17.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA
Yayına hazırlayan: GÜLİZ ARSLAN
En son “O Muhteşem Hayatınız” isimli romanıyla okuyucularının karşısına çıkan sosyolog, yazar Oya Baydar ile şimdilerde büyük ilgi gören “Seksenler” dizisinin Fehmi Baba’sı Rasim Öztekin, Milliyet’in “Sofrada Baş Başa” sayfalarına konuk olmak üzere bir araya geldiklerinde tanıştılar. Yağmurlu bir öğleden sonra, Balıkçı Abdullah’ta gerçekleşen buluşmada birçok ortak noktaları olduğunu keşfettiler.
Rasim Öztekin: Ben sizinle tanışmayı çok isterdim. Sıkı bir İlke Dergisi ve daha sonra da Politika Gazetesi okuruydum. 59’luyum. O dönemler bizim lise çağlarımız. En deli ama en umutlu çağlarımız. Hem en masum hem de en delikanlı... Yazılarınızla çok güzel şeyler verdiniz bizlere...
Oya Baydar: Öyle mi? Çok teşekkür ederim. Demek ki epeyce ortak yanımız var. Bu aralar siz ne yapıyorsunuz?
Rasim Ö.: “Seksenler” diye bir dizimiz var. Vaktimizin çoğunu ona veriyoruz. 80’ler Türkiye için kötü bir dönemdir. Fonda o kötü dönemin de anlatıldığı ama daha çok o dönemki insan ilişkilerini işleyen bir dizi.
Oya B.: Açıkçası ben hiçbir diziyi izlemiyorum. Ama entel takıldığımdan değil. Ben başladım mı bırakamam, tekrarlarını bile izliyorum. Öyle bir “Çocuklar Duymasın” izlemişliğim vardır. Bir de yılın yedi ayı Marmara Adası’ndayız. Orada kanallarım çok kısıtlı. “Seksenler”i başta seyretmiştim. Neden öyle yaptığınızı da anlıyorum ama bana o dönemin siyasi atmosferinden çok kopuk geldi.
Rasim Ö.: Geçen ocakta başladı dizi, kronolojik sırayla gittik. 24 Ocak kararlarıyla başlamıştık, 12 Eylül’e geldik. Bu sezonu 12 Eylül darbesiyle açtık. Twitter yorumlarına bakıyoruz; sağcılar “Siz ortamı amma solcu yapmışsınız, asıl sağcılar çekti” diyor, solcular, “Siz faşist misiniz? O ne öyle” diyor. Her iki taraftan da böyle yorumlar gelince doğru yolda olduğumuzu düşündük. Ortada kalmaya özen gösteriyoruz. O dönemde her iki taraf da çekti çünkü, bütün Türkiye çekti.
Oya B.: Dönem dizisi yapmak çok zor olmalı. Ben romancıyım, tehdit alsam da istediğim gibi yazıyorum ama bunu bir dizide yapmak çok zor...
Rasim Ö.: Tabii bir de şu var; biz siyasi bir belgesel yapmıyoruz. Amacımız insanları eğitmek değil. Dizide 12 Eylül’ü de anlatmamızın nedeni, o günkü yaşantıya çok ciddi damga vurması. En basitinden, kantinde gazoz içmeyip para biriktirir, kitaplar alırdım, sonra o kitapları bir bir yaktım. O dönem tam bir kaos olmasına rağmen çok önemliydi. Biz o dönemden yararlanamadık. O dönemde sokaktaki insanın kafası boş değildi. İnsanlar politikayla iç içeydi. Bugün öyle değil.
“Ben kötümserimdir ama siz benden de betersiniz”
Oya B.: Bugünkü dünya da öyle değil.
Rasim Ö.: Kitle hareketleri vardı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın yoktu. Şimdi bireysel sıyrılmalar ön planda. Bir şekilde sıyrılıp toplumun belli bir kademesine gelirsen senden övgüyle söz ediliyor.
