Pazar'İnsanlar tüketim araçları üzerinden manipüle ediliyor'

'İnsanlar tüketim araçları üzerinden manipüle ediliyor'

25.11.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:

Bu hafta Prof. Dr. Uğur Batı ve gazeteci Deniz Bayramoğlu’yla buluştum. Birlikte yazdıkları “Üzgün İnsandan Özgür İnsana” kitabını konuştum.

İnsanlar tüketim araçları üzerinden manipüle ediliyor

Gazeteci Deniz Bayramoğlu yaptığı popüler bilim programlarından esinlenip, “Gündem Özel Kitaplığı” adı altında bir seriye başladı. İlk kitap “Üzgün İnsandan Özgür İnsana”… Bayramoğlu beyin, özgür irade, iyilik ve kötülük gibi kavramların irdelendiği bu kitabı Prof. Dr. Uğur Batı’yla birlikte hazırladı. İnsan beyninin karanlık dehlizlerinde dolaşmak, manipülasyon, ikna teknikleri ve mutluluk kavramına farklı bir çerçeveden bakmak istiyorsanız klişe gelişim kuramlarına meydan okuyan bu kitabı seveceksiniz.

Haberin Devamı

- “Üzgün İnsandan Özgür İnsana” kitabınızın adı, herkesin üzgün olduğu bir dönemde nasıl özgürleşeceğiz?

Deniz Bayramoğlu: Her şeyden evvel hedefe ulaşmak değil, yolda olmak bizim derdimiz yani bugünün koşullarında mutlak özgür insana ulaşmak bir hayal ama o yola girebiliriz.

Uğur Batı: Yol değil yolculuk meselesine vurgu yaptık açıkçası...

Deniz B.: Ama o da eskiden mesela tasavvuftan devşirilmiş bir kavram ve oradaki anlayışla biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Üzgün insan kim? 2 hafta izin yapmak için 50 hafta çalışan ve ona rağmen o 2 haftada harcadığı para için borç, kredi almak zorunda kalan, istediği her şeyin elinin altında olduğu ama satın aldığı anda çöp satın aldığını düşünen insan.

Uğur B.: Ya da ekleme yapıyorum; Instagram’da çok mutlu Linkedln’de çok kariyerli ama Twitter’da çok kızgın ve öfkeli olan insan tipi.

Haberin Devamı

- Nasıl özgür oluyor bu insan?

Deniz B.: İşte öncelikle bunları fark ederek özgür oluyor.

- Ediyoruz ama hiçbir şey yapamıyoruz...

Deniz B.: Etmiyoruz.

Uğur B.: Etmiyoruz ne olduğunu bilmekle, bilince çıkarmak farklı şeyler. Baştan beri söylemeye çalıştığımız şey de bu... Bu kitap o yüzden 40 adımda mutluluk, 10 adımda 12 adım kitabı değil. Diyoruz ki; kendi adımıza anlamak için, kendimize göre bir yol bulduk ve bunu paylaşmak istiyoruz insanlarla. Siz de bir bakın, sizin de kendi yolunuz kendi içinizden geçiyor.

“İnsanın duygularının en billurlaşmış hali şiir”

- Kitap yazdığınız şiirlerle başlıyor. Deniz Bayramoğlu eşi Ece’ye Uğur Batı da kızı Elvin’e bir şiir yazmış. Kitaba neden şiirle başlamayı tercih ettiniz?

Deniz B.: Özetle bu aslında kitabın temel fikrinin cisimleşmiş hali biraz. Nedir o da, kitabın içeriği bilimsel ama onu ifade ediyorken biz mümkün olduğunca sade, anlaşılır ve hatta yanlış anlaşılmayacaksa popüler bir dil kullanmaya çalıştık... Popülerden kastım da olabildiğince geniş bir kitleyi hedefledik. Bilimsel yazıların ya da bilimsel bakış açısına sahip olan birtakım işlerin ille de soğuk, sadece terimlerle süslenmiş, insandan bahsediyor olmasına rağmen içinde insan olmayan bir şey gibi bahsedilmesi bize göre çok da uygun değil. Çünkü üzerinde konuştuğumuz temel şey insan ve insanın duygularının en billurlaşmış hali dediğimiz şeyin de edebiyattaki yansıması şiir.

Haberin Devamı

Uğur Batı: Hepsine katılarak söylüyorum “Gündem Özel Kitaplığı” dedik zaten kapakta. “Gündem Özel” de soğuk bir bilim programı olmadı. Yazarken de programda nasıl davranıyorsak, öyle davranmaya çalıştık. Kızımın ömrümüz vefa ederse 15 yıl sonra o kitaptan elinde bir tane kopya olacak. “Babam ben 6 yaşındayken bunu yazmış” demesini, görmesini isterim. Bu kadar basit aslında nedeni.

