Günlük yaşantımızdaki kent problemleri, ekonomik buhranlar, asayiş ve nice birçok problemden ötürü çözümlenmemiş ruhsal çatışmaları yaratıyor. Şüphesizdir ki; tüm bu sorunlar hayatta kalma güdüsüyle birleştiğinde ise bireyler için büyük bir sıkıntı kaynağı gibi görünür. Genelde bu kişiler çoğu kez birbiriyle bağdaşmayan iki ya da daha çok amacın peşinde koşar ve amaçlarında hayal kırıklığına uğrar. İdeal imgelerin peşinde koşarken basit hedefleri de kaçırabilir. Ya da hayallerinden vazgeçerek gerçekliğin içine dalar ama çıkamaz.
Bu paradokslar hedef yoksunluğunun veya uygunsuz hedeflemelerin sonucunda belirir. Bazı kişiler amaçları doğrultusunda aşırı kararlılık gösterse de candan ve mutlu oldukları izlenimi vermek zorunda da kalabilir. Çeşitli rollere bürünmeleri ruhsal bir bütünlüğün eseri olmaz ve tüm bunlar kendi içerisinde umutsuzluk, özsaygı eksikliği ve/veya özgüven eksikliği gibi birçok içsel çatışmayı doğurur. Fakat kişi, bu gerçeklik algısından ruhsal olarak kendini en az zararla korumaya çalışmasına rağmen başaramıyorsa bu kendisinin sorunu mudur?
Kısmen öyle denebilir ama çatışan ihtiyaçlar ve dürtüler, kişiliğin bazı kısımlarının baskılanıp, gölge altında kalması da kişinin ruhsal bir bunalıma iter. Deneyimlerimden yola çıkarak söylemem gerekir ki; benliğine yabancılaşma bireyin kendini ifade edebilmesini, tüm potansiyelini gösterebilmesini, başkaları ile olumlu ilişkiler kurup birlikte çalışabilmesini, insani ilişkiler kurmasını dahi bozabilir. Yine de bu kişiler hala iyi bir insan, iyi bir çalışan ve yaratıcı olabilen bireyler olmayı başarabilir. Bu denge kesin surette bıçak sırtındadır. Çünkü ruhsal ya da fiziksel bir travma aslında tüm dengeyi bozmaya yetecektir.
Bu çatışmaların biri de genel bir kararsızlık hali de olabilir. Birey, ne yiyeceği veya ne giyeceği gibi basit kararlardan tutun da meslek seçimi ve pek dahası zorlu seçimlerde zorlanabilir. Yüklenmek istediği misyon, edinmek zorunda kaldığı misyonlarla çatışır. Çünkü aidiyet hissetmediği anlarda başvurduğu şey yine hayatta kalma güdüleri sebebiyle uyguladığı kararlardır. Neticede aldığı bu kararlardan memnun olmamak ile birlikte pişmanlıklar da duyar. Başlarda duymasa bile gelecek süreçte bu his yakasına yapışır. Karar alımlarında tüm enerjisini tüketir. Hatta ve hatta panikler. Bu kişiler kararsızlıklarının farkında değildir ve bilinç dışı bir biçimde karar vermekten kaçmayı çare bulurlar. Karar vermek için düşünecek zamanı olmamış olabilir; karar için henüz vakit kendince erken olsa da doğmatik güdülerle hareket ederek, kendini belki de bu kararını şansa bırakmış olabilir. Burada net olmayan nokta da budur.
Birey yapabilecek gücü, bilgisi ve yeteneği olmasına rağmen işinin gereğini yapmayabilir, ayrıntılara takılma ve kusursuzluk için uğraşma gibi eğilimler de gösterebilir. Bu bilinçdışında kendisine zorlama gibi geldiğinden bir engelleme gibi bir dışavurum da söz konusudur. Hatta bu olay insan ilişkilerine de yansır. Cana yakın olmak istese de dalkavuk pozisyonuna düşmekten çekindiğinden daha farklı reaksiyon gösterebilir. Bu da reddedilmekten korkan biri olarak sosyal ilişkilerde çekingen davranmaya davetiyedir. Peki, bu birey için aslında ne gibi getiri sağlayabilir?
Çaba ve uğraş gerektiren şeylere isteksizlik göstererek, bu duruma gayet rasyonel yaklaşmak da buna bir örnek. Kişisel gelişim olarak algılanmasını hiç istemem ve asla kabul edemem ama buradaki asıl amaç, doğrultu ve motivasyon eksikliği sonucunda eylemlerinde zoraki ve tatmin etmeyen bir çaba hissettiğinde bıkkınlık göstermektir. Ve sıradanlığın sınırlarında olan durumlarda kişi pek tabi bayağılaşır. Bu kişinin zihninde muhteşem işler yapma varsa da kesinlikle sıradanlık başkalarının işidir. Fakat kişinin kendi içinde dahi kendisiyle çelişen değerlerini gizleme çabası var yatar. Bunu da kimsenin inkar edemeyeceğini düşünüyorum.
Ahlaki bütünlük bozulduğunda ortaya çıkan şey samimiyetin azalmasıdır. Buna orantılı olacak bir biçimde bencilliğin arttığı da görülür. Kendi içinde bütünlüğü sağlayamayan birinin gerçekten samimi olması zaten mümkün değilken, bencilliğin ahlaki sorun haline geldiğinde ise kişi, diğerlerini amacı doğrultusunda kullanmak ister. Ve çoğu zaman da kullanır. Kibir, kıskançlık duygusu ya da siz ne derseniz deyin, o duygu oluşumu kesinlikle sahip olunan karakterle ilgili ortaya çıkan ruhsal çatışmadan kaynaklıdır. İçinde bütünlüğünü yitirmiş kişiler, acı ile sıkıntılarının kendi içsel sorunlarından kaynaklandığını göremediği gibi görse de bunu kabul edemez hale gelir. Bu amaçla dışsallaştırmayı tercih eder ve tüm sorunların sebebini kendinden kaynaklanmadığını düşünür. Bundan doğan hareketle de kişinin kendi içerisinde kurduğu muhasebe apayrı bir boyuta evrilir.