PazarÇoklu krizler çağında umut bıçak sırtında

Çoklu krizler çağında umut bıçak sırtında

22.10.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:

Savaş, küresel iklim krizi, ekonomik krizler, inanmadığımız siyasal aktörler ve kurumlar var. Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı G. Demet Lüküslü, “Çoklu krizler çağında insanlar güvenebileceği kurumlar, rol modeller olmadan yaşamaya çalışıyor” diyor.

Çoklu krizler çağında umut bıçak sırtında

SEYHAN AKINCI- Yeryüzünde bulunduğunuz noktayı neden Doğu ya da Güney diye adlandırdığınızı merak ettiniz mi hiç? Mesela Batı’nın neden Batı’da olduğunu? Batı, Batı’dadır ve bu mutlakiyet kadar mutlak olan şey onun değerleridir. Örneğin İtalya’daki Milano-Bicocca Üniversitesi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle Dostoyevski dersini programdan kaldırmış tepkiler sonrası geri adım atmıştı. Macron, Fransa’nın ev sahipliği yapacağı 2024 Olimpiyatları’nda Rusya’nın “Savaş suçları işlediği bir zamanda 2024 Olimpiyatları’nda yeri olmadığını” söyledi. Aynı Fransa’da “Bütün dualarımız, kadınları ve çocukları ayırt etmeyen bu haksız bombalamaların bir kez daha kurbanı olan Gazzeliler için” diyen Karim Benzema’nın vatandaşlıktan çıkarılması tartışılıyor. Frankfurt Kitap Fuarı’nca Filistinli yazar Adania Shibli’ye verilen ödül geri çekilirken, Zizek’in orta halli konuşması defalarca kesildi. Birlemiş Milletler’in, UNICEF’in, UNESCO’nun, Cenevre Sözleşmeleri’nin ortaya koyduğu insani değerlerin kağıt üzerinde kaldığına, Gazze’deki işgal ve şiddete tanık oluyor dünya kamuoyu. “Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçilmez”ken hastane bombalanabileceğini gören herkeste büyük bir güvensizlik, boşluk ve çaresizlik hissi var. Sokaklar bu iki yüzlülüğü haykıran yüz binlerle dolu. Peki, tüm bunlar toplumları nasıl dönüştürecek önemli bir soru olarak çıkıyor karşımıza. Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı G. Demet Lüküslü ile çoklu krizler çağını, umudu ve umutsuzluğu konuştuk.

Haberin Devamı

*Edgar Morin, bir makalesinde UNESCO’nun kuruluş deklarasyonunda savaşın önce insanın zihninde bulunduğunu belirttiğini bu sebeple barış için eğitimi teşvik etmeyi amaçladığını yazıyor ve ekliyor “Ama görüyoruz ki sorun, savaş anlayışı zihinleri bastırdığında ortaya çıkıyor”. Ortaya çıkan tabloya baktığımızda eğitim sınıfta kalmış gibi, siz ne söylersiniz?

UNESCO, BM, AB 2. Dünya Savaşı’nın ürünleri bir anlamda. 2. Dünya Savaşı sonrasında “Barışı nasıl oluşturabiliriz?” sorusu medeniyete dair de bir düşünceydi. Bunun için eğitime, kültüre, önem veriliyor. Savaşları durdurmanın, birbirimizi anlamanın, iletişimin yolunun eğitimden, ortak bir kültürün oluşturulmasından geçeceği bunun üzerinden de barışın sağlanacağı fikri ortaya çıkıyor. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı travmaya rağmen bir şeyleri değiştirebiliriz hissiyatının güçlü olduğu dönemler. Bugünle karşılaştırıldığında belirli kurumları oluşturmak ve her şeye rağmen o kurumlara büyük bir inanç var. Bugün bu kurumsal yapılara dair soru işareti, sorgulama ve güvensizlik var. Bu beraberinde eğitim sistemine güvenmemek olarak da tezahür ediyor. Örneğin barış için çalışacak BM’nin olduğunu düşünmüyoruz, güvenmiyoruz. Bu konuda AB’nin bir şey yapabileceğini düşünmüyoruz. Soru eğitim üzerinden ama bütün kurumlar açısından büyük bir güvensizlik var. Bu güvensizlik de bizi neye inanacağımızı, güveneceğimizi şaşırdığımız, her şeyin olabileceğini düşündüğümüz, belirsizlikler içinde yolumuzu çizmemiz gereken bir döneme getirdi. Her dönem birey olabilmek, yaşamını idame edebilmek çok zordu ama 21. YY bütün bu belirsizliklerle güvenebileceğin kurumlar, rol modeller olmadan yaşadığımız bir yüzyıl olarak karşımıza çıktı ilk çeyrekte.

Haberin Devamı

“Modern devletler hep bir öteki yaratmaya çalıştı”

*UNESCO bir reçete sundu, zaman geçti, eğitim kitleselleşti ama yine korkunç tablolara tanık oluyoruz. Sorun nerede?

