06.10.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
AYDİL DURGUNaydil.durgun@milliyet.com.tr
Yedi tepeli şehr-i İstanbul’un imzalarından biridir camiler. İstanbul siluetinin ayrılmaz birer parçasıdır. Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede camilerin ne kadar önemli olduğu konusuna hiç girmiyorum bile. İşte bu nedenlerle İstanbul’da her büyük cami projesi öncesi tartışmalar yaşanır; kimi cami çok modern bulunur, kimi Mimar Sinan kopyası olmakla eleştirilir, kimi silüete zarar vermekle, kimi yer seçimiyle...
“Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür” kitabının yazarı, Prof. Dr. Gülru Necipoğlu geçtiğimiz hafta Milliyet Pazar’a verdiği röportajda “Yeni camiler modern teknolojilerle ve alelade betonla yapılan, şiirsellikten yoksun ibadethaneler. Sinan’ın kullandığı değerli ve işlemesi zor taş veya mermer gibi malzemeler kullanılmıyor. Dolayısıyla camiler ucuzluyor” ifadesiyle katkıda bulundu bu tartışmalara.
Son olarak Taksim’e yapılması planlanan Taksim Cumhuriyet Camii ile yeniden gündeme gelen camiler konusunu masaya yatırdık.
“Taksim Meydanı’na cami yapılması bence toplumun kabul edeceği bir şey değil”
Doğan Tekeli / Mimar
* Taksim Meydanı’nda Maksem’in arkasındaki otopark alanına yapılması düşünülen bir cami projesini gördüm. Bu projenin, daha yalın bir hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçekleştirilecek olursa, herhalde üzerinde daha çok çalışılacaktır.
* Cami büyüklüğü ile meydan büyüklüğünün birbirine oranı önemlidir. Örneğin Taksim’in ortasına Sultanahmet’i getirirseniz orası artık meydan değil cami olur. Büyüklüğü ne olursa olsun, laik cumhuriyetin simgesi olan Taksim Meydanı’na cami yapılması, kanımca toplumun kabul edeceği bir eylem olmayacak. Ancak meydanın bir kenarına ve Maksem’in arkasındaki otopark alanına çağdaş, yalın ve modern bir cami projesi toplumla, paylaşılması, geniş kesimlerden görüş alınması kaydı ile kabul edilebilir.
* Yukarıdaki düşüncelerin ışığında Çamlıca’da inşaatına başlanan camiyi olumlamıyorum. 16’ncı yüzyılda, Sinan’ın talebesi Sedefkar Mehmet Ağa’nın inşa ettiği Sultanahmet Camii’nin genel görünüş, plan kurgusu, strüktür gibi açılardan benzeri olan Çamlıca Camii’nin günümüzde inşa edilmesi çağımız sanatına olan inançsızlığın göstergesi ve geçmişe saplanıp kalınması olarak yorumlanmalı. Ayrıca Başbakan’ın bazı mimar hocaları yanına alarak projede iyileştirmeler yaptığı haberleri beni şaşırtıyor.
* Mimar Sinan, Osmanlı cami mimarlığında bir zirveyi temsil eder. Mimar Sinan’ı örnek almak, onun yer seçiminde, planlamada, strüktür sistemi ve kitle plastiğinde nelere dikkat ettiğine bakmak nasıl bir başarıya ulaştığını görmek demektir. Ama onun yarattığı biçimleri taklit etmek, açıkça hırsızlıktır. Diğer yandan, Sinan’ın en başarılı eseri sayılan Edirne-Selimiye Camii’ni örnek alarak, onun büyüğünü, küçüğünü, benzerini yapmaya çalışırsak sanatta, mimarlıkta gelişmenin önünü nasıl açabiliriz? Ataşehir’de son yıllarda yapılan Sinan Camii’ni yer seçimi bakımından çok talihsiz, mimari kalitesi bakımından, aslından çok geride buluyorum.
