Ediz ile Baha’nın 1975 yılında piyasaya çıkan bu şarkısını her dinleyişimde gençliğimin Türk filmlerinin unutulmaz kahramanlarından rahmetli Tarık Akan’ı ve Gülşen Bubikoğlu’nu hatırlarım. Hafızamda o dönemki “genç” imajını; üstten 3 düğmesi açık gömlekleri ve İspanyol paça dar pantolonları içinde, zayıf ve dinç vücudu ile Tarık Akan ve her daim fönlü kumral saçlarının omuzlarını örttüğü renkli elbiselerinin içindeki ince zerafeti ile Gülşen Bubikoğlu oluşturmaktaydı. Haliyle böyle zayıf, dinç ve sağlıklı gençlerde; başta duman olan gençlikten dolayı aşkın kalbe olan etkileri sağlık sorunları ile maskelenmiyor ve sağlıklı, dinç ateş böceği kaçabilirken Tarık Akan dili dışarı çıkmadan, yüzündeki çapkın gülümseme eksilmeden rahatlıkla kovalayabiliyordu.
O günden bugüne 43 yıl geçti. Dahası bu 43 yılda Türkiye kapılarını Batı’ya ve Amerika’ya açtı. Bu durum her alanda olduğu gibi beslenme, spor ve sağlık alanlarında da bir takım köksüz, gelişigüzel, geleneklerden koparan ve dönemlik değişiklikleri beraberinde getirdi. Sanayi devriminin tamamlanması ve spor, beslenme gibi günümüzün endüstrileşmiş sektörlerinin gelişebilmesi için toplumun tüketime yönlendirilmesi gerekirdi. Bu gereklilik toplum üzerinde bir takım algı süreçleri ile yönetilirken yapılan köklü beslenme, yaşam tarzı ve spor alışkanlıkları değişikliklerinin uzun dönemli sonuçlarını yeni yeni görmekteyiz.
1980’lerden itibaren hayatımıza girmeye başlayan ve her yanımızı çok hızlı bir şekilde kaplayan yeni beslenme düzeni, sadece ileri yaşlı kişileri değil gençleri de etkiliyor. “Fast food” kavramının Amerikan markaları ile hayatımıza girmesi ile toplumda genç bireylerde obezite sorununun yerleşmesi arasında geçen zaman sadece 3 dekat. Gençlerin kaynağı belirsiz, protein/yağ/karbonhidrat dengesi olmayan, sağlıksız koşullarda saklanıp servis edilen bu tarz besinlerle büyümelerinin etkilerinden sadece biri obezite. Taşıma ve saklama zinciri sırasında kurallara uyulmadığı için oluşan bakteriyel/viral hastalıklar, gastroenterit gibi günlük de olsa sorun yaratan toksik bozukluklar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde çok ihtiyaç duyulan genç iş gücünün azalması ile sonuçlanabiliyor.
Market alışveriş alışkanlıklarının, özellikle gençlerde değiştiği ayrı bir gerçek. Semt pazarlarındaki meyveler bile rahiyalarından çok, üzerlerindeki tarım kimyasalları ve lojistik sırasında biriken toz katmanları ile dolaplarımıza giriyor. Anne babalarımızın gençliğinde yılın belli dönemlerinde tüketilen sebze/meyveler, yapay ortamlarda yılın 12 ayı üretilebilir halde. Paketli, koruyuculu, konserve gıdaları saymıyorum bile. İşte bu noktada, anane-örf ve geleneklerine görece bağlı ileri yaş insanların kendini koruyabildiğini ancak genç bireylerin alışkanlıklarından ötürü kendilerini bu sisteme teslim ettiklerini söylemek pek de haksızlık olmaz. Bu teslimiyetin sonucu da kaçınılmaz bir şekilde toplumda genç yaşta artan kanser vakaları, erken yaşta yakalanılan şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği ve kalp-damar hastalıkları olarak karşımıza çıkmakta.
Beslenme sorununa ek olarak günümüz medeniyetinin, insan evladını zorunlu olarak içine soktuğu doğadan uzak ve doğasına aykırı hayat düzeni de özellikle genç yaştakilerin sağlığını olumsuz etkilemekte. Hareketsizlik, günümüz hastalıklarının pek çoğunda etken ve hastalıkların erken yaşta ortaya çıkmasında önemli faktörlerden. İşleyen demirin ışıldadığı gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak paslanmanın, durağan bir yapıda erken gelişeceğini rahatlıkla anlayabiliriz. Çalışan genç kişilerin, masa başında veya sahada hareketsiz bir şekilde günlerinin yaklaşık 1/3ünü geçiriyor olmaları kalp damar hastalıkları başta olmak üzere pek çok hastalık ile artık neden daha genç yaşta karşılaşıldığını açıklayan önemli sebeplerden bir diğeri.
Tüm bu olumsuzlukların farkında olarak hayatına sporu katmaya çalışan bireylerde ise günümüzde çok yanlış ve sadece çeşitli “moda akım”lara göre şekillendirilen spor aktiviteleri karşımıza çıkıyor. Kapalı ortamlarda, güneş görmeden yapılan spor aktivitelerinin yarardan çok zarar getireceğini düşünüyorum. Bununla birlikte yetersiz bilgi ile genç bireylere verilen spor programlarının; kişilerin spor geçmişi, vücut tarzı, günlük hayatlarına olan etkileri, beslenme düzenleri ile uyumu gibi konular hesaba katılmadan düzenlenmesi ayrı bir sorun. Yeterince gelişmemiş bir spor kültürünün, sonradan edinme bir takım olanaklarla oturtulmaya çalışılması oldukça kötü sonuçlara sebep olabiliyor. Özellikle genç bireylerde spor kaynaklı yaralanmalar veya kronik yanlış aktiviteye bağlı meydana gelen sorunlar bu fikrimin en önemli göstergesi.
Tüm bunların çözümü yine kendi içimizde. Öncelikli olarak ilkokul eğitiminden itibaren çocuklara düzgün beslenme, spor kültürü ve sağlıklı yaşam ile ilgili hayat görüşünü kazandırmak gerekli. Matematik çalışmak uğruna açık havada geçirilecek süreden feragat eden ilkokul çocuklarının sağlıklı, düzgün beslenen, doğa ile uyumlu ve spor kültürü olan bireyler olmasını beklemek “Pollyanna”cılık kategorisinde ilk üçe yarışacak bir görüş. Aile ortamından başlatılacak düzenli ve sağlıklı beslenme alışkanlığı; çocuğun sosyal, fiziksel, ruhsal şartları ile uyumlu spor aktiviteleri; doğal ve doğa ile uyumlu yaşam yönelimi ve uygun eğitim programları ile desteklendiği zaman sağlıklı, dinç ve umut vadeden bir gençlik oluşturmak içten bile değil.
Bu konuda özellikle Kuzey Avrupa ülkelerini irdelemeli ve kendimize örnek almalı, O’nlardan aldığımız dersleri kendi kültür, gelenek, görenek ve yaşam şartlarımız ile birleştirerek hayata geçirmeliyiz. Bu sayede kronolojik yaşı koşarken, fizyolojik yaşı emekleyen nesiller yetiştirebiliriz.
Sağlıklı günler dilerim.