Oya B.: Dünyada da olan ama Türkiye’de daha yoğun yaşanan bir gidişat bu. Toplumsal duyarlılık eskisi gibi değil. Ama bu da geçici bence. Kürt hareketinin, kadın hareketinin şimdiki duyarlılıklarını düşünün. Biz duyarlılıklarımızı büyük ölçüde emek-sermaye çelişkisi üzerine kurmuştuk. Kendi mahallemde tepkiyle karşılaşsam da bunun günümüz sorunlarına cevap vermediğini düşünüyorum artık. Başka mağduriyetlerin de farkındayız şimdi. Eskiden kadın, çevre meselesi gibi şeylere şöyle bakardık; devrim olacak, her şey düzelecek...
Rasim Ö.: Başka konularda fikir üretmeme, devrimin arkasına sığınma
biraz da işin kolayına kaçmaydı.
Oya B.: Başka konularda fikir üretirseniz kafası karışık yoldaş olurdunuz. İçinde olduğum politik örgütlerde hep kafası karışık yoldaştım çünkü soru sorardım ama cevap yoktu. Şimdi bunların cevaplarına gidilerek yeni hassasiyetler gelişmesini temenni ediyorum.
Rasim Ö.: Ben umutsuzum, meydanı boş bulmanın getirdiği fütursuz davranışlar sergiliyor kapitalizm. Bu sistemde giderek bireyselleşen insanın herhangi bir yaraya parmak basacağını sanmıyorum.
Oya B.: Ben kötümserimdir ama siz benden de betersiniz. Bence kapitalizmin en ateşli savunucuları bile “Ne olacak bunun sonu?” sorusunu sormaya başladılar. Bir şeyler değişir mi bilmiyorum ama yavaş yavaş filizlenen bir şey var. Kimbilir ne zaman boy verir ama?
Rasim Ö.: 80 öncesi insanının kültürel bir altyapısı vardı. Boş olmadıkları için de
o insanlarla her yolculuğa çıkılırdı. 80 ihtilalinden sonra bir prototip yaratıldı. Çoğunlukla, tamamen boş, o dönemden sonra yetişenler. Onların ayıbı değil bu üstelik, İbrahim’in (Tatlıses) dediği gibi; Oxford vardı da onlar mı okumadı?
Oya B.: Romanla ilgili bir söyleşinin sonunda bir genç hanım yanıma gelip
“Oya Hanım, sizin romanlarınızdaki kahramanlarınız bizim kuşak için psikiyatrik vakalar. Başkalarının mutluluğu için kendini feda etmeyi ben hastalıklı buluyorum” dedi. “Peki sizce insanın hayatına anlam kazandıran nedir?” diye sordum. “Avrupa’da bir ev, yeni bir araba, dünya seyahatleri...” dedi. Sonra şöyle bir durdu; “Ama siz daha mutluydunuz” dedi. Bu çok önemli. Biraz düşününce o boşluk duygusunun kavranmaması mümkün değil.
“Sosyalistlik en yalın haliyle delikanlılıktır”
Rasim Ö.: Berlin Duvarı yıkılırken Almanya’daydınız. “Berlin Duvarı üzerimize üzerimize yıkıldı” sizin sözünüzdü değil mi?
Oya B.: Evet. Duvar yıkıldığında
49 yaşındaydım. Birkaç neslin uğrunu yaşamını verdiği bir inanç sisteminin yıkılışını gösteriyordu. O yüzden öyle söyledim. Şimdi hiç kuyruğu dik tutmaya çabalamayalım. Benim çevremdeki insanların küçük bir bölümü hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Bir bölümü dövünmeye başladı. Bir de kendimi de içinde gördüğüm kesim vardı; biz de yüzleşme yolunu tercih ettik. Şimdi sorsanız bana, hiçbir pişmanlığım yok. Sosyalizmin özü daima yaşayacaktır çünkü. Nedir o; adalet, eşitlik, barış ve özgürlük...
Rasim Ö.: Ben sosyalistliği en yalın haliyle delikanlılık olarak tanımlıyorum. Cinsiyetçi bir ifade olarak kullanmıyorum yalnız bunu. Fütursuz ama art niyetsiz ve vicdanıyla hareket eden kişidir delikanlı. Yoksuldan yanadır. Sokak efeliği ile bağdaştırırım biraz. Küba’yı gördüm. Sovyetler Birliği’ni de okuduklarımdan biliyorum. Sovyetler Birliği’nde gri bir komünizm, Küba’da turuncu bir komünizm vardır. Aradaki fark ne sizce?