* Cami sayısındaki artışın, nüfus sayısındaki artış göz önünde tutulursa, gerekli olduğu anlaşılacaktır. Ancak camiler, sadece haftanın, yılın belirli günlerinde geniş bir nüfus topluluğu tarafından kullanıldığı için gerekli kapasiteler iyi hesaplanmalı kaynak israfına gidilmemeli.
“İstanbul silüetine, karşı yakadan gölge düşecek”
Edhem Eldem / Öğretim Üyesi
* İstanbul en az iki asırdan beri modern cami mimarisi konusunda çeşitli arayışlara sahne olmuştur. 18’inci yüzyılda barok sayılan bir üslupta, 19’uncu yüzyılda ampir ve gotik tarzlarda, 20’nci yüzyıl başında ise art nouveau
veya moresk stillerdeki denemeler bu arayışların tipik örnekleridir. Bunların ne derecede başarılı olup olmadığı tartışılabilir fakat en azından geleneksel bir yapıya yeni bir yorum getirmek gibi bir çabanın ürünü olduklarını teslim etmek gerekir.
* Cumhuriyet ile birlikte bunun büyük ölçüde kaybolduğu göze çarpmakta. Kemalist dönemde cami inşasının neredeyse durduğu biliniyor fakat 1950’lerden itibaren tekrar hız kazanan bu sürecin en büyük özelliği, geç Osmanlı döneminin tam aksine, yenilik arayışı yerine eskiyi canlandırma üzerine kurulu olmasıdır. Bunun en bariz ve nitelikli örneği, 1940’ların ikinci yarısında inşa edilen ve “klasik” tarzda Osmanlı cami mimarisinin bir tekrarı olan Şişli Camii’dir. Bundan sonraki camiler de giderek daha da artan bir şekilde bu tür sözüm ona “Sinan camilerinin” kötü taklitlerinden ibarettir. Kötü bir malzemeyle, zevksiz ve özensiz bir şekilde inşa edilen, üstelik de taklit etmeye çalıştıkları modelin orantı ve mantığını bile tutturmaktan aciz olan bu camiler maalesef şehrin genel çirkinliğini daha da perçinlemekten başka bir şey yapmamaktadır.
İki ay önce temeli atılan Çamlıca Camii’nin böyle görünmesi planlanıyor.
“Çamlıca Camii dev kiliseleri hatırlatıyor”
* Son zamanlarda iyice artan Osmanlı ve İslami kimlik merak
ve vurgusunun etkisiyle bu durum anıtsal bir boyut kazanmaya başlamıştır. Çamlıca Tepesi’ne inşa edilecek olan cami bunun belki de en bariz ifadesidir. Osmanlı mimarisine öykünen ama boyutlarıyla, görüntüsüyle, konumuyla ve malzemesiyle aslında bu kültürün esaslarını inkar eden dev ve kötü bir Süleymaniye inşa edilerek, tam da Mimar Sinan’ın zevk ve maharetinin ifadesi olarak algılanan İstanbul’un silüetine, karşı yakadan gölge düşürülmüş olacak.
* Üstelik bu dev yapı şehirden kopuk tasarlandığı için, esin kaynağı olduğu iddia edilen Osmanlı geleneğini tersine çeviriyor: Şehir içinde yaşayan bir nüfusun ihtiyacını gidermek yerine, şehir dışındaki boş bir alana yerleştirilerek insanların oraya sırf bu iş için taşınmalarını gerektiren bir durum yaratılmış oluyor. İşin garip tarafı, şeklen kötü bir Osmanlı taklidi olan bu proje, işlevi bakımından daha çok 19’uncu yüzyılda Avrupa’da inşa edilen ve bir tür anıtsal hac mekanı olarak kurgulanan dev kiliseleri hatırlatıyor. Kısacası, şeklen yenilik getirmekten aciz, boyutlarıyla kente ve çevreye zarar verecek nitelikte, işlevsel olarak 100-150 yıl öncesinin Batı modernlik anlayışını hortlatan garip bir proje.