İnsanlar tüketim araçları üzerinden manipüle ediliyor

- Neden başka bir sunucu ya da başka bir bilim insanı değil de ikiniz bu kitabı yazdınız?

Uğur B.: Deniz o programda klasik anlamda bir moderatörün ötesine geçti. Şunu yaptı; dört kişiysek beşinci kişi gibi davrandı. Programın sıkıştığı yerlerde araya girdi, programın yönünün değişmesi gereken yerlerde gerçekten programın yönünü değiştirdi. Deniz için de onun hakkını verdiğimiz bir şey oldu ortak yazmak... Gurur duyuyorum bu kitabı onunla yazdığım için.

Haberin Devamı

-Yakın arkadaşsınız galiba değil mi?

Uğur B.: Programda tanıştık ama şöyle söyleyeyim; benim hayatımdaki çok önemli insanlardan biri.

Deniz B.: Evet programda tanıştık. Bana Uğur Batı kitapları geliyordu, okuyordum. Allah için de çok iyi arkadaş olduk. Şu içinde yaşadığımız dünyada beni en çok şaşırtan şeylerden biri içi dışı bir birisiyle karşılamış olmak. Açıkçası tam da bu nedenle kafalarımız çok uyuştu. Bir de artık yazım dünyasına da adım atıp, birikimimi bu anlamda kamuoyunun beğenisine ve takdirine sunmak istedim.

- Nasıl bir iş bölümü yaptınız aranızda?

Deniz B.: Kitabın büyük yükü Uğur’un sırtındaydı. Mühendisliğini o yaptı. Benim yaptığım daha çok o mühendisliğe makalelerle destekler vermek oldu.

Uğur B.: Konu bu değil aslında ortak yaratıda... Tabii ki ben 14 kitabı olan bir insan olarak kitabın mühendisliğinde daha ön planda olacağım, anlaşılır bir şey bu ama Deniz çok derinlikli bir adam. Kolunda kitaplarla geldi, gitti aylarca. Biraz Amerikan tarzı yazdık ve Deniz kitaba çok değer kattı.

Haberin Devamı

- Salt iyi ya da salt kötü var mı? Neden bazıları iyi bazıları kötü? Bu kitap bize iyilik ve kötülüğü nasıl anlatıyor?

Deniz B.: İyilik ve kötülük var ama bu mutlaklaştırabileceğimiz bir şey değil. Teolojik bir açıdan bakarsak insan tanrının içine ruh üflediği bir çamur… Yani bir tarafı çamur ama diğer tarafı tanrısal. Örneğin bir tümörden rahatsız olduğu için dengesi bozulan ve suç işleyen biri bu hastalık rapor edildiği için ceza almadan, yargılama almadan çıkabiliyor. Dolayısıyla elimizde üç tane temel yeri var; iyilik ve kötülük denen şey vardır ama konjonktüre bağlıdır, iki bunun genetik nörolojik alt yapısı vardır, üç vardır ama çevresel etkenler bunu çok farklı şekilde etkileyebilir, değiştirebilir.

Uğur B.: Kişinin kendisinin bile kendi olmakta zorlandığı bir ortamda, hız çağında bu tür olguları yani iyilik, kötülük, mutluluk, başarı bu tür olguları tartışmak zaten muğlak bir durum. Şunu söylemek lazım; beyin bilgiyi ilk önce tanımlamak ister, sonra tanımladığı şeyin üzerine işlem yapmak ister, yansıtır.

- Her şey muğlaksa bu kitapta ne anlattınız?

Uğur B. : O yüzden kitapta bir öneri olarak bile reçetelerimiz, sihirli formüllerimiz yok. Biz bunların üzerinde özellikle duruyoruz. Çünkü insan gibi karmaşık bir varlığa 40 teknikte hayatı daha mutlu yaşamak gibi şeyler söyleyemezsin. Ama anlamasını sağlayabilirsin, zaten beynin tabiatı da buna uygun.

“Kullanılmayan beyin geri alınır”

- Kitabınızda insan, umutsuzluk, ikna gibi sorulara cevap arıyorsunuz. Bilinmezliğimizi açıklayacak bir şey bulabildiniz mi?

Uğur B. : İnsanlar neden aşık olur? Neden ihanet eder? Akıllı insanlar neden aptalca hatalar yapar? Diyetler neden işe yaramaz? Aslında çok değişik sorulara cevap bulmaya da çalışıyoruz beyin görüntüleme teknikleriyle. Dolayısıyla bunlardan da izler var kitapta. Biz yine sinir bilimde şunu söyleriz: Kullanılmayan beyin geri alınır. Nasıl geri alınır? Bunun biyolojik, kimyasal çıktıları da var. Gerçekten beyin, siz ancak onu kullandığınız zaman çalışır duruma gelir. Biz yaşla birlikte beyindeki sinir hücrelerinin, nöronların öldüğünü söyleriz. Bu bir ezberdir. Son yıllarda yapılan pek çok araştırma sinir hücrelerinin yaşla birlikte değil biz onları kullanmadığımız için yani beynimizi kullanmadığımız için öldüğünü söyler.

