Eylül ayının gelmesiyle birlikte yaz sona erdi diyebiliriz ve okulların açılması ile de tatil döneminin bittiğini çok net bir biçimde hissediyoruz. Yoğun çalışma temposu, gri renkli gökyüzü ve karanlık başlayıp karanlık bitirilecek günler bizi bekliyor. Sabah erken kalkma, trafik, geçim derdi, yoğun çalışma temposu gibi günlük ve modern hayatın getirileri olan pek çok stres faktörü şimdiden uykularımızı kaçırmakta. Bunların haricinde hayatın getirdiği sürpriz olumsuzlukların yarattığı stresler de cabası.
Stres, günlük konuşmalarda sıkça kullanılan “gerginlik” diye çevirebileceğimiz bir sözcük. Bilimsel ve tıbbi anlamına bakılacak olduğunda ise stres, karşılaşılan yeni durumlarda insanın ruhsal, bedensel sınırlarının zorlanmasıdır. Vücutta bu yeni duruma uyum sağlamak için meydana gelen değişikliklere ise stres tepkisi denir. Günlük konuşmada stres diye adlandırılan endişe, sıkıntı ise organizmada stres etmenlerine karşı başa çıkamama durumunda gelişen psişik değişikliklerdir. 1950’lere kadar stres, organizmada fizyolojik ve fizyopatolojik değişiklikler yapan uyaran olarak kabul edilmekteydi.1952’de Kanadalı fizyolog Selye, stresi uyaranlara karşı organizmanın verdiği yanıt olarak tarif etti.
Stres yaratan faktörler, sanılanın aksine yalnız günlük psikolojik nedenler değildir. Gürültü, sıcaklık, nem, çevre kirliliği, cerrahi girişimler gibi fiziksel etmenler ve ikili ilişkiler gibi sosyal sebepler de psikolojik faktörler gibi strese neden olabilmektedirler.
Stresin, başta insan psikolojisi olmak üzere tüm vücuttaki olumsuz etkileri bilinmektedir. Karın ağrısı, nefesin yetmemesi, yutkunup da yutamama hissi ve boğazda düğüm en sık karşılaşılan erken psikosomatik belirtilerdir. Stresin yaşandığı anda hissedilen bu semptomlar haricinde uzun süreli ve sürekli stresin başta kalp - damar sistemi olmak üzere vücutta pek çok sistemde olumsuz etkilere neden olan bir faktör olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Vücudun strese tepkisi üç aşamada gelişir; akut tepki, direnme (başarılı direnme ve başarısız direnme) ve tükenme aşamaları.
Akut tepki aşamasında, gerek fiziksel gerekse psikolojik stres sonucunda vücutta bir takım hormonal mekanizmalar devreye girer. Stres anında gereken ani tepkinin verilebilmesi için artan adrenalin salgısına bağlı olarak tansiyonda yükselme ve solunumda hızlanma gözlenir. Adrenalinle birlikte vücutta yoğun bir kortizol salınımı mevcuttur. İkinci aşamada bu değişiklikler düzeltilmeye çalışılır. Kalp ve akciğer sistemi normal haline dönmeye ve kişi gevşemeye başlar. Bu ikinci aşamada vücut, stresle baş edemezse veya direnme döneminde çok enerji harcanırsa tükenme görülür. Bu dönemde vücutta ciddi anlamda halsizlik, güçsüzlük ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık, umutsuzluk gözlenir.
Stres döneminde meydana gelen taşikardi ve hipertansiyon atakları, damar sertleşmesi olarak bilinen “ateroskleroz” gelişimine neden olabilmektedir. Koroner damarlarında, bacak atardamarlarında veya şah damarlarında damar sertliği olanlarda süreç hızlanacak, olmayanlarda ise tetiklenecektir. Stres sırasında aniden artan tansiyon, aort anevrizmalı hastalarda ani damar yırtılması riskini de beraberinde getirecektir. Yine stres dönemlerinde artan kortizol hormonu, uzun dönemde vücutta iltihabi bir süreç oluşturarak organların daha erken yıpranmasına neden olabilmektedir. Bununla birlikte stres ile baş edebilmek için artan sigara ve alkol tüketimi de damar sertliğinin bilinen risk faktörlerindendir. Stresin tetiklediği yeme bozuklukları da kalp damar sağlığı açısından risk oluşturmaktadır.
Kırık Kalp Sendromu
Bununla birlikte stres dönemlerinde tetiklenen durumlardan biri olan ve sıklıkla kadınlarda görülen “kırık kalp sendromu” (takotsubo kardiyomiyopati) da kalp krizi ile karıştırılabilmektedir. Kalp krizindekine benzer şekilde göğüs ağrısı ve EKG bulguları olan bu hastalıkta, kalp damarları tamamen normaldir. Hastalığın oluşumunda en önemli faktör ise strestir. Stresin ortadan kaldırılmasıyla ve destek tedavi ile hastalık geriler.
Stressiz bir hafta dilerim.