14.04.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN
Kanser, çağımızın en can sıkıcı hastalığı... Herkesin bir kanser hikayesi var. Kendisinde değilse de ailesinde veya arkadaş çevresinde. Bu kadar sık görülmeye başlanınca bir taraftan da tıbbi tedavi yöntemleri dışında alternatif tıbbın kapısının da çalındığı bir hastalık oldu kanser. Herkes tabii ki derdinin devası peşinde ancak her yönteme inanmamakta da fayda var. Zira bunların çoğu hurafe. Bunu ben söylemiyorum. Kendisini bu hastalığın tedavisine adamış bir isim söylüyor; Prof. Dr. Canfeza Sezgin. O iç hastalıkları ve tıbbi onkoloji uzmanı ancak aynı zamanda fitoterapist (bitkilerle tedavi uzmanı). Sezgin “Kanserde Doğru Bilinen Yanlışlar” diye bir kitap yazdı. Köpekbalığı kıkırdağı kansere iyi gelir mi? Küba’da kansere çare bulundu mu? gibi sorulara cevap aradı. İşte röportaj da bu konuyla ilgili. Kanser rahatsızlığı yaşayan tüm okuyucularımıza acil şifalar diliyorum. Hepinize de iyi pazarlar.
-“Kanserde Doğru Bilinen Yanlışlar” adında bir kitap çıkardınız. Kanserle ilgili en kolay inanılan mitler neler?
“İlaç firmaları kanserin çaresini buldu ama ilaçları piyasaya sürmüyorlar” en çok ve en kolay inanılan mit. İkinci en çok inanılansa yeri geliyor Kütahya, yeri geliyor Manisa yeri geliyor Bodrum oluyor, buralarda bulunan bir bitki kanseri kesin tedavi ediyor miti. “Küba’da kanserin kesin aşısı var, bütün hastalıklar bir aşıyla tedavi oluyormuş”, “Doktorlar tedaviyi biliyor ama tedavi etmek istemiyorlar”, “Kanser öldürmez kemoterapi öldürür”. Bunlar en çabuk inanılan yanlış bilgiler.
-Kanserle ilgili en çok neler merak ediliyor?
Mavi akrep zehri, kanser aşısı, anne sütü, eşşek sütü, kanser otu çok merak ediliyor. “İlaç, ameliyat ve radyoterapi dışında sadece bitkilerle tedavi olamaz mıyız?” sorusu sık soruluyor. Zaten kitabın çıkış noktası da bunlar. Bu yanlışlara halkın anlayacağı bir şekilde cevap verirsek en azından gereksiz suistimallerin önüne geçeriz diye düşündük. Herkes uzman kesiliyor ama ne hikmetse kanser en çok ölüme neden olan hastalıklardan biri hem Türkiye’de hem de dünyada.
-En çok inanılan mitle başlayalım o zaman “Kanserin çaresi bulundu ama ilaç firmaları saklıyor” iddiasına cevabınız nedir?
İnsanlar “Paramız yok ölecek miyiz?” ya da “Küba’ya gidemiyoruz ölecek miyiz?” endişesindeler. Bunun psikolojik baskısı bile insana kötü hissettirir. Bu konuyla ilgili olarak Steve Jobs’tan bahsettim kitabımda. Dünyanın en zengin insanı ki onun hastalığı kanserin pankreasta biraz daha yumuşak seyirli ilerleyen bir türüydü. Klasik saldırgan pankreas kanseri değildi. Steve Jobs ilaç firması satın alabilecek kadar zengin bir insan ama kanser nedeniyle vefat etti. Amerikan eski Başkan Yardımcısı’nın (Joe Biden-2015) oğlunun beyin kanserinden öldüğü bir dünyada kanserin çaresini bir firmanın bulması ve saklaması çok da mantıklı değil.
“Bir yalan ne kadar basit olursa; o kadar çok taraftar toplar”
-Siz hem fitoterapi uzmanısınız hem de tıbbi onkoloji. Bitkiler kanserin iyileşmesinde ne kadar etkili?
