İki farklı sosyokültürel ve coğrafi yapının yoğurduğu ruhun ortaya çıkardıklarının anısına çekilmiş iki film vizyona girdi geçen hafta: Bohemian Rhapsody ve Müslüm. Freddie Mercury, en bilindik şarkısının adı ile beyaz perdede iken karşısında bir dönemin sınıf temsilcisi, son demlerinde de sınıflar arası kültür elçisi rolündeki Müslüm kendi adı ile perdelerde.
Ailesi aslen Azeri ve Fars kökenli olan Farrokh Bulsara, şimdiki Tanzanya'nın bir parçası olan Zanzibar adasında, bölge henüz İngilizlerin yönetimi altındayken 5 Eylül 1946'da dünyaya geldi. Hindistan’daki İngiliz Okulları’nda geçen eğitim hayatını 17 yaşında taşındığı İngiltere’deki sanat ve grafik tasarım alanındaki üniversite eğitimi ile bitiren Farrokh, ilkokul yıllarından itibaren okulda kendine seslenilirken kullanılan takma adı olan Freddie olarak tanındı. Hiçbir formal ses eğitimi almayan Freddie, müzik konusunda alaylı olarak tarif etti kendini hep. Freddie Mercury’den 7 yaş küçük olan ve 1953’te Şanlıurfa’da doğan Müslüm Akbaş ise Adana’da başlayan okul hayatını annesini ve kardeşlerinden birini kaybettikten sonra ortaokula devam etmeden yarım bıraktı. 15 yaşında katıldığı bir şarkı yarışmasının ardından Gürses soyadını alan Müslüm sadece müzik konusunda değil her konuda alaylı idi.
Freddy Mercury’nin müzikal kaderi 1970 yılında Londra'da Brian May ve Roger Taylor ile tanışması ile atılırken, Müslüm Gürses bu tarihin 2 yıl öncesinde katıldığı şarkı yarışmasında yönünü çizmişti, üstelik babasının tüm itirazlarına ve engellerine rağmen. 12 yaşında kazandığı bu yarışmanın ardından ilk defa 14 yaşında sahneye çıkan Müslüm, ilk albümünü ise Ömür Plaktan 1968 yılında çıkardı: “Emmioğlu/Ovada Taşa Basma”. Buna karşılık Freddy Mercury ise Queen Grubu ile olan ilk albümü “Queen”i 1973 yılında yayınladı. Diğer deyişle Müslüm “kervanı yolda düzerken”, Freddy Mercury üniversite eğitiminin ardından müzik hayatına başladı.
Hayatları boyunca yaşadıklarının kendilerine kattıklarını, kendi sosyokültürel alt yapıları doğrultusunda evrilten bu iki efsane müzik adamının hayata karşı duruşları oldukça nevi şahsına münhasır. Geçirdiği oldukça ciddi bir trafik kazası Müslüm’ün hayatının dönüm noktasıydı. Kazada şoför ölmüş ve Müslüm öldü zannedilerek morga kaldırılmıştı. Son anda ölmediği anlaşılan ve çok büyük ameliyatlardan sonra hayatına devam eden Müslüm Gürses’te bu kazanın etkileri hayat boyu görülecekti... Müslüm Gürses artık eskisi gibi koku alamayacak ve ileri dönemlerde adı ile özdeşleşecek “Baba” lakabının gereği olan ağır hareket ve konuşma tarzına mahkum olacaktı. Ancak buna rağmen müziğe olan ilgisi ve sevgisi azalmayacaktı. 70'lerin sonu Müslüm’ün hayatında böyle bir dönüm noktası olurken Freddie Mercury’nin de kişisel hayatında önemli gelişmeler olmaktaydı. Hayatındaki “gerçek arkadaş” olarak tanımladığı tek bilinen kadın sevgilisi Mary Austin’den ayrıldıktan sonra eşcinsel olduğunu açıklayan Freddie Mercury, bu sıfatın ona getirmiş olduğu sorumluluk ve olumsuzlukları bir ömür boyu omuzlarında taşıyacak ancak müzik hayatını bunların tamamen dışında tutabilmeyi becerebilecekti; belki de müziğini tüm hayatının getirdikleri ile besleyecekti. Müslüm’ün kendine avantaj haline getirdiği ve hayatı boyunca hiç şikayet etmediği fiziksel özellikleri, arazları vardı, bu durum Freddie Mercury’de ise farklı şekilde tezahür etmekteydi. Gençlik yıllarından itibaren hiç beğenmediği çene yapısı ve dişlek oluşu onun için saklanması gereken bir özellikti. Konuşmaları sırasında ve gülerken genellikle ağzını kapatarak dişlekliğini saklamaya çalışırdı. Gençlik yıllarında zaman bulamadığı için daha sonraki dönemde de ses karakterinin bozulmasından çekindiği için ameliyat olmaktan kaçınmıştı Freddy. Müslüm’ün karakteristik özelliği olan ağır konuşması ve hareketleri ise ona kaderin oyunu olan trafik kazası sonunda geçirdiği ameliyatlardan birer hatıra olarak kalmıştı.
