Sosyal uyum neticesinde, çevremizdekilere entegre olmak ve/veya onlar gibi hareket etmek, birtakım davranışların ortak hale gelmesine neden olabilir. Bu da normal karşılanan bir durum. Fakat tüm bu süreçler, bir başka açıdan etrafı bireyin dünyayı algılama biçimini uyum sağlamak amacıyla şekillendirebildiğini gösterir. Kalıcı olmadığı gibi, kısa süreli bir heves olarak algılanabilmekte ve çoğu zaman da öyle olduğu gözlenebilir derecededir.
“Tipolojik Benzerlikler”
Tektipleşmenin ikircikliğiyle homojenize olan davranış arayışları içerisinde olmak, ideal bir davranış modelini meşrulaştırabilir. Tüm bu kabul görme esasları gerek psikolojik gerekse genetik faktörlerle birleşir ve çevresel koşullarla değişirse de bireyler ‘farklı’ olarak algılanabilir. Fakat nedir bu farklılık? Farklılıklar gerçekten bireyi etkiliyor mu? Yoksa ‘farklı olmak’ etiketi yerine ‘farklı olduğunu sanmak’ daha yerinde bir tanım mı?
İşte buradaki en gerçekçi davranış, gerçek anlamda biçimcilikten geçip geçmediğini bilmekte yatıyor. Çünkü neden farklı olduğumuzu ya da neden farklı olarak görüldüğümüzü anlamamıza yeterli olacak belki de tek argüman bu. Tuhaf ya da anormal bir hisse kapılmaktan çok, davranışlarımızın koşullara göre şekil aldığını kabul etmeliyiz.
Bireyler, özünde aynı görünse de birbirinden farklı olan ayrı ayrı birer kişilikken, farklı bakış açıları bu durumu değişken kılmaya yarıyor. İşte farklılık kavramı da tam olarak burada devreye girer. Bazen bu bakış açısı dezenformasyona da uğrar ama bazen tamamen zıt tutum ve davranış modelleriyle de alakalı olmadığı da görülebilir.
“Öznel Farklılıklar”
Farklılıklarımız çeşitliliğine sürekli değinip, dururum. Çünkü gerçek anlamda birbirimizden farklıyız. Bundan dolayı kimilerince yanlış anlaşılıyor ya da yorumlanıyor olsa da kimse birbirinden farklı değil. Belki farklı olanların ya da öyle olduğunu düşünenler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde farklılaşanlardandır. Ya da farklı olanı dışladığını sananlar, baştan bu yana dışlananlar da olabilir. Buradaki o ince ayrım tamamen öznel.
Benim düşüncemde, bireyler arasındaki farklılık tamamen öznelliğe dayalı. Farklı olmak ise dile pelesenk olmuş bir kelimeden başka bir şey değil. Ama bu, şu da demek olmuyor tabii ki; farklı olmak, farklı hissetmek değil, farklı olduğuna inanmanın ötesinde farklılıklarıyla ön plana çıkandır. Nitekim, modern insan tipolojisine ait olduğu kabul edilen her bulgu, farklılaşmak isteyen veya farklı olduğunu savunanlar ile farklı olmadığını inananlardan arasındaki bir fikir ayrılığından öteye gidebilir durumda değil. Bu durumda, belki de kimse farklı değildir ama herkes de aynı sayılmaz. Çünkü farklı olanların farklılıklarına takılı kalanlar, farklı olmanın farkına varamıyor da olabilir. Standartın normal kabul edildiği bu durumda, aksinin olması düşünülemez de denebilir.
“Taklit Edilemeyecek Olan Farklılıktır”
Unutulmamalıdır ki, her insan zaten birbirinden farklıdır. Yalnızca bazı insanlar bunu fark eder ve farklarını yaratacak şekiller ararlar. Birey dediğimiz şeyin sudan farkı yoktur. Aktığı kabın şeklini alırken, var olduğu ruhu tanımayabilir. Bu bağlamda, belki de farklılıklarımız bizi birbirimizden farklı kılmaz; farklı olanların diğerlerinin farkına varmasıyla birlikte farklı olduğuna inanır.
Tabii bu da farklılaşmaların aslında pek farklı olmadığını anlamaya davetiye çıkarabilir. Farklılaşma çabası içerisinde olanlar ile farklı olanlar diye de iki ayrı grup var. Biri, diğerinden daha farklı olduğunu savunurken, farklı olduğunu açığa vurma hissiyle davranışlar sergileyenler de bir hayli fazla. Öte yandan, insanı bir diğer insandan farklı kılan şey düşünceleridir. Buradaki farklılık kıstası, düşüncenin, bakış açısının ve fikirlerle olan uyumluluğudur. Aksi halde, diğer pek çok şey gibi olmaksızın, taklit edilemeyecek olan şeyler asıl farklılıklardır.