İnsanoğlu taş devrinden bu yana fiziksel ve sosyal olarak çok ciddi bir gelişim göstererek bugünkü durumuna gelmiştir. Aslında 3.5 milyar yaşındaki dünyamızın tarihi içinde insan hayatının rolü, bunun sadece 30 bin yılını kapsamaktadır. Tarım dönemi günümüzden 10 bin yıl önce başlamışken, sanayileşmenin tarihi ise henüz 2 yüz yıl öncesine dayanmaktadır. İnsanoğlunun beslenme eğilimleri ve besinlere olan yaklaşımı da bu evrimsel süreçte değişmiştir. Günümüzdeki bitkilerin çoğu ve ataları da evrimleşerek bugünlere gelmiştir. Önce tohumlar ve tohumlu bitkiler evrimleşmiştir. Ardından diğer yabani meyvelerin, otların ve çeşitli köklerin evrimleşerek geldiğini yapılan antropolojik, prehistorik ve arkeolojik kazılarda elde edilen bir takım bulgulardan ve yiyeceklerden kalan fosil araştırmalarından biliyoruz. Tüm bu kaynakların ışığında diyebiliriz ki, insanoğlu bu tarihsel süreçte özellikle tarım dönemine kadar hayatta kalabilmek için ciddi bir mücadele verdi. Avcı toplayıcı özellik taşıyan taş devri insanının besin arayışına girdiği öncelikli yerler, yaşadığı mağaranın yakınlarındaki ormanlardır. Aslında o dönemde ormanlar insan türü için çok tehlikelidir. Zira dönemin en vahşi ve tehlikeli antik hayvanları da bu ormanlarda yaşamaktadır .
Bugün insanlar kendi ürettikleriyle hayatlarını devam ettirirken, binlerce yıl önceki kuşaklar doğanın verdikleriyle yetindikleri, avlayabildikleri, toplayabildikleri kadar varlıklarını sürdürebildikleri bir yaşamın içinde olmuşlardır. Zira yazılı kaynaklar gösteriyor ki bu dönemde her zaman bolluk yoktu. Açlık, kıtlık, salgın hastalıklar vb. doğanın hırçınlıklarını da belli zamanlarda karşılamak gerekmiştir. Konunun uzmanlarının ve araştırmacılarının söylediklerine göre de insan vücudu bu durumları göğüsleyebilecek şekilde uyum sağlayabilme becerisine sahiptir.
Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Sibel Karakaya’ya göre; Taş Devri insanı, bitkisel ve hayvansal gıdaların tümünü tüketebiliyor, mevsimlere göre de beslenmesini ayarlayabiliyordu. Avcı insan için doğal hayatın bir parçası olma zorunluluğu vardı. Fazla enerjiyi yağ olarak depoluyor, gerektiğinde de bu depolardan kullanıyordu. Avcı toplayıcı insan, bu besinlere ulaşmak için çok ciddi çaba sarf etmekteydi. Bir bizonun peşinden mızrakla koşmak, onu yere indirip öldürmek, kilometrelerce geri, mağaraya taşımak kolay bir iş olmasa gerek. Benzer şekilde her gün ağaçlara tırmanıp, bin bir kıvraklıkla meyve-sebze toplamak da kolay değildir. Balık da yiyen ilk insanlar, şu an kulağa çok zor gelse de o dönemde balıkları elleriyle yakalıyorlardı. Bazen de sessizce, sürünerek avlarına ulaşmaya çalışırlardı. Yakalayacakları hayvan, onları görmesin, kokularını almasın diye vücutlarını çamura bularlardı. Bu insanların dayanıklılığı, kardiyovasküler sağlıkları, kas-yağ dengeleri, günümüz maraton koşucuları ile neredeyse aynı düzeydeydi. Bugün de insan vücudu fazla olanı yağ olarak depoluyor ancak ilk insanlara göre çok daha hareketsiz olduğu için bu stoklar, kalp damar hastalıkları, obezite vb olarak kendisine geri dönüyor.
İlk insanlar beyinlerini, gıdayı değişik yollardan bulmak için kullanırken, günümüz modern insanı beynini lezzetli gıdaları reddetmek ve ilk çağ insanından gelen “yemek ye” içgüdüsüyle savaşmak için kullanmaktadır. İlk çağ insanı zekasını kazandığı enerjiyi korumak için kullanırken, günümüz insanı aldığı enerjiyi harcama yollarını bulmak için kullanmaktadır. Çok kesin olmamakla beraber ilk çağ insanlarının günde 3 bin kalori enerji tükettikleri ama asla obez olmadıkları, modern insanın 2 bin kalori tükettiği fakat fiziksel aktivitesinin azlığından dolayı obez olduğu görülmektedir. Ayrıca taş devri insanın vücudu için gerekli tüm besin öğelerini karşılayabildiği, süt içmediği halde, meyvelerden, kemikten vb. günlük 800mg/ gün veya biraz daha az, modern insanın ise günlük 500 mg/gün veya daha az kalsiyum aldığı, taş devri insanın meyvelerden vb. bitkilerden 400 mg C vitamini modern insanın 100 mg C vitamini aldığı düşünülmektedir. Avcı toplayıcı olan taş devri insanının günlük enerjisinin 15/ 20sini yağlardan , % 70- 80 inin nişastadan aldığını, tarım toplumuna geçişle 10/15 ini yağlardan 60/ 75 ini ve nişastadan % 5 ini rafine şekerden aldığını görüyoruz. Tarımın keşfi ve insanoğlunun doğaya hükmetmeye başlamasıyla da şeker başta olmak üzere rafine edilmiş gıdalar insanoğlunun hayatında yerini almaya başlıyor.
Bu veriler sizin kafanızda, “ ilk çağ insanlarının daha sağlıklı ya da uzun mu yaşadığı ile ilgili bir takım soruları oluşturabilir, ancak konunun uzmanları buna “ hayır” coğrafi koşullar, beslenme yetersizliği( besine her zaman ulaşamıyorlar), iklim, hastalıklar vb. nedenlerle çok uzun yaşamadığını ancak günümüz modern insanın da uzun yaşamakla birlikte günümüzde kanser, kalp damar hastalıkları gibi sorunlarla uğraştığını belirtmekteler.
Ama bu iki hayat kıyaslandığında Prof.Karakaya çıkarılması gereken sonucu şöyle özetliyor;“avcı - toplayıcı insan gibi yaşamak mümkün değildir, zira günümüzdeki et, sebze meyve farklıdır; ancak onların beslenme modelinde yer alan ve sağlığımızı olumlu etkileyecek bazı özellikleri örnek alıp yaşantımızı düzenleyebiliriz. Bunun için de rafine edilmiş ürünlerden uzak durmak ve fiziksel aktivite yapmak en önemlisidir.”
Sağlık ve afiyetle kalın... *Hayat en güzel hediye!..