Oya B.: Ben birkaç defa Sovyetler’de bulundum. Gitmeden önce bir dünya cenneti görmeyi beklememiştim. Buna rağmen dönüşte eşime “Bu, kısa zamanda yıkılacak” dediğim bir şey gördüm orada. O da şu; bir donukluk vardı. Cıvıl cıvıl hiçbir şey yoktu. Sosyalizmin özünü teşkil etmesi gereken özgürlük meselesinde son derece geri kalınmıştı. Küba’ya gelirsek, orada farklı bir insan malzemesi olmasına rağmen orada da çok çember içinde bir toplum vardı. Dans etme özgürlüğünden ötesi yoktu. Arkadaşımızın bavulu bozuldu, Havana’da bavul bulamadık. Sonra bir yerde çok kötü bir bavulu çok pahalıya aldık. Bavula ihtiyacı yok ki insanların, çıkamıyorlar oradan. Bir de hâlâ siyasi düşüncelere bile idam getirilebilen bir ülkede ben sosyalizmin olduğuna inanmam.
“Herkes meşrebince yasaklıyor”
Oya B.: Türk Hava Yolları’nında (THY) içkinin kaldırılmasına kafayı taktım. Ben THY’yi çok beğeniyorum. Ama bu öyle bir zihniyet ki şunu hiç kabul edemiyor; yahu bırak, isteyen içer, istemeyen içmez. Benim dayanamadığım bir şeydir yasaklama. Sadece İslami muhafazakarlar için söylemiyorum bunu, laik Kemalisti de aynı. Adamın anadilini yasaklıyor, öbür tarafta, Bulgaristan’da Türklerin ismi değiştirildi diye havalara fırlıyor. Hayatımız boyunca yasaklandık biz. Bir tane Marksist kitap bulamazdık. Herkes kendi meşrebince bir şeyleri yasaklıyor. 12 Eylül’de cuntamızın ilk yaptığı iş küpeli gençlerin küpelerini çıkarttırmak ve uzun saçlıları tıraş ettirmekti. Şimdi umutlu olduğum şey şu ki, en azından bunu tartışmaya başladık. “Yasak yasaktır”, 68’in sloganıdır, ütopik ama doğru, hiçbir şeyi yasaklamayacaksın.
“Tencereye koyduğumuz ıstakozu kapının önünde bulduk”
Oya B.: Ben aslında bir anlamda Boğaz çocuğuyum. Benim babam Boğaz komutanıydı, 50’lerde. Kalkan şimdi lüks oldu. O zamanlar dört kalkan birden gelirdi eve, komşulara dağıtılırdı. Yaşar Hanım diye bir dalyancı vardı, dalyan gibi bir kadındı. Istakoz çıkarırdı. Boğaz komutanının evi diye bize ıstakoz gelirdi. Olduğu gibi suya atılır canlı canlı, o da ciyaklamaya başlar. Bir seferinde biz tencereye koyduk ıstakozu, sonra dışarıda, kapının önünde bulduk. Düşünebiliyor musun? O günden beri yiyemem.
Rasim Ö.: Çok vahşidir ıstakoz yemek.
Oya B.: Şimdi Marmara’da ıstakoz çıkmaya başladı.
Rasim Ö.: Marmara temizlendi çünkü. Aslında Marmara Denizi kirlenmesi en zor deniz, çok derin ve akıntı var. Ama biz onu bile kirletmeyi başarmıştık.
“Çiçek Pasajı sizi eğitir, bir anlamda gurmeliğe hazırlar”
Oya B.: Benim babam, rivayete göre 1896 doğumlu, Galatasaray mezunudur. Onların ayrı bir İstanbul kültürü vardı, Rum ve Ermeni arkadaşlar, Pera, mezeciler...
Rasim Ö.: Ben de 1980, Galatasaray mezunuyum. Galatasaray kültüründe bir balık pazarı meselesi vardır. Beyoğlu ve balık pazarı kültürü... Çiçek Pasajı sizi eğitir, bir alamda gurmeliğe hazırlar. Mutfağı en zengin olan bir mutfağın kültürünü alıyorsunuz okulda.