Kanserden korunmada özellikle beslenmenin yüzde 20 civarında bir yararı var. Bazı hastalıklarda yüzde 30’a, 40’a kadar çıkıyor bu oran. Kanser olduktan sonraysa bitkisel tedavilerin tıbbi tedaviye katkısı ve tek başına etkinliği yüzde 10-15’tir. Hastalıktan hastalığa da değişir bu. Prostat kanseri gibi daha yavaş seyirli hastalıklarda yarar görme olayı yüzde 40-50’lerdedir. Ama bunlar hep geçicidir. Biz geçici çözümlerdense kalıcı çözümlere odaklanıyoruz kanser tedavisinde.
-Kalıcı çözüm nedir?
Multi disipliner dediğimiz tıbbi cerrahi, radyasyon onkolojisi, tıbbi onkoloji, patoloji, radyoloji, nükleer tıp, gerekirse genetik. Kalıcı çözümler kişiye özel tedavi planlamasından geçer. Amaç burada ileri evre veya 4. evre olmadan bu hastalığı tespit edip, tedavi edebilmek. 4. evre olduktan sonra da bunu iyileştirebilmek için rasyonal olarak en iyi kombinasyonları kullanmak. Bitkisel tedaviler kanserde bağışıklık sisteminin desteklenmesinde, kanser kök hücrelerinin öldürülmesinde, ilaç direncinin engellenmesinde, yan etkilerin azaltılmasında, yaşam kalitesinin iyileştirilmesinde ve yaşam süresinin uzatılmasında fayda sağlayabiliyor. Bilimsel çalışmalar katkının yüzde 10 ila 20 arasında olduğunu gösteriyor.
-Bu az bir rakam mı tedaviye katkı açısından?
Önemli… Bazen yüzde 5-10 bir katkı için biz kemoterapiler yapıyoruz. İstatistiki olarak anlamlı olan bir katkı, yani hayat kurtarıyor. Cerrahinin bir hayat kurtarıcı oranı vardır, radyoterapinin bir hayat kurtarıcı oranı vardır, kemoterapi veya hedefe yönelik immünoterapinin bir hayat kurtarıcı oranı vardır. Biz bu hayat kurtarıcı işlerin her birine farklı branşlarda katkı koyuyoruz ve bardak gittikçe doluyor. Ama ne idiğü belirsiz kişiler, kendine lokman hekim diyenler ki lokman hekimin adını kirletiyor bu insanlar, herbalistler veya onkoloji bilgisi olmayan fitoterapistler bu sahaya tek başlarına girdikleri zaman ve tıbbın çok büyük geniş alanlarını kapsayan disiplinleri bir kenara ittikleri zaman hastanın daha erken ölümüne, daha çileli ölümüne, yarı yarıya daha az yaşamasına neden oluyorlar. Bizim de derdimiz insanlara bunu anlatabilmek. Biz doktor olarak Hipokrat yemini ederiz ve yasal sorumluluklarımız vardır ayrıca vicdani sorumluluklarımız da vardır. Ama onkoloji eğitimi ve yasal sorumluluğu olmayan biri der ki; “Şunu iç iyileşeceksin”. Ben bunu dediğim zaman bu benim için suçtur ve aynı zamanda gece yastığa başımı koyduğumda da uyuyamam. Çünkü biz onkologlar ve bilim insanları objektif ve net olmayan sonuçlarla konuşabiliriz sadece.
-Ama insanlar “Şunu iç iyileşeceksin” denilince inanıyor ne yazık ki!
Dünyada da böyledir bu; bir yalan ne kadar basit olursa, ne kadar inanılmaz olursa; o kadar çok taraftar toplar.
-Biorezonans ya da ozon tedavisi gibi yöntemler yeni nesil tedavi yöntemleri mi ve işe yarıyor mu?
