HAYAT EN GÜZEL HEDİYE
“ Hayat en güzel hediye" nasıl da severim bu sözü. Sevdiğim bir markanın yıllardır hediyelerinin üzerine yapıştırdığı kırmızı etiketlerine sahip olmak için her yeni yıla girerken gider küçük de olsa bir hediye alırım kendime ve fazladan bu etiketlerden isterim. Bilgisayarımda, masamın üzerinde, hatta ofisimdeki diğer arkadaşlarımın masalarında da vardır.
Gerçekten de hayat en güzel hediye... Şükrünü, kıymetini her zaman bilmeye çalıştığım bu sözü, belki de daha fazlası için, bu sıralar daha çok düşünür oldum.
Yeni bir yıl yaklaşıyor! Kimilerimiz için yeni umutları, yeni heyecanları; kimilerimiz içinse bilinmez hayal kırıklıkları ve hüzünleriyle birlikte…
Yeni sayfalar açılacak… Kararlar alınacak… Gelecek planları, yapılması gerekenler, bitirilmesi gerekenler, kim bilir neler konuşulacak?
Kazanılanlar, kaybedilenler… Birinin zaferi, diğerinin hüsranı… Bazen geçmişin muhasebesi, bazen de geleceğin kaygısı... Yazılacak çizilecek, neler olmuş dünyada şöyle bir bakılacak. Takvimin son yaprakları düşerken kendi hayatlarımız da bu hesaplaşmadan nasibini alacak.
Oysa ki hayat anlarda ve aslında çok basit şeylerde saklı. Biz daha fazlasını beklerken önümüzden sessizce akıp gidenlerde... İnsan, bunu yaşı ilerledikçe daha iyi anlıyor. Yataktan sağlıklı kalkmanın lütfu, ”günaydın” diye seslenebilmek… Ama öyle bir seslenebilmek ki, günü gerçekten aydınlatabilmek!
Mis gibi kokan bir kahvenin verdiği mutluluk, “bir çay, bir simit” diyebilmek, saksıdaki çiçeğin, ılık esen meltemin kokusunu ciğerlerinin her köşesinde hissedebilmek…
Farkına bile varmadan hızla alıp verdiğin nefesin; hakkını vererek, değerini hissederek yaşamak... Aheste aheste, nefesini huzurla alıp verebilmek... Korkular, travmalar, bastırılmışlıklar, hırslar, nafile telaşlar olmadan, sükûnet yetisini kaybetmiş çoğunluğun içinde kaybolmadan yaşamak…
Belki de çoğunlukla bir sonraki günü, haftayı, yılı hayal edişimizden, anı tüketmemiz ve hep bir şeyler için beklerken günü yaşayamamamız… Belki de o yüzden dönüp arkaya baktığımızda hep geç kalışlarımız .
Hem de çok basit şeyler uğruna kendimiz için geç kalışlarımız, sevdiklerimizi yeteri kadar sevemediğimiz; hatta kendimizi sevemediğimiz için geç kalışlarımız… Bisiklete binmek, sahilde koşmak , dans etmek, yağmurda ıslanmak, bazen de boş boş takılmak için geç kalışlarımız…
Kendine gülmeyi beceremeden, kendi varlığının mucizesini hissedemeden yaşlandığımız için geç kalışlarımız…
Büyük şeyler ararken, yanı başımızdaki güzellikleri kaçırdığımız ve yakalamakta artık çok geç kaldığımız geç kalışlarımız…
Yani aslına bakarsak; ‘hayat küçük şeylerde ve o küçük şeyler biz istersek büyük oluyor’. Sokrates'in dediği gibi; “mutluluğun sırrı daha çok olanı aramakta değil, daha az olanın tadını çıkarmaktadır”
Hayat bizim hücrelerimizde… Aslında etrafımızda aradığımız mucize kendimiziz. Neyi gerçekten istersek hayat bize onunla geliyor; iyi olmayı seçince güzellikleriyle geliyor. Sadece senin onu içtenlikle, temiz duygularla yönetmeni bekliyor.
Hayat, kulağına fısıldıyor aslında: Bugünün derdi, yarın bambaşka bir dönüşümün habercisi olacak. Bize düşen bu sesi duyabilmek. Bu sesi duyanlar güçleniyor. Belki de farkındalık dedikleri de budur.
Şükür ve sevgiyle, değiştirebildiklerinle ve değiştiremediklerinle, kabul duygusunun verdiği gücün sana katacaklarını hissederek, anı ıskalamadan yarını görebilmek ve kendin için istediğin her şeyi herkes için isteyerek yaşamaktır hayat.
Bugün ektiğin güzelliklerin yarınlardaki hasatıdır hayat… İç başarıyla dış başarının dengesidir.
Hayat aslında, kendimize ayırdığımız anlar kadar uzun. Kendimiz için vakit ayırmadığımız her gün yaşlanmış; kendimizi mutlu ettiğimiz her gün yaşamış oluruz başımızı yastığa koyduğumuzda.
Huzurla, sağlıkla, bazen değişebilme, bazen de kabul ve baş edebilme gücüyle gelsin 2019…
Aaa bu arada değişim ne zaman gerekli derseniz Claus Moller’e göre “gerekli hale gelmeden’dir.”