Aktif olarak koşu hayatımı devam ettirdiğim koşu takımım Team Run.Bo geçen hafta içinde benimle; şehir hayatı ve trafikte bisiklet kullanımı konusunda bir röportaj yaptı. Şehir içi ulaşımda bisiklet kullanımının sayısız faydası mevcut. Son olarak Avrupa Bisiklet Federasyonu'nun (ECF) 2018 yılında yayınladığı çalışması bu konuda detaylı ve faydalı bir kaynak. Ben de günlük ulaşımımı bisikletle sağlayan bir birey olarak, bisikletin faydalarını her açıdan hissediyorum. Bu konudaki deneyim ve bilgilerimi sizinle paylaşmak için Team Run.Bo ile yapmış olduğum röportajı, yazı dizisi olarak sizlerle paylaşmak istedim.
Keyifle okumanız dileği ile...
Merhaba Cem. Senin bisiklet tutkunu biliyoruz ve bu konu ile ilgili bilgilerinden faydalanmak istiyoruz. Önce biraz kendinden ve sporcu kimliğinden bahsedebilir misin?
1979 İzmir doğumluyum ve 3 yaşından beri İstanbul’da yaşıyorum. İlkokul yıllarından beri spor yapmaktayım. 7-12 yaşları arasında Galatasaray’da lisanslı yüzücülük yaptım. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarında amatör olarak sporla bağımı devam ettirdim. Üniversite yıllarından itibaren doğa sporlarına ve bisiklete ilgi duymaya başladım. Asistan doktor olarak çalıştığım 2003-2010 yılları arasında trekking, SCUBA dalış, kampçılık, doğa yürüyüşleri ve yelkencilik ile uğraştım. Kalp ve damar cerrahisi uzmanı olduktan sonra mecburi hizmetimi Kahramanmaraş’ta yaptım ve bu dönemde maalesef iş yoğunluğumdan dolayı spora çok fazla zamana ayıramadım. 2012 yılında tekrar İstanbul’a dönmemle birlikte koşmaya ve hemen ardından da patika koşuları yapmaya başladım. 2015 yılında geçirdiğim iliotibial bant sendromunun ardından çeşitli nedenlerle uzattığım bir sporsuz dönem geçirdim. 2018 yılının ortasından itibaren spor hayatıma geri döndüm. Bu dönemde patika koşularının yanında bisiklet ve triatlona da merak sardım.
Bisikletin hayatındaki yerini bize anlatabilir misin? Aileden gelen bir tutku ve alışkanlık mı? Yoksa sonradan mı girdi hayatına?
Ailemle hiç bağlantısı yok bisikletin, hatta babam bisiklet binmemize sıcak bakmazdı. O nedenle çocukken bisikletim olmadı. İlk bisikletimi üniversite yıllarında, çeviri yaparak kazandığım para ile almıştım, babamla da 10 gün kadar konuşmamıştık bu yüzden. Neyse ki sonradan yumuşatmayı becermiştim babamı.
O bisikletimle çok aktif olmasa da ulaşımımı sağlardım o yıllarda. Sonra üniversitenin yoğunluğu, asistanlık yılları, mecburi hizmet derken bisikletin hayatımdaki rolü azaldı ister istemez. 2012 yılında İstanbul’a geldiğimde neredeyse bisiklete hiç binmiyordum, yalnızca ayda 1-2 kere çok kısa mesafe sürüyordum. Sonra bir gün Acıbadem’den Fenerbahçe’ye araba ile 45 dakika trafikte kalınca “Buraya kadarmış.” dedim ve arabayı satıp motor kullanmaya başladım. Ancak geçirdiğim 2 motor kazası ve çevremden aldığım üzücü motor kazası haberleri nedeni ile 2014 yılında motor kullanmayı da bıraktım ve şehir içi ulaşım için bisiklet kullanmaya başladım. Bugün de hala günlük hayatımda ulaşım için toplu taşımayı, bisikletimi ve bacaklarımı kullanıyorum.
Bunun haricinde son 1 yıldır da düzenli olarak sportif amaçlı bisiklet kullanıyorum.
Peki günlük hayatında bisiklet kullanmak neleri değiştirdi? Bisiklete bindiğin için olumlu anlamda neler girdi hayatına?
Hiç tereddütsüz vereceğim ilk cevap “stresten uzaklaştım” olur. Sabah işe giderken, akşam eve dönerken, gün içinde çeşitli nedenlerle ulaşımımı bisikletle sağlamak hayatıma dinamizm getirdi. Spor yapamadığım bu dönemde vücudumun bir şekilde de olsa işlemesine katkı sağladı. Yolda giderken yüzüme çarpan rüzgarın verdiği özgürlük hissi, rotamı istediğim şekilde değiştirebilme keyfi, yoldaki çiçeklerin kokusunu alabilme şansı tarifsiz kazançlar.