Bunlar yeni nesil tedavi yöntemleri değil. Ozon tedavisinin geçmişi özellikle antibiyotiklerin keşfinden önceye 1. Dünya savaşına kadar gider. Ozon gazının dezenfektan özelliği bilindiği için ilk oralardan başlar kullanılmaya ve günümüze kadar gelir. Günümüzde daha modern cihazlarla kullanıyoruz ama ozon tedavisi bir tamamlayıcı tedavi yöntemidir, kesin bir tıbbi tedavi değildir. Kanser hastaları özelinde söylersek ozon tedavisi halsizlik, yorgunluk yakınmalarının giderilmesi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, büyük kanser kitlelerinin oksijenlenmesinin düzeltilerek kanser tedavisine yanıtın arttırılmasında kullanılabilir. Hastalarımıza da “Bunları kesinlikle tıbbi tedavi yöntemi olarak kullanmayın” diyoruz. Çünkü yüz hastadan beş ya da onunda yarar sağlarsak geri kalan kurtarabileceğimiz otuz, kırk hastada yarar sağlamıyoruz. Biorezonasta da ben Avrupa Birliği’ne bakarım. O da 30-40 yıldır avrupada uygulanıyor. Daha çok astım, alerji, romotolojik hastalıklar ve ağrı tedavisindeki faydalarıyla ilgili klinik çalışmalar var. Kanser tedavisiyle ilgili yapılan iki –üç klinik çalışma var ve sonuçları iyi değil. Bu nedenle biorezonansı kanser tedavisi olarak kesinlikle önermiyoruz. Hele hele tek başına biorezonansla kanser tedavisi tıbbi hatadır. Bunun da altını özellikle çiziyoruz.
“5-10 yıllık süreçte tedaviye yanıt alma şansı artacak”
-Kanserin çaresi bulunabilecek mi sizce?
Kanserinin çaresinin bulunabileceğini düşünüyoruz. Teknoloji gelişiyor ve geliştikçe kanser hücrelerinin mutasyonları ve nerede mutasyon olduğu seri olarak daha ucuza takip edilebilir. Şu an takip ediliyor ama tetkik maliyeti 10 ila 20 bin lira arasında değişiyor ki bunları sık sık tekrarlamak gerekiyor. 3-6 ayda bir. Kişiye, bütçelere, kurumlara baskıdır bu. Önümüzdeki dönemlerde 100-300 lira gibi daha makul fiyatlara daha rasyonel ilaç seçimi olacak. Yani kişilere özel seri genetik mutasyona göre ilaç değişiklikleri olacak. Asıl önümüzdeki yıllarda olmasını beklediğimiz şey; kanser kök hücrelerine karşı ilaç geliştirilmesi. Kanserin anaç hücresi yani kanserin yavrularını üreten, yıllar sonra tekrarlamasına neden olan, aynı zamanda kemoterapi, radyoterapi ve ilaçlara rağmen hayatta kalma yeteneği olan kök hücreler var. Önümüzdeki 5 ila 10 yıllık süreçte bunları öldürebilecek ilaçlar geliştiriliyor. Bunların kanserin tedavisi üzerine ciddi katkısı olacak. Kanser kök hücrelerini etkileyen immünoterapiler üzerine çalışılıyor şu an. Onlar da geliştirildiği zaman kanser tedavisinde yanıt alma şansı daha fazla olacak.
-Doğada kanser kök hücreleri için kullanılabilir bir bitki var mı?
Firmalar ilaçları geliştirirken bu tür preparatlardan ya da doğal bileşenlerden yararlanıyor. Birincisi resveratrol, biz bunun trans resveratrol formunu kullanıyoruz. Piperin dediğimiz karabiberde bulunan bir madde trans resveratrolun emilimini 15 kat artırıyor. Curcumin zerdaçalda bulunan bir bileşen, piperin yine bunun emilimini 20 kat artırıyor. Berberin maddesi kızılderili geleneksel tıbbında kullanılıyor enfeksiyon tedavilerinde. Bunlarla beraber D vitamini, A vitaminleri ve EGCG dediğimiz yeşilçayda bulunan bir maddenin kanser kök hücrelerini öldürdüğü çalışmalarda gösterildi. Önümüzdeki yıllarda kullanılmak üzere bunların molekülleri değiştirilerek damar yoluyla uygulanan veya ağız yoluyla emilimi daha kuvvetli olan ve kanser hücrelerinde daha fazla etkili olan preparatlar geliştiriliyor. Bitkisel tedavilerin önemi buradan çıkıyor.