1982 yılında tanıştığı Muhterem Nur ile 1985 yılında evlenip hayat boyu beraber yaşadı Müslüm Gürses. Freddy aynı dönemlerde çalkantılı ve bol spekülasyonlu bir özel hayat yaşamaktaydı. Her ikisi de özellikle 1970'lerden itibaren hemen her yıl birer albüm çıkardılar. Pek çok konserleri kayıt altına alınarak albümleştirildi ve dahası her iki müzisyenin de ölümlerinden önce ve sonra adına konserler düzenlendi ve albümler çıkarıldı.
Dünyaca ünlü bir müzisyen olarak 7’den 70’e, her sosyokültürel ve ekonomik yapıdan insanın gönlünü fetheden Freddie Mercury’nin bu özelliğinde hem ait olduğu sosyokültürel sınıfın ve eğitiminin hem yaptığı müziğin hem de yaşadığı coğrafyanın payı büyüktü. Bununla birlikte Müslüm Gürses, köyden kente göçün “ayyuka” çıktığı dönemde “göç hareketi”nin aktif bir uygulayıcısı olarak ait olduğu sosyokültürel sınıfın bir ikonu haline geldi. Özellikle ilk popüler olduğu yıllarda “alt tabaka”, “köylü”, “arabesk” kavramlarının öncüsü idi ve sınıf ayrımı döneminde sosyokültürel taraflardan birinin öncüsü, sözcüsü olarak duruş sergiledi. Ancak göç akımının yavaşlaması ve göç kültürünün evrimleşip köy-kentlinin, yeni bir kentli kavramı oluşturması ile birlikte Müslüm Gürses ve benzeri akım ikonlarının da hem sosyal hem müzikal duruşu değişti. 2000’lerle birlikte daha önce adı beraber anılması zor olan popüler kültür ve rock kültürü müzisyenleri ile şarkılar söyleyen, albümler çıkaran Müslüm, bu dönemde sınıfları birleştirici etkisini kullanmaya başladı.
Her iki efsanenin ölümü de üzücü oldu. Freddie Mercury, hayat tercihlerinin bir sonucu olarak yaşadığı AIDS hastalığının etkileri yüzünden 1991 yılında; deyim yerindeyse “hızlı yaşayıp erken ölerek” veda etti. Müslüm Gürses’in ölümü de hayatı gibi “arabesk” öğelere sahne oldu. Bir kalp ameliyatının ardından gelişen onlarca sorunla aylarca mücadele etti. Ancak mücadeleyi kaybederek hayata gözlerini yumdu.
Her ikisi de gençliğimin bir noktasında hayatıma değmiş bu iki müzisyeni saygı ile anıyorum… Ve böylesi güzel insanların erken gidişine “İtirazım Var” diyorum. Çünkü “ Show Must Go On”…