Pazar‘‘Güzellik pandemisi kadınları ele geçirdi’’

‘‘Güzellik pandemisi kadınları ele geçirdi’’

20.02.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:

Eski Türkiye güzellerinden Doç Dr. Ebru Güzel “İçinde bulunduğumuz sermaye çağında güzellik de bir kapital olarak görüldüğü için aşırı yozlaştı. Bir mübadele aracı, takas nesnesi gibi para, şöhret, güç ve iktidarla yer değiştirir oldu” diyor.

‘‘Güzellik pandemisi kadınları ele geçirdi’’

Ebru Güzel, soyadına layık bir şekilde bundan tam 20 yıl önce Best Model Türkiye seçilmiş bir isim. Ancak güzelliğe fiziksel olarak sahip olmakla kalmayıp bunu akademik çalışmalarına da taşımış, deyim yerindeyse güzelliği mesele edinmiş. Fenerbahçe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olmanın yanı sıra “Eşikteki Çocuk”, “Yeni Öncüler” gibi ödüllü kitapların yazarı. Son kitabı, “Janus: Güzelliğin ‘Çirkin’ Yüzü”nde de güzelliğin toplumsal kodlarını sorguluyor, hayatımızı domine eden güzellik merkezli kültürün izini oyuncu Yıldız Kenter’den Tarık Akan’a, Prof. Dr. Fatmagül Berktay’dan yazar Ayşe Kulin’e arşivinde yer alan röportajların ışığında sürüyor. Doç. Dr. Ebru Güzel’le Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan kitabı üzerine konuştuk.

Haberin Devamı

Kitabınız 10 yıllık bir çalışmanın ürünü. Güzellik kavramı üzerine düşünmeye neden ihtiyaç duydunuz?

“İsminiz kaderinizdir” derler ya, güzellik benim soyadıma mühürlenmiş bir kavram. Güzellik yarışması, modellik, derken güzellik konulu doktora tezi, makaleler ve kitaplar... Galiba övgü kadar yerginin de aynı kaynaktan beslendiğinin farkına varan biri olarak güzelliği bütüncül olarak ele alma çabasına giriştim. İçinde bulunduğumuz sermaye çağında güzellik de bir kapital olarak görüldüğü için aşırı yozlaştı. Bir mübadele aracı, takas nesnesi gibi para, şöhret, güç ve iktidarla yer değiştirir oldu. Kadınlar renkli ambalajlar gibi sürekli öz-sergileme halindeler. Adeta güzellik hastalığına tutuştular. Diyebilirim ki hiçbir virüs güzellik pandemisindeki kadar hızlı yayılıp, kadınları yıllarca ele geçirmemişti. Güzelliği profesyonel düzeyde deneyimleyen biri olarak da bundan son derece rahatsızlık duyup güzellik dayatmasını araştırmayı boynumun borcu olarak gördüm. Sonuçta kurtuluş mücadelesi adına sırtında, karnında, beşiğinde mermi taşıyan o güzel kadınlara borcumuz var.

Haberin Devamı

Kitapta güzellik bir örüntüden ibaret diyorsunuz. Nasıl bir örüntü bu?

Bazı yerli kabileler dışında “modern insan”, ne yazık ki beyninde mevcut olan örüntü algısını artık kullanmıyor. Bu ne demek? Bir yudum ayran içtiniz, bardakta izi kaldı. İşte rastgele gibi görünen bu iz bile aslında bir örüntüdür. Çınar ağacına baktınız şahane bir his verdi, çünkü içinde altın oran saklıdır. Dalların düşüşü, yaprakların dizilimi, tomurcuklar, gövdenin şekli, kökleri ve daha fazlasına bütün olarak baktığımızda, altın oran fazlaysa, bu örüntüye mükemmel deriz. Örüntüleri izlemek rehberimizi bulmaya benzer. Örüntü algısını kullanmadığımız için dünyayı, çevremizi yanılsamalı, sığ bir gerçeklik şeklinde algılarız. Güzellik de dış görünüş, endam, tavır, ses tonu, zeka, eğitim, beden dili, mimikler ve daha fazlasıyla bir bütün ve bu bütün bir örüntü oluşturur. Biz Janus’ta güzelliği örüntüsel olarak ele aldık ve güzellik kadar çirkinliğin de yanlış yorumlandığına ışık yaktık. Yani güzellik örüntüsel, çirkinlik ilişkiseldir. Çirkinliği, ucubelik, şişmanlık, yaşlılık, pislik, canavarsılık, kabalık gibi kavramlarla ilişkilendirdiğimiz için çirkin deriz, oysa çirkinlik estetik bir değer olabilir.