Aydınlanma felsefesinden itibaren şu deniyordu; bireyleri eğitirsek, onlar arasındaki iletişimi sağlarsak savaşlar sona erecek. Şunu da biliyoruz ki aydınlanma ideolojisi, gelişme vs. savaş teknolojisini de getirdi. Savaş teknolojisi de sürekli olarak kendimizi güvence altına almamız gerektiğini söyledi. Modern ideolojiler ve devletler hep bir öteki yaratmaya çalıştı. Düşman algısını hep aktif tutmaya çalıştı. Bir taraftan “Barışı sağlayabiliriz” derken, makro ölçekte bunun dışında hareket eden ve o düşmanlaştırıcı söylemi devam ettiren, savaş ekonomisi ve endüstrisinin varolmasını sağlayan bir başka mekanizma var.

Haberin Devamı

*Tüm bu tanıklıklar yorucu, bu sebeple olup biteni takip etmeyi reddedenler de var.

İnandığımız şeylerin bizde oluşturduğu bir anlam dünyası vardı. Hepsi ayaklarımızın altından çekilip alınırken ciddi bir anlam kaybı yaşayan bir kuşaktan ve bireylerden bahsetmek gerek. Çoklu krizler çağından söz ediyoruz. Çoklu krizlerin içinde; savaş, iklim krizi, ekonomik kriz, inanmadığımız siyasal aktörler ve kurumlar var. Bunlar çoklu krizler döneminde yaşamanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Anlam kaybı yaşayan bireyler olarak kendi dünyamızı ve anlam sistemimizi oluşturmamız gerektiğini de. Bu anlam dünyası tek başına bireylerin oluşturduğu bir şey değildi. İnsan hakları mücadelesinin, her şeye rağmen savaş suçları diye oluşan kavramların bir tarihi vardı. İnsanlığın daha iyiye doğru gidebileceğine dair bir düşünce... Bugün Gazze’de yaşananları, Rusya - Ukrayna Savaşı’nı çevrimiçi takip ediyoruz. Bu bir yorgunluk ve bitkinlik de yaratıyor. Bir yandan da herkes sağlıklı şekilde devam edebilmenin yolunu arıyor.

Haberin Devamı

Çoklu krizler çağında umut bıçak sırtında

‘Zombi kurumlar’ yaşamaya devam ediyor

*İnsani değerlerin bir anlam ifade etmediği şeklinde ortak bir paydada buluşuldu. Bunun dönüştürücü etkisinin olmaması düşünülemez...

Büyük kriz dönemlerinde bir değişimin olacağını bekleriz. Eski sistem aynı şekilde devam edemez. Ama hepimiz sistemin aynı şekilde devam edebildiğini de gördük. Belki bahsettiğimiz kurumlar bu güvensizliğe rağmen devam edecek. Ulrich Beck bunlara zombi kurumlar diyor. Kimse inanmıyor ama yaşamaya devam ediyorlar. Bunlardan rahatsız olanlar olarak bunun iyiye doğru gitmesi için uğraşmak lazım. Ama biliyoruz ki bu sadece bireysel çabalarla olabilecek bir şey değil. Bu da bizi çaresizliğin içine hapsediyor. Buradan günümüzde birey olmanın ne kadar zor olduğu noktasına geliyoruz. Bütün bu olup bitene tanık olmanın yarattığı bir yorgunluk var. İnsanlarda bir bilinç oluşacağı yönünde umutlanabiliriz ama bu bir yorgunluk da yaratıyor. Biliyoruz ki değişim dediğimiz şey o kadar kolay olmuyor. Değişim için sadece farkındalık değil bunu değiştirmek için örgütlenebilmek, alternatifini düşünebilmek, hayal edebilmek de gerekiyor. Güçlünün güçsüzü ezmediği alternatifi gündelik hayatımızdan tutun da kurumlara kadar geliştirebilmek için çaba, özveri ve zamana ihtiyaç var. İyimser misiniz derseniz çok da iyimser olanlardan değilim.

Haberin Devamı

“Umutsuzluk hayatımızın anahtar kelimesi”

*Morin “Umutsuzluk ve belirsizlik geleceğe inanç beslemedeki bu zorluk, yeni bir olay. Gelecek belirsizleşti, bunaltıcı hale geldi” diyor. Farkındalığın eyleme dönüşmesini etkileyen şeylerden biri de bu olabilir mi?

Umutsuzluk hayatımızın anahtar kelimesi olarak kullandığımız bir şey. Diğer taraftan da bütün o toplumsal hareketler literatürüne baktığımızda, şu dönem üzerine yazmaya çalışan, yeni bir dünya hayal eden herkesin umut üzerine çok yazdıklarını, umut kavramını geliştirdiklerini görüyoruz. Umut ve umutsuzluk o kadar birbirine kardeş ki ve biz biliyoruz ki çok umutlanırsak kolayca hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Burada hem bir ikilik hem de bıçak sırtı bir durum var. Sosyal bilimler bu dönemde çoklu krizler çağını, umudu ve umutsuzluğu konuşuyor.