karşısında etkisizmiş gibi görünmemeye devam edene dek. Çünkü bireyselliklerden doğacak olan hareketle toplumsal baskıyı yıkacak olan da bu durumun farkına varılmasıdır. Aksi halde bu dayatmalar sonucunda ideoloji ve fikirlerle birlikte; kişi prensipleri, yaşam felsefeleri, zevklerimiz bile bu durumdan payına düşeni alır.
Bu baskılara karşı gelirken, diğer baskıların boyunduruğuna da girmek mümkün. Bunu da bireyin inisiyatifine bırakmak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, kendi doğrularımızın olduğuna inanıyorum. Ve kimselere görünmeden yaşamanın da mümkün olduğunu savunuyorum. Biri veya birileri için bir şeyler yapmaktan vazgeçmek de bireyin bu durumun kendisine ne kazandırdığını bilmesi de ne kaybediyor olduğunu anlaması da bireyin kendi elinde. Normları hiçe saymanın sonucunda birey ya kendi benliğini bulabilir ya da başkalarının boyunduruğu altına da girebilir. Burada tarafsız kalmak hiç de iyi bir seçim değil. Eğer kendi içimde bir fanatizm öğesi taşıyor olsaydım, sanırım ''bu kendim için kendim'' mottosuyla hareket etmek olurdu. Çünkü toplum, herkesi herkesleştirmek için vardır.