Haberin Devamı

Kitapta yazar Ayşe Kulin’e referansla güzellik zorbalığından da bahsediyorsunuz. Bu içinde yaşadığımız çağa özgü bir zorbalık mı, yoksa dozu mu arttı?

Sevgili büyüğüm Ayşe Kulin ile köklü bir bağ var aramızda. Fatmagül Berktay Hocamın “Nerede bir şey yüceltiliyorsa orada bir tahakküm gizlidir” alıntısına referansla, Kulin’in bu tahakküme başkaldırdığını söyleyebilirim. O da güzellik zorbalığına sıkça uğramış biri olarak, kısacası “güzel, akıllı ve iyi” üçlemesinden oluşan kadınların dışlandığını söylüyor. Gösterişte önde ama manada geri kalmış toplumlarda güzel bir kadına ancak kötüyse yani zorbaysa saygı duyuluyor. Ataerkil ideoloji kök saldığından beri kadınlar eril tahakküm altında. Günümüzde sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla kadınlar da bu zorbalığın gönüllü üreticisine dönüşmüş durumdalar. Dolayısıyla güzellik hastalığı, zorbalık ve tahakküm daha da arttı. Ben yetişkinlerden umutlu değilim, çünkü değişmek istemiyorlar. Asıl vahim olanı dış görünüş saplantısı ve güzellik zorbalığının çocukları da sarmış olması! Oğuz Tansel ödüllü kitabımız “Eşikteki Çocuk”ta çocukluğun yok oluşuna kadar gidecek olan bu sorunu irdeliyoruz. 

Haberin Devamı

Bu anlayışın değişmesi mümkün mü sizce?

Güzellik dayatması tıpkı eşitsizlik, toplumsal cinsiyet rolleri gibi kadın sorunlarının bir parçası. Değerler kuma gömüldükçe de sorunlar daha da kökleşiyor. Çözümün kolay olmadığının farkındayım, çünkü bireysel olarak aydınlanmadıkça değişim mümkün görünmüyor.

Kitapta, Prof. Dr. Fatmagül Berktay’dan oyuncu Yıldız Kenter’e çok sayıda isimle yaptığınız röportajlardan ilgili bölümler de var. Bu isimleri bir araya getiren ne oldu?

Bu isimlerden çok daha fazlası vardı arşivimde, yılların birikimi diyelim. Ama seçerken özellikle aramızdan bedenen ayrılan kişilere yer vererek anılarını yaşatmak istedim. Bu isimlerin hepsiyle zamanında güzellikle ilgili söyleşiler yapmıştım, yayınlamamak olmazdı. O yıllarda yoğun olduğu için bir türlü bir araya gelemediğimiz Nermin Abadan Unat da kitabımızın önsözünü yazınca alana katkı sunan bir eser bırakmış olmaktan dolayı onurluyum.

Haberin Devamı

‘‘Güzellik pandemisi kadınları ele geçirdi’’

“Janus: Güzelliğin ‘Çirkin’ Yüzü” Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı.

“Bireysel sandığım sorunlar kültürelmiş”

Siz de bundan 20 yıl önce “Best Model” seçilmiş bir isimsiniz. O zamandan bu yana güzellik algınız nasıl bir dönüşüme uğradı?

Aslında o zamanlarda da güzelliğe takıntılı biri değildim. Dolayısıyla güzellik algım dönüşüme uğramadı ama bireysel sandığım sorunlarımın kültürel olduğunu idrak ettim. Cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyet rolleri gibi sorunlara karşı çok hassasım. Yani lisansüstü eğitim bana kavramsal ve kuramsal düşünme pratiği kazandırdı. Zaten bir insan neden antropoloji doktorası yapar ki? Anlamak, kendini tanımak ve hayatlarımızı domine eden kültür yumağını çözümleyebilmek için.