Oya B.: Bizim dönemde Galatasaray erkek arkadaş kaynağıydı.
Rasim Ö.: Bizim için de Dame de Sion öyleydi! Ben doğduğumda siz mezun olmuşsunuz ama o gelenek değişmemişti.
Oya B.: Arkada kapıdan matraklık olsun diye erkek öğrencilerin bezelye çuvallarını taşımalarına fırsat verdik diye kaç kişiyi attılar okuldan... Ben sıyırmıştım. Babam kolejin benim gibi zaten uçuk kaçık birini daha kötü yapacağını düşünmüştü. Bir anlamda haklıydı da... Rahibeler bir şeyden bahsederken “Oya Baydar’ın sınıfından iyi, Oya Baydar’ın sınıfından kötü” derlerdi. Hep bir kıyas konusu oldum aslında ben. Hayatım böyle geçti. İstanbul Üniversitesi’nden doktora tezim reddedildi, Deniz Gezmiş’ler rektörlüğü işgal ettiler dayanışma olarak. Atılmak üzereydim, istifa ettim. Sonra Hacettepe’ye girdim. Rahmetli Doğramacı (İhsan) herkese “Biz nasıl demokrat üniversiteyiz bakın, Oya Baydar’ı bile aldık” derdi. Bir yaşam geçti böyle.
“Hayatta yaşlılar özgürlüğü diye de bir şey var!”
Rasim Ö.: Ne öğrendiniz bu geçen yaşamdan?
Oya B.: İki şey. Bir; insana ya da dünyaya zarar veren araçlarla en güzel amaca yürüsen bile amacın kirlenir. İki; tek doğru yok. Birçok şeyin çok doğru olduğunu iddia ettim sonra baktım o kadar da doğru değilmiş. Zamanla başkalarının doğrularına da saygı göstermeyi öğrendim. Eşim bazen dalga geçiyor, kafanda hale çıktı diye. Ama öyle değil, ne çok hata yaptığını görüyorsun ve bu noktaya varıyorsun.
Rasim Ö.: Tabii, birçok hata yapmışızdır ama ben hiçbir zaman hatalarımdan pişmanlık duymadım. O hatalar aslında bizim tecrübelerimiz. Tecrübe dediğiniz şey, çok affedersiniz, yaşam boyu yediğiniz kazıkların bütünü değil midir?
Oya B.: Yediğiniz ve attığınız kazıkların!
Rasim Ö.: Yaş ilerledikçe kendimde şunu gözlemliyorum; gençlikte çok dikkafalısınız, bugün o dikliği çıkarlarım nedeniyle yapamayabiliyorum. Ve o dik durma halini çok özlüyorum...
Oya B.: Bunu ben de yaşamıştım, sonra geçiyor. 20 yıl sonra çok rahatlayacaksınız.
O umrunda olmama hali bir gençlikte, bir yaşlılıkta oluyor. Deliler özgürlüğü denir ya, yaşlılar özgürlüğü diye de bir şey var!
“Rol çıkana kadarki dönem doğum sürecidir”
Rasim Ö.: Birol Güven’in filmi için hazırlık yapıyoruz. Yazın çekilecek. Hatta yarın provası var. Bir-iki haftaya kadar ona odaklanırım. Benim için tiyatro da, sinema da, dizi de olsa başlayana kadarki süre doğum sürecidir. Çok stresli olurum.
Oya B.: Eve yansır mı bu stres?
Rasim Ö.: E yansır tabii. Sanatçıların dükkanı 7/24 açıktır.
Oya B.: Galiba erkekler bu hakkı daha fazla kullanıyor.
Rasim Ö.: Benim karım gazeteci, o da kitap yazdığı dönemlerde bu hakkını gayet güzel kullanıyor.
Oya B.: Öyle mi?
O zaman ben kullanamayanlardanım galiba.
Rasim Ö.: Ben çok da sinirli değilimdir, biraz kendi kendimi yerim. O dönem hem zevkli hem streslidir benim için.
“Ayvalık, Ege’nin Monaco’su olacak”
Rasim Ö.: Çok gergin bir toplumuz.
Oya B.: Çok. Ben bazen kendime yeter artık diyorum.