-Neden doğal bileşenler üzerine odaklanıyor maliyetlerden mi?
Dünyadaki temel sorun, kanser tedavisindeki en önemli sorun şu: Bir kanser ilacının maliyeti beş yıl önce 2 milyar dolardı. Çünkü binlerce bileşen taranıyor, yüzlercesi labarotuvar çalışmasına, onlarcası hayvan çalışmasına giriyor. Bir ya da iki tanesi klinik çalışmaya giriyor ya ilaç adayı oluyor ya da çöpe gidiyor. Yani çok ilaç var. 500 milyon, 1 milyar dolar harcayıp, çöpe atılan ilaçlar var. İlaç geliştirme maliyetleri yüksek. Şu an dünya doğal bileşenler üzerine odaklandı… Doğal bileşenlerin toksitesi, yan etkileri az. Ama dezavantajı da hedef dokuya çok hızlı gidemiyorlar. Emilimleri çok iyi değil. Emilse bile karaciğerden hemen atılıyor. İşte teknoloji de bunlar üzerine çalışıyor. Biz de fitoterapist olarak teknolojiyi kullanıyoruz. Bu iş sadece al şu çayı demle değil. Daha ileri teknolojiler gerek.
-Türkiye’de durumlar nasıl?
Dünyada en çok bitki florasına sahip ülkelerden birisiyiz. Ama biz maalesef bu ekstratları ve preparatları yurt dışından ithal ediyoruz. Halbuki bizim ülkemizde bunların kaliteli hammaddeleri var. Ama biz sadece hammaddeyi yurt dışına veriyoruz. Mesela çörek otumuzu ya da kekiğimizi Almanya işleyip, bitkisel ilaç haline getirip, bize ve dünyaya satıyor. Biz kamyonla verip, şişeyle geri alıyoruz.
-Bu değişebilir mi?
Değişecek. Şu anda Sağlık Bakanlığı sertifikalı tamamlayıcı tıp uygulamalarını getirdi. Yani ozon tedavisi, akapunktur, homeopati, bitkisel tedavi, müzik tedavileri, kupa, sülük tedavileri gibi…
-Çok eleştiriliyor ama bu yöntemler…
Çok eleştiriliyorlar ama bunların da bir rasyonelitesi var. Bu tedavilerin sertifikalı doktorlar tarafından uygulanması güvenilirliği, kalite kontrolünü, kontrol edilebilirliliği ve aynı zamanda kaliteli hammadde ve ilaç üretimine olan ihtiyacı artıracak. Bu sefer yerli olarak bu tür ilaçların üretilmesinin teşviği artacak ki; şu an arttı yavaş yavaş.
“Bilimle harmanlarsanız otlardan fayda sağlarsınız”
-Bazı doktorlar bitkisel tedaviye çok katı bir şekilde karşı, buna ne diyeceksiniz?
Tabii ki doktorlarımız yıllarca suistimal edilen bir alan olduğu için bitkisel tedavilere karşı olmakta haklı olabilirler. Ama kullanılan ilaçların hammaddesinin de çoğunun bitki olduğunu unutuyorlar. Mesela Çinli bilim insanı Tu Yoyo 30 yıldır araştırdığı pelinotundan artesunat ve artemisinin dediğimiz bir madde geliştirdi. Ve bu maddeyle sıtma tedavisinde Afrika gibi geri kalmış ülkelerde binlerce, onbinlerce insanın hayatını kurtardığı için Nobel Tıp Ödülü’nü aldı 2015 yılında. Demek ki 2015 yılında halen daha bitkisel bir ilaç geliştiriyorsanız ve bunu bıkmak usanmak bilmeden 30 yıllık bir ARGE’yle geliştiriyorsanız Nobel Ödülü alabiliyorsunuz. Doğayı bilimsel ve etkili bir şekilde kullanır, bilimle harmanlarsanız ot, çöp dediğiniz şeyden ciddi insanlık faydası sağlarsınız. Şu an bizim kanserde kullandığımız ilaçların yüzde yaklaşık 30’u bitkisel ve doğal ilaçlardır. Sadece o bitkiyi doğadan artık koparmıyoruz. Kökü kuruyor çünkü. Onun yerine aynı bileşeni DNA teknolojisiyle maya veya bakterilerde ürettiriyoruz. Porsuk ağaçlarının kökü kurayacakken kurtuldu. Ama aynı maddeyi, ağaç kabuğundaki o maddeyi ilaç olarak şu an fabrikada üretiyorlar; işte bilim budur. Bizim de aslında istediğimiz Türkiye'nin buraya gelmesidir. Şu an Türkiye ilaçlarının çoğunu burada üretiyor ama hammaddelerini üretmiyor. Biz dışa bağımlıyız. Dışa bağımlılıktan kurtulmamızın bir yolu da kendi ARGE’mizden ve kendi doğamızı bilimsel olarak kullanmamızdan geçer.
