Bugün binlerce gazete, yüzlerce televizyon kanalı, onlarca dergi Türkiye'de kentler ile ilgili hepimizin bildiği sorunları merceğine aldı. Şehirleşmenin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğunu ya da kentlerin karşılaştığı en büyük sorun göç sorunu olduğu söylendi. Kalıp sözler ya da bilindik çözüm önerileriyle bu konuya yaklaşım sağlandı. Bu çevrece kasaba ve köylerden kentlere olan göç hızla devam etmesi en temel sorunumuzmuş gibi gösterildi ama kentlerin belleğini yitirmesinin sebebine dair yaklaşımlar bence çok da yeterli değildi.
Hatırlatmak gerekir ki; kentler de insanlar gibidir. Gelişimini kök saldığı toprakların ruhundan alır. İnkar ya da gözardı edilebilir fakat coğrafyanın kader olduğu gerçeği kesinlikle bir şehir efsanesi veya bir safsata değildir. Çünkü bırakın bireyi, kentlerin de kaderlerine mahkum bırakıldığını söyleyebilecek kadar çok argümanımız var. Beşeri veya fiziki faktörler ya da gelişen fonksiyonel özellikler neticesinde kent içerisinde yaşayanlar kadar, kentler de fiziki niteliklerine göre şekillenmeye başladı. Evet, zaman değişir, değiştirir, kılıktan kılığa girer ama ''kentin insana anlattığı birçok şey bulunabilir'' diyebilmek için bazı sosyolojik, psikolojik ve demografik bulgulara ihtiyacımız var. Bu anlatılar aslında zamanla farklı bir hal alsa da yanlış veya doğruluğunun bulunduğunu söylemek yine de yanıltıcı olabilir. Kasıtlı ya da kulaktan dolma sayılabilecek şekilde yayılmakta olan bir bilgi de yıkıcı, yanıltıcı ve gerçek olana doğrudan uzaklaştırıcı bir etki edebilir. Bu durumda, kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişen tüm bu genellemeler bir kenti insana anlatmaya pek ala yeterlidir.
''Yansıma ve Kimlik'
Kentlerin yalnızca cadde, mahalle ve sokaklardan oluşmadığını kabul etmeli, içerisinde barındıklarıyla birlikte toplum yaşantısında apayrı bir soluk sağladığının farkında olmalıyız. Nitekim, kent kimliğini oluşturmanın temel dayanağı demografik açıdan farklı birçok insanın birlikte yaşamasıyla renkli bir hal alır. Ananevi değerlerin bu çevrelere dahili de ilk olarak bu zamanda görülebilir. Kent kimliği her kente dair farklılıklar göstermesinin sebebi birincil olarak bundan kaynaklıdır. Ve bugün bakıldığında Ankara, İzmir veya İstanbul'un pahalı, Ağrı, Ardahan, Iğdır veya Kars'ın ucuz olmasının sebepleri herkes tarafından bilinir. Ekonomik, demografik, sosyolojik ve psikolojik farklılıklardan doğan bi doğan kozmopolit yapıya toplum, bu popülasyonun şekillendirdiği yapı da kent kimliğidir. Fakat gerek bu çeşitlilik gerek ise mevcut şartlar sebebiyle bu iki olgu da dezenformasyona uğramış, kent belleği ve toplum ilişkisi kırılma noktasına gelmiştir.
Bireyler, toplumda yer aldığı süre boyunca değer endeksine katmış olduğu ananevi değer, bilgi ve yetenekler başta olmak üzere birçok özellikleri edinir. Bu edinimleri kapsayan bütünler ise bir bakıma çevresi ile ilişkilenmesiyle ilgili bir durumdur. Yer aldığımız çevre, bizi biz yapan birçok değerler bütününü oluşturur ve bu durumu organize eden şey coğrafyanın ta kendisiyken, birey merkezli kent kimliklerinin geliştirilmesinde toplumların değişim süreçlerinin bir ayna görevi üstlenmesini sağlar. Kırıldığında ise bir kentin belleği yok olması kaçınılmaz sondur.
''Kent Kıstası'
Kendimden örneklerle gayet açık bir şekilde açıklayıp, bitireceğim bir noktaya geldik: kent kıstası. Öyle ki; benim için de bazı şehirlerin anlamı var. Ankara son derece gridir. Çünkü olabildiğince puslu ya da sislidir. Öte yandan Brighton da Ankara'ya birçok açıdan benzer bir yerdir diyebiliriz. İki farklı ülke, iki farklı kent dahi olsa Brighton ve Ankara ortak noktalar taşır. Benim nezdimde kesinlikle Ankara'da yaşayamam çünkü kasveti beni benden alır ama Brighton'da ömrümün sonuna dek kalabilirim. Nedeni ise bu benim kente yüklediğim anlamla alakalıdır.
Kent kıstası da işte burada kurulur. Birey, kendiyle özdeşleştirdiği yapılara hep bir anlam yükler. Yüklediği bu anlamlar neticesinde de etkilenir ve bir bütünlük kurup, düşünsel bazı bulgular sebebiyle aidiyet hisseder. Ve bazı şehirler de adeta buna göre tasarlanmış ya da zamanla değişime uğrayarak farklı kimliklere sahip olmuştur. Eğer bir kent, bütünlük içerisinde ise kent ve birey etkileşime dahil edebilebilir ama bu kavramın dikkate alınmaması durumunda kurulacak bu ilişki tek yönlü ya da aynı karakterde olmayabilir. Bu düşünsel kıstaslarımız için daha nice parametreler de ekleyebilir, bireyin kent ile arasındaki diyalog da derinleştirebilir. Fakat şu var ki; bir kent eğer içerisine dahil edilen tüm olgularla yüzleşmek zamanımızı alabilir. Burada kıstasımız, kent ve birey arasındaki kurulan psikolojik ilişkilerin tezahüründen bir başkası değildir.