Klişe bir devam olarak trafiğin olumsuzluklarından kurtulduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece stres değil, arabanın kapalı ortamında solumak, egzoz dumanına maruz kalmak, zaman ve rota planlamasını trafiğe göre yapmak, hareketsizlik aslında hayatımıza ve sağlığımıza tahmin ettiğimizden çok daha olumsuz etki ediyor. İşte bisikletli ulaşım tüm bunları geride bırakmanızı sağlıyor.
Bununla birlikte rotanızı çok değişik yollardan geçirebiliyorsunuz. Ben Feneryolu’nda oturup Fulya’da çalışıyorum. İstediğim zaman Kadıköy’den vapura binerek boğaz keyfi yapıyorum, istediğim zaman ise raylı sistemle ulaşımımı sağlıyorum. İşte bu özgürlüğün ve dinamizmin, insana kattıkları tarif edilmesi zor şeyler.
İşe felsefi açıdan bakalım biraz. Özgürlük ve dinamizm dedin az önce. Bisikletin günlük hayatta ve ulaşımda kullanımı bireysel açıdan ne gibi avantajlar sağlıyor kişisel gelişimimize sence?
Biz çocukluktan erişkinliğe geçerken çok şeyi yanımıza almayı unutuyoruz. Aslında yetişkinler olarak hayatta zorlandığımız pek çok noktada da “çocuk aklı” ile çözümler bulabiliyoruz.
Mesela amaçlarla araçlarımızı karıştırıyoruz. Küçükken bizim için mutlu olmamız için araç olan pek çok şey erişkinlikle birlikte amacımız olmaya başlıyor. Böylece mutluluğu yerleştirecek bir kap bulamıyoruz içimizde. Küçükken sabahın köründe binilen bisikletten akşam şakaklar ter ve sokak kirinden görünmez hale gelerek inilirdi ama yüzlerden tebessüm eksik olmazdı. Ya erişkin olunca; kapının önünde son model arabalar, elde navigasyon uygulamaları açık son model telefonlar.
Bununla birlikte özellikle son 20 yılda emek vermeyi unutmaya başladık. En kısa yoldan sonuca ulaşma derdindeyiz, oysa o yolda verilen emeğin esas olduğunu unutuverdik. Bisiklet emeğin önemini hatırlatıyor insana, çok basit bir şekilde bir yerden bir yere gitmek için bile emek vermeniz gerekiyor çünkü.
Bir başka önemli konuda şu; yolda olmanın keyfini unuttuk bizler. Hem kısa yoldan sonuca ulaşmak hem de zamandan kazanmak için ulaşmayı yolda olmaya tercih ediyoruz ancak yolda olmanın, giderken öğrenmenin keyfini ardımızda bırakıyoruz.
İşte bisiklet farkında olmadan tüm bunları katıyor insanın hayatına, farkına varılmayan, küçük, tılsımlı dokunuşlar.
Kişisel olarak bu avantajları yadsıyamayız tabii ki. Ama bir de toplum açısından değerlendirmeni isteyeceğim. Bisikletli ulaşımın topluma kattıklarını özetleyebilir misin?
Bu konu ile ilgili anlatmaya ve yazmaya karar vermemi sağlayan günü hatırlıyorum. Bir gün internette dolaşırken bir fotoğraf gördüm. Mecidiyeköy’de günün trafik açısından yoğun bir saatinde çekilmiş bir kare. Fotoğrafta var olanların %90’ı yapay ve dünyaya kaos getiren şeylerdi. Kaporta yığını, beton kütleler, asfaltın grisi. Dahası fotoğrafın derinine incelediğimde ortamdaki yoğun egzoz kokusunu ve korna-motor seslerini duyabiliyordum. İşte böylesi anormal bir kareyi gayet kanıksayarak ve normal kabul ederek yaşıyoruz toplum olarak ve bu bence çok tehlikeli.
Ses kirliliği, görüntü kirliliği, çevre kirliliği akla gelen ilk 3 olumsuz yanı. Trafik stresi, zaman kaybı, trafik kazası kaynaklı sonuçlar cabası. Öyle ki Dünya Sağlık Örgütü” 80 desibel sesin üzerine uzun süre maruz kalmanın işitme kaybı yaratabileceği bilgisini verirken, yapılan bilimsel çalışmalar otoyol tünellerinde 95 desibele kadar ses kaydı olduğunu bildiriyor. Şehir merkezlerindeki gaz emisyonlarının neredeyse %75’inden motorlu araçlar sorumlu. Tüm bu sağlıkla ilgili ve sosyal konuların motorlu araç üretiminin ve yol yapımının ekonomik şartları ne derecede etkilediği de ayrı bir tartışma konusu.
Bisikletli ulaşım yukarıda saydığım bu gri tabloyu gökkuşağı ile çevreleyebilecek bir faktör olarak kabul edilebilir aslında. Gerçekten de bu kadar güzel bir alternatif.
Devamı haftaya...