21.03.2021 - 03:05 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Ceyda Ulukaya
Silivrikapı’daki Semaver Kumpanya’ya, pandemi nedeniyle bir hayalet tiyatroyla karşılaşacağım düşüncesiyle karamsarlık içinde gidiyorum. İçeri adım attığımdaysa bambaşka bir manzara karşılıyor beni. Evet, perdeler kapalı ama İş Sanat’ın “Provadan İzle” kayıtları için çalgılı çengili bir hazırlık içindeler. Aralarında Serkan Keskin de var. Röportaj için sakin bir köşeye çekildiğimizde, bu süreçte hiçbir şey yapmayıp beklemektense belli çerçevede yaratılan alternatiflerin hayat kurtarıcı olduğunu anlatıyor. Zaten tam da Reha Erdem’in karantina koşullarında Zoom uygulaması üzerinden çekerek bir ilke imza attığı “Seni Buldum Ya” filmi için bir aradayız. Kelimenin gerçek anlamıyla “ev yapımı” bu film de kapanmanın şokunu yaşadığımız ilk günlerde kurtarıcı bir rol üstlenmiş. Keskin’le geçen hafta Mubi platformu üzerinden gösterime giren filmin perde arkasını ve tabii karantinada ne bulduğunu konuştuk.
Pandemi birçok kriz dönemi gibi insanları yaratıcı çözümler üretmeye itti. “Seni Buldum Ya” filmi de bunun bir örneği mi?
Geçen yıl sokağa çıkma yasakları ilk ilan edildiğinde Reha Abi’yle konuşmuştuk. Böyle bir fikir var kafamda, sanırım şimdi tam zamanı diye bahsetti. Zaten çok sevdiğim ve sinemasını da hayranlıkla takip ettiğim bir yönetmen. Sorgusuz sualsiz varım dedim. E nasıl yapacağız deyince de “Hiç bir araya gelmeden, Zoom üzerinden” dedi. Ne olacağını bilmeden “Tabii” dedim. Sonra tamamen evdeki malzemeleri kullanarak dekor hazırladık. Evde ne varsa şeklinde. Gerçekten çok komikti. Reha Abi “Serkancım ışığı biraz daha şu tarafa al” diyor örneğin, o sırada diğer taraf bozuluyor. Oda değiştiriyoruz, kütüphaneyi, masayı tek başıma oradan oraya taşıyorum. Arada internet bağlantısı kopuyor, görüntü donuyor, tekrar alıyoruz. Zaten çekim tekniği olarak baktığınızda bilgisayar kamerasıyla çekilen bir iş, sinema salonunda izlenmesi imkansız. Bu döneme dair deneysel bir çalışma, bir anekdot oldu, hepimiz öyle yaklaştık.
Filmde canlandırdığınız Ali Felek karakterine gelelim. Karantinayı fırsat bilip çevrimiçi yollarla dolandırıcılık yapan bir şebeke üyesi, bir o kadar da naif. Bu ikisi nasıl bir araya geldi?
Aslında karantina ilk başladığında o tür mesajlar bana da geldi. Devletin bilmem nesi için şuraya para yatırın türü. Bunlar çok sık yaşanan olaylar. Bildiğim kadarıyla da bu hikaye Reha Abi’nin rahmetli babasının başına gelmiş ama düşününce mutlaka çevremizden de duymuşuzdur. Başımıza gelmediği sürece imkanı yok gibi geliyor ama “Ben nasıl böyle bir hataya düştüm?” diyen birçok arkadaşımdan biliyorum, oluyor. Ali Felek de bir örgüt bile denemez ama bir adamla bu yola girmiş. Becerisi, insanları diliyle, samimiyetiyle, zekasıyla kandırabilmesi. Bence içten içe öyle biri değil, zaten kendisi de dolandırılıyor, hatta aşık oluyor. Ali Felek’i devlet adına insanları dolandıran bir herif olarak izlerken filmde dolandırıcı olmayan çıkmıyor neredeyse. O anlamda görevini tamamlıyor diye düşünüyorum. Dolandırıcı Ali Felek miydi? Naif olan kısım, belki hiç tanımadığı bir kadına aşık olması ve onun tarafından da dolandırılması.
Bir röportajınızda “Başıma iş açan iyi huyum, insanlara güvenmek ve sevmek” diyorsunuz. Ali Felek’le paralellik kurabilir miyiz bu açıdan?
Bilemiyorum. Tabii ilginizi çeken bir teklif, iş ya da arkadaşlık söz konusu olduğunda, sevmek ve güvenmek istiyorsunuz. Hemen çok güzel olacağına inanıyorsunuz ve her seferinde böyle olmuyor, hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Ama evet vazgeçemediğim bir huyum. Bir kazık yemiş olsam da sonra tekrar başka biriyle yine çocuk gibi, aynı şekilde iletişime geçip bu kez öyle olmayacak diye düşünürüm. Ne yapayım, böyleyim.