Deniz B. : Çok güzel bir noktaya denk geldik “İşleyen demir ışıldar” sözüne. Bilim dünyasının özellikle de psikoloji, insan davranışlarına ilişkin kısmına dair terminoloji batı terminolojisi ve batı terminolojisi de, batı sosyolojisi de onun kurumlarına göre insanı tanımlıyor. Kültür tabii ki tektir ama bunun yansımaları vardır. Örneğin atasözümüz de “İşleyen demir ışıldar” sözüyle gayet net biçimde bir sürü şeyi anlatıyor. Bunu yapmaya çalışıyoruz.

Uğur B. : Yanlışlarımızı da anlatıyor.

Deniz B. : Tabii tabii. İşte tanımlamaları yapıyorken bir taraftan da kendimize dönüp, doğu felsefesinden yeni terimler, masallarımızdan, hikayelerimizden yeni bakış açıları daha doğrusu aslında var olan ama bizim pek dile getirmediğimiz artık unutmaya yüz tutan bir takım şeyleri yeniden hatırlatmaya da gayret ettik.

- Doğan Cüceloğlu kitabınızla ilgili diyor ki; “Hayatın nesnesi değil öznesi olmak için çaba gösterenler için bir kaynak” Aslında biz kendimizi özne zannederken nesneyiz öyle mi?

Deniz B.: Her açıdan nesneyiz. Kendi kararlarını vermeyen insan nesneleşmiş insandır. Bu nedir? Birisi çıkar bir karar alır ve bir anda yaşadığınız mahalle yıkılabilir, birisi bir karar alır üç sene sonra emekli olacakken 30 sene sonra emekli olmak zorunda kalabilirsiniz, abartarak söylüyorum bunları. Bunlar büyük kararlar ama daha küçükleri de var. Örneğin kiminle evleneceğinize siz değil, aileniz karar verir. Hangi okula gideceğinize, hangi işte çalışacağınıza… Dolayısıyla kararlarımızı veriyorken muhakkak çevreden etkileniriz ama çevrenin onun adına karar verdiği bireyler değil, kendi kararlarını verebilen bireylerden söz ediyoruz. Ve karar alma süreci hangi büyüklükte hangi aşamada olursa olsun aynı şey geçerli.

- Böyle bir kitap yazmak için nelerle, hangi alanlarla ilgili olmak lazım? Yani her sorgulayan bu kitabı yazamaz öyle değil mi?

Deniz B.: İletişim, sosyal teori, psikoloji, nöro bilim, nöro pazarlama, karar bilimi, beşeri bilimler ve onlara özellikle son dönemde eklenmiş olan nöro araştırmalar diyelim.

Uğur B.: Beyin biliminin insani bilimle birleştiği karar bilimi diye bir alan var özellikle kitapta karar bilimine ilişkin pek çok şifreyi göreceksiniz.

- “ Oysaki tanrı topal bir köpek hatırına o memleketten kış mevsimini kaldırır”. Bu kimin sözü?

Uğur B.: Bu anonim bir söz, tasavvuftan gelir.

Deniz B.: Tanrı vahdet-i vücut çerçevesinde her yerde mi, bende mi? Varoluş mu, yaradılış mı? Bunlar teolojik tartışmalar… Teologlar, ilahiyatçılar bu tartışmaları yapsın, ben orayla ilgili bir şey söylemiyorum. Benim söylediğim benim Tanrı algımla, benim yaratıcı algımla alakalı. Benim algımda yaratıcı diye tanımladığım aşkın varlık topal bir köpek hatırına o memleketten kış mevsimini kaldırmalı. Anlatmak istediğimiz buydu.

- Nasıl manipüle oluyoruz?

Deniz B.: Şimdi milyonlarca örnek var; süper market raflarından alışveriş yapma saatlerinden çıkan ürünlere, indirimlerin geldiği vakitlere kadar. Örneğin ayın ilk üç gününde indirimler daha fazladır. Çünkü maaş alınmıştır. Ama en sen sevdiğim örnek şu: Bir grup tasarımcıya bir afiş projesi yapılacağı söylenir. Onlar alınıp, belli bir yerden belli bir yere götürülür. Sonra afişi tasarlamaları istenir. Afiş tasarlanır, afişi gösterirler tasarlayanlar. Sonra görevi verenler kendi yaptıkları afişi çıkartırlar. Hemen hemen iki aynı afiş çıkmıştır ortaya. İlginç bir durum çünkü aldıkları yerden, götürdükleri yere kadar farkında olmadan o tasarımcılara bir takım uyarılar vermişlerdir. Yani o yapmasını istedikleri afişin konusuyla alakalı devasa bir şey gözlerine çarpar. Bindikleri arabanın herhangi bir yerinde gördükleri bir şey. İşte yürüyorken gördükleri bir adamın davranışı. Dolayısıyla dışarıdan o projeyle alakalı olabilecek bir sürü uyarı verirler. Ve ortaya çıkan ürün onların yapılacağını tahmin ettiği ürün haline gelir. Biz etkilere çok açığız, çok da etkileniyoruz.