Rasim Ö.: Marmara Adası’na kaçma nedeniniz de bu o zaman...
Oya B.: Evet, hem bu hem de doğayla iç içe olma isteği...
Rasim Ö.: Ben de fırsat buldukça Cunda’ya kaçarım.
Oya B.: Ben de çok severdim Cunda’yı ama şimdi çok değişti.
Rasim Ö.: Temmuz-ağustos felaket oluyor. Onun dışında çok güzel.
Oya B.: “Hiçbiryer’e Dönüş” kitabımda bir Cunda tasviri vardır. Yazdığım en güzel satırlardır herhalde. O zamanlar da berzahla bağlıydı ama oradan geçilmezdi, motorla gidip gelinirdi. Eski bir Rum evi vardı, orası benim hayalimdi. Sonra duydum ki Cem Boyner almış.
Rasim Ö.: Evet, manastırın, Komili’nin yaptığı evin altında. Cunda acayip bir yer oldu. Yakında Ege’nin Monaco’su olacak herhalde. Ayvalık boğazından içeri giderken bir manastır karşılıyor sizi, hemen altında Cem Boyner’in evi, onun karşısında Suzan Sabancı’nın evi, Rahmi Koç’un aldığı ada var. Onların arasından sıyrılıp Ayvalık’a giriyorsunuz, Monaco’ya girer gibi... Bu insanlar Ayvalık için büyük şans...
Oya B.: Evet, hepsi denizin, balığın, şarabın tadını çıkarabilen insanlar... Sizce Bodrum gibi olur mu Cunda?
Rasim Ö.: Bence olmaz. Bodrum’undan bir yer almanız pek mümkün değil artık ama etrafından alınınca da “Bodrumlu” olunuyor. Ayvalık’ın öyle bir konumu yok, çok dar bir mekan ve genişleme olasılığı çok düşük çünkü her yer sit alanı. Bir de Bodrum’a giden kitlenin zevk alacağı eğlence tarzı yok.
Oya B.: Hâlâ yok mu?
Rasim Ö.: Yok. Meyhane kültürü var. Eller havaya durumu yok.
Oya B.: Marmara Adası da öyle. Bir tane disko açmaya kalktılar, onu da adanın içine sürdük.
“İnternetten tanıdığı biri için ‘O benim kankim’ diyorlar”
Rasim Ö.: 80’lerdeki insanların sıcaklığı da bugün yok. O dönemde ben, yandaki komşunun kucağında büyümüşümüdür, onun oğlu da benim annemin kucağında... Komşular birbirlerinden bir şey istemekten çekinmezlerdi; kahve bitmiş, limon bitmiş, gider isterdin. Artık yan komşumuzu tanımaz hale geldik. Bunun insanları mutsuz ettiğini düşünüyordum ama galiba insanların kendi seçimi bu. İnsanlar kendilerini
bir odada, bilgisayarın başına hapsediyorlar, F tipi mahkumlar diyorum onlara.
Oya B.: İlişkiler de bilgisayar üzerinden yürüyor.
Rasim Ö.: İnternetten tanıdığı biri için “O benim kankim” diyor mesela.
Oya B.: Arkadaşlıklar da aşklar gibi kısa süreli. Bir aşk yaşıyorlar, yani öyle söylüyorlar. Bu arada bunlar da gayet açık söyleniyor artık, eskiden biz öyle kolay söyleyemezdik. O aşk bitince yine birbirlerini görmeye devam ediyorlar.
Rasim Ö.: Gidip onun arkadaşıyla aşk yaşamaya başlıyorlar hatta. Bizim zamanımızda bunlar ters şeylerdi.
Oya B.: Bizi de belki bizden öncekiler yadırgamıştır. Ben yargılamamayı öğrendim artık.
O dönemde daha iyiydi, bu dönem kötüydü demiyorum.
Rasim Ö.: Ben de ama o dönemki insanlık ilişkilerine çok büyük özlem duyuyorum.
Oya B.: Özlem hep var.
İkili, Buluşma için Çubuklu’daki Balıkçı Abdullah’ı seçti
İkilinin ana yemek tercihi kalkan, tatlı tercihi ekmek kadayıfı oldu. Ara sıcaklardan kalamar çok beğenildi.