Bir türlü akıllanmamak dedikleri türden?
Akıllanma değil de şans verme diye düşünüyorum; çünkü aksi halde şu oluyor ve öyle yaşamak istemiyorum: Evet insanlar böyledir, başıma bu geldi, bu insan da önceki gibi dediğinde o zaman çok heyecansız ve garantici bir hayat oluyor. Hayatta bazı şeylere şans vermek gerektiğine inanıyorum. Bazen de en ön yargılı yaklaştığınız kişi kalbinizin en derinine inebilir. O yüzden garantici veya korkak olmak ya da insanlara güvenmiyorum deyip kendini kapatmak yerine her seferinde o riski almayı seviyorum.
Siz hiç dolandırıldınız mı?
İstiklal Caddesi’nde telefonumu çaldırmışlığım var ama filmdeki gibi siber türde bir şey yaşamadım, zaten çok tedirgin olurum öyle şeylerden. Bir mail ya da mesaj geldiği zaman, şuraya basın, onaylayın türünde, asla basmam ve aman Allahım hissine kapılırım; çünkü çok çabuk tuzağa düşebilirim gibi geliyor, o kadar güvenmiyorum kendime.
Pandemide tüm hayatımız dijitalleşti bir yandan. Bunun kalıcı olabileceğinin işaretleri de var. Korkutuyor mu sizi bu gelişmeler?
Korkutma değil ama algılayamıyorum bazen ve kaçıyorum. Ama şunu görüyorum, örneğin birkaç yıl önce duyup “he he” dediğim kripto para meselesi şu an dünyada en çok tartışılan konulardan biri. O zaman da şu endişe oluyor: Bu kadar uzak duruyorum ama dünyanın geleceği buysa öğrenmek zorundayım. Şöyle bir aptallık değil: Buna karşıyım. Sen karşı ol. Sosyal medya da öyle bir şey. Ben sevmiyorum ama bu mesleğin de buradan yürüdüğü bambaşka bir noktaya geldik. O yüzden bazen kendimi dışarda kalmış hissediyorum. Kendime bazen “Ne hıyarsın ne ilkelsin” diyorum, dünyanın kabul ettiği şeyi sen kimsin de reddediyorsun? His olarak sevmiyorum ama her şeyi de çok severek yapmıyoruz, bu bir gerçek artık.
“Karantinada yönetmenliği denedim”
Pandemi hepimiz için farklı derecelerde zorlu bir süreç oldu. Siz nasıl baş ettiniz, ne buldunuz bu süreçte?
Bilmiyorum, herhalde çalışarak baş ettim. Müzikle daha haşır neşir oldum. Tiyatrodaki anlatım dilini dönüştürmeye yönelik çalıştım, sinemaya biraz yönetmen tarafıyla kafa patlattım. Burada oynadığımız “Metot” oyununu 4 bölümlük mini dizi olarak çektim. Ve hoşuma da gitti, neden daha önce yapmamışım dedim. Tiyatro kapalı, evde oturup bekleyeyim demedim. Bunlar ertelediğim şeylermiş, bu süreçte o karanlığa düşmemem için çok yardımı oldu.
Pek depresif olmamışsınız neyse ki ama genelde ne yaparsınız öyle anlarda?
Hep bir iş yaratırım kendime. Boş durmayı sevmiyorum. Boş durmanın ne olduğunu da pek bilmiyorum. Bu arada dünya mutlusu değilimdir, genelde kendimi mutsuz etmeye yakınımdır ama ne bileyim arkadaşlarım var, tiyatro var, hayallerim var... Her şey normale döndüğünde şehir şehir dolaşıp tiyatro yapmak bile çok heyecan verici; çünkü ben de aynı şekilde konsere, sinemaya, tiyatroya gitmeyi çok özledim. O yüzden pandemi bittiğinde bize de çok iş düşecek. Seyirciyle buluşmak heyecanlı bir bekleyiş.
Barabar’dan sağlık çalışanları için konser
14 Mart Tıp Bayramı’na ithafen Barabar konseriniz oldu İş Sanat’ta. Hâlâ da yayında. Fikir nasıl gelişti?
İş Sanat önderliğinde yaptık. Orada normal dönem kadar faal bir çalışma var. Prova okuması olarak “Cimri”yi yapmıştık. Sonra Barabar’la bir şey yapalım dendi. Bunu da elimizden bu kadarı geliyor diyerek sağlık çalışanlarına hediye etmek istedik. Onları biraz olsun mutlu edecekse bu bizim için yeterli. Tabii keşke daha fazlasını yapabilsek.
Fotorağaf: OZAN GÜZELCE