İnsanlar tüketim araçları üzerinden manipüle ediliyor

Uğur B.: Şimdi biz deriz ki insan fabrika ayarında bilirse pek çok manipülasyondan uzak durabilir, olumsuzluklardan kaçabilir. Fabrika ayarı dediğimizden kasıt şu; temelde merkezi sinir sistemi dediğimiz beyin tarafından yönetilen organizmanın yani insan bedeninin onlarca şey arasında bilgi sahibi olması. Çünkü her türlü gelişebilen, karşıt sembolleri bile kendi içinde eritip, tekrar dolaşıma sokabilen bir rejimde temel mesele aslında insanların tüketim malları üzerinden manipüle edilmesi… Sahip olduğun malların senin kimlik anlamını oluşturduğuna ilişkin yargılarımız var. Bunun diğeri tarafından kıskanılması gibi bir durum var. Baktığımızda tüketim bize aslında bir gündüz düşü yaşatıyor. Tüketmeme korkusu diye bir kavram bile söz konusu. Tüketemediğin anda her şeyin ne kadar üstüne üstüne geldiğini, insan olma vasfından bile ne kadar ödün verebileceğini veya bir babanın kızı tarafından saygı görme araçlarından birinin babanın kızına sağladığı maddi imkanlar olduğunu düşünün. Ya da 50 yıldır evli olan, kocasına beş çocuk vermiş annenin değerini 50. evlilik yıldönümünde ona çok istediği kırmızı retro buzdolabını alan baba ve o anlamın o buzdolabıyla şekillenmesi gibi. Bunların hepsi büyük manipülasyon.

“Mutlu ve umutlu beyin öğrenir”

- “Mutsuz ve umutsuz insanlar öğrenme eylemi yapamaz gelişmiş her toplumda eğer biz mutlu olursak ekonomimiz düzelir” anlamına gelen şeyler söylemişsiniz ama gelişmiş toplumlara baktığımızda onlar mutlu mu?

Uğur B.:
Bizim maalesef temel yanlışlarımızdan biridir; birtakım nesneleri, olguları, kişileri, ülkeleri, toplumları nitelendirirken basit hatalar yaparız. Mesela aslında gelişmiş ülkelerin mutsuz olduğunu düşünmemiz gibi...

İnsanların çok fazla paralarının olması, mutlu olacakları anlamına gelmez yani zenginler daha fazla kahkaha atmıyor ama bu da şu anlama gelmiyor zengin ülkeler genel anlamda mutsuz.

-Neden mutsuzlar diye biliyoruz?

Bu aslında insanların zaman zaman kendisini avutmak için başvurduğu bir söylem.

Ama beyin temelli öğrenmede şu doğrudur “Mutlu ve umutlu beyin öğrenir” deriz ve ben o yüzden üniversitede ilk dersimi hep şöyle bir kapsamda yaparım;

Yumuşak güç nedir biliyor musunuz bir ülkenin bir toplumun medeniyete yüzyıllar içerisindeki sağladığı katkı ve bunu diğer medeniyetlere anlatma biçimidir. Sen bunu yumuşak güç kavramını geliştirebildiğin ölçüde hizmetleri, markaları değer yapabilirsin. Dünyanın tarihine baktığımızda bu ülkede, bu ülkenin kaynağında Hz. Mevlanalar, Yunus Emreler var. Farabiyi düşünüyorum “El-Medinetü’l-Fazıla" (İdeal Devlet), kitabında medeniyetin nasıl işlemesi gerektiğini yüzyıllar önce tanımlamış. Tarihin, kültürün, medeniyetin yer değiştirdiği yüzyılda yaşıyoruz. Medeniyetler savaşında en önemlisi kültürel emperyalizm savaşı. O yüzden biz gençlerimize kendimizi ifade ederken bu kültürün geçmişte çok önemli şeylere araç olduğunu, Anadolu coğrafyasının başlı başına bir medeniyetler zenginliği olduğunu, bir kez yaptığımızı bir daha yapabileceğimizi anlatırsak o noktada beynin daha etkili öğrendiğini görürüz. Ama akvaryumdaki balıklar gibi bunların hepsinden habersiz yaşarsak çocuklar “Biz zaten hiçbir şey yapmadık ki, dünyaya medeniyete felsefeye ne katkımız var?” derler.