-Kansere yakalandığını öğrenen bir insana ilk tavsiyeniz ne olur?
İlk olarak doğru ekip, doğru haber kaynağı ve bu işin uzmanı sağlık ekibi doktorlarla görüşsünler. Mutlaka ikinci görüş alsınlar. Çok beklememeliler ama çok da hzlı karar vermemeleri lazım. Biraz araştırma yapmaları ve sonrasında konunun uzmanlarıyla tedavilerini yürütmeleri lazım. Çalışmalar şunu gösteriyor; bir kişi sadece bitkisel tedavi, akapunktur ya da homeopatiyle kanserini tedavi etmeye kalkışırsa bilsin ki iyileşme şansını yarı yarıya azaltıyor ve daha hızlı ölüyor. Bunu unutmasınlar. Bir kişi kendine bunu yapıyorsa intiharı seçiyordur. İnternette, arama motorlarında karşılarına ilk çıkanlara dikkat etsinler. İşin ehlimidir bu kişi? Uzmanlığı nedir? Nerede yayın yapmış, çalışmaları nedir, başarıları nedir? Onlara baksınlar. Gözümüzde büyütmeyeceğiz, moralimizi iyi tutacağız, iyileşeceğimize inanacağız, gelecek planlarımızı mutlaka yapacağız. Kendilerini riske edecek planlara girmeyecekelr sadece. Büyük yatırım, büyük borç gibi. Onun dışında tatile gideceğim, kitap yazacağım, şu tarihte şu işi yapacağım gibi planlarını yapsınlar. Plan yapılması onları motive edecek, immun sistemlerini güçlendirecek. Mutlaka yürüyüş, düzenli egzersiz yapsınlar, uykularına dikkat etsinler, geç yatmasınlar. Uyku saati, beslenme hepsi iyileşmeyi destekliyor. Eğer tamamlayıcı kanser tedavisi kullanacaklarsa da kanser tedavisini yürüten ekiple, bu işi bilen ekiple birlikte uyumlu bir şekilde yürütecekler.
-Kanser mutlaka ölümle mi sonuçlanıyor?
4. evre dahi olsa kanserin iyileşebilecek bir hastalık olduğunu bilmeleri ve buna göre yaşamaları gerektiğini bilsinler. “Hangi çayı içelim?”, “Hangi bitkiyi kullanalım?” Bu kadar basit ve hafife alınacak bir hastalık değil. Fakat iyileşme şansının mutlaka olduğu ve 4. evrede bile iyileşebilme şanslarının olduğunu bilmeleri lazım. Küba ve Çin de dahil hiçbir ülkede kanserin kesin tedavisi yok. Kanserin kesin tedavisi insanın içindedir. Bunu da unutmasınlar.
-İyileşen kanser hastalarında ortak nokta neydi?
Motiveler, pozitif düşünüyorlar, uyku durumları büyük çoğunluğunda daha iyi ve tıbbi tedavimizde sonuna kadar bize güvendiler. Tıbbi tedaviyi temel esas aldık hepsinde ama tamamlayıcı kanser tedavimizi de uyguladılar. Kişi zihinsel olarak kendisini motive eder ve iyileştirici güce sahip olursa immun sistem otomatik olarak daha iyi çalışır. Tedavilerimizin üzerine artı koyar. Hem yan etkiler daha az olur hem de iyileşme şansı daha yüksek olur.