“Bugün isteyen istediği yere cami konduruyor”
Saffet Emre Tonguç / Rehber (İstanbul Camileri isimli kitabın yazarı)
* Ahmet Vefik Alp geçmişte farklı partilerden İstanbul belediye başkan adayı olmuş ve adalardan geçen otoban gibi olmayacak projeleri gündeme getirmişti. Taksim’e yapılması planlanan cami ile gene enteresan bir projeyle ortaya çıkmış.
* İstanbul’un silüeti bana göre 8 bin yıllık Tarihi Yarımada’dır. Osmanlı yedi tepeli şehrin her bir tepesine farklı camiler inşa ederek oluşturmuş bu silüeti. Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Beyazıt Kulesi de renklerini katmış bu görünüme. Çamlıca’ya yapılan camiye gelince, Boğaz’da sadece cuma günleri kullanılacak bu kadar büyük bir cami ihtiyacından emin değilim.
* Her büyük cami projesi öncesi bir Mimar Sinan tartışması olmasıyla ilgili şunu söyleyebilirim; bence Mimar Sinan’ı mezarında rahat bıraksınlar. Böyle bir dehadan tabii ki esinlenmeli ama kopyalamak yerine yaratmak
daha önemli. Her ne kadar çok eleştirilse de Şakirin Camii’nin özgün olduğuna inanıyorum.
* Yeni dönem camilerinin çoğu silik, silüete katkıları yok. Kente artı değer katmadıklarına hatta bir dönemi çarpık bir şekilde yansıttıklarına inanıyorum. Eski İstanbul camileri ile karşılaştırınca çoğu örnekte estetik ve zarafet oldu-bitti ve zevksizlik ile yer değiştirmiş.
“Mimar Sinan’ı mezarında rahat bıraksınlar”
* Osmanlı’da adap varmış. Ancak sultanlar birden fazla minare yaptırabilirlermiş. Sultanların yaptırdığı camilere selatin, deniz kenarındakilere de yalı camii denmiş. Camiler cemaatin ihtiyacına göre yapılmış. Bugünse isteyen istediği kadar minareyle
her yere cami konduruyor.
“İslam dinini en katı uygulayan Suudi Arabistan dahi 80’lerden itibaren çağdaş cami mimarisine geçti”
Ahmet Vefik Alp /Taksim’e yapılması planlanan cami projesinin mimarı
* Mimari gününü yansıtıyorsa değerlidir. Ben bugün 500 yıl evvelki mimariyi kopyalarsam kültürel kodlama hatası yapmış, gelecek toplumları yanıltmış olurum. Mimar Sinan, Ayasofya’dan da etkilenerek
o zaman tek malzeme olan taşı kullanarak o şaheserleri yaratmıştır. Kubbeler, kemerler taşa özel yapısal formlardır. Siz bugün taşın şekillendirdiği mimari formları betondan dökerseniz bir nevi “mimari sahtekarlık” yapmış olursunuz. Sinan dahi kendini taklit etmemiş, farklı geometriler denemiştir. Bugün İstanbul’da Sinan camilerini tekrar etmek Sinan’ın ruhunu muazzep eder.
“Cumhuriyet kodlarını kullanarak tasarladık”
* İslam dinini en katı uygulayan Suudi Arabistan dahi 1980’lerden itibaren çağdaş cami mimarisine geçiş yapmıştır. Biz neden 50 yıl evvelki cami modeline takılı kaldık?
* Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı bize geldi, bizden bir proje talep ettiklerini bildirdiler. Arkadaşlarımla çok çalıştık, İslam dünyasını inceledik. Projemiz biri çok önemli olmak üzere üç uluslararası ödül aldı, yerli ve yabancı dergilerin kapaklarını süsledi. Ödülleri hep yabancı mimarlardan oluşan jüriler verdi. Gayrimüslim bir jüri üyesinin İslamofobi ile özdeşleşmiş çağımızda bir İslam mabedine oy vermesi kolay olmuyor. Demek ki iyi şeyler yapmışız. Yaklaşık 1.5 milyon mimar ve şehir planlayıcıyı temsil eden Union Internationale des Architectes’in (Dünya Mimarlar Birliği) birincilik ödülü bizim için çok kıymetli olmuştur.
* Taksim Cumhuriyet Camii cumhuriyetin kodları kullanılarak tasarlanmıştır. İstiklal Caddesi çıkışındaki devasa Aya Triada Rum Kilisesi’nin cüssesi altında ezilmeyen, Taksim Anıtı’nı da ezmeyen hassas bir dengeye ulaşılmıştır. İşte sihirli formül buradadır. Yukarıdan bakıldığında ise ay-yıldız algılanmaktadır. Biz burada dinimizi, bayrağımızı, cumhuriyetimizi birleştirdik.
* Aynen bir buzdağı gibi projenin yedi katı yerin altındadır. Camiler külliyeleriyle zenginleşir. Arsamız küçük olduğundan biz düşey bir külliye yaptık. Ana namazgah 350+70 hanım olmak üzere 420 kişilik ve yükseltilmiş bir çanak üzerinde yer alıyor. Ayrıca çanağın altında da 350 kişi namaz kılabiliyor. Burası bir sosyalleşme mekanı. Cumaları, bayramları açık alanlar ile toplam 1450 kişi namaz eda edebiliyor. İlk iki bodrumda konferans salonu, sınıflar, kütüphane gibi kültürel işlevler var. 3’üncü, 4’üncü, 5’inci bodrumlar Dinler Müzesi’ni barındırıyor. En altta Musevilik, ortada Hıristiyanlık, en üstte de İslam dini katı yer alıyor.
* Şunu da ifade etmek isterim ki çağdaş camiyi yorumlarken beynimizde yer etmiş Osmanlı
camii silüetinden de kopmamak lazım. AVM gibi cami olmaz.
Kubbe ve minare güncel teknolojiye göre yorumlanmalı ve projede
yer almalıdır. İlk haliyle ana kubbenin “sonsuzluk” adını verdiğim bir dokusu vardı.
Bazıları buna “kuş yuvası”,
bazıları “ağaç kabuğu” dediler. Ancak daha sonra revizyon yaptık.
“İstanbul alzheimer oldu”
* İstanbul’un imzası Tarihi Yarımada’daki görkemli camilerdir. Ayasofya ve Topkapı Sarayı bunlara dahildir. Ne yazık ki Zeytinburnu sahilindeki konut gökdelenleri Sultanahmet Camii’ni, yeni tamamlanan Haliç Metro Köprüsü de Süleymaniye Camii’ni bazı açılardan taciz etmektedir. Büyük Çamlıca Tepesi’ndeki inşaatı süregelen cami de kanımca Tarihi Yarımada’nın dünyaca tanınmış ve kabul edilmiş silüetinin değerini düşürmektedir. İstanbul’un özgün ve derin kimliğinin hızla yitirildiğini bizzat yaşamak bendenizi kahretmektedir. İstanbul alzheimer oldu.
Kuran’dan ayetlerle kubbe
Ahmet Vefik Alp: “Bu camide kubbe Kuran’dan ayetler ile oluşturuldu: Küre dünyayı simgeliyor ve İslam da dünyayı sarıyor. Burada verilmek istenen mesaj budur. Fecr Suresi göze çarpar öncelikle: (Allah şöyle der) Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (27-30. ayetler)”
“Edirne’de Selimiye bir şaheserdir; kopyası Kocatepe büyük bir binadır, o kadar”
Murat Belge Yazar - Öğretim Üyesi
* Her bina bir ihtiyacı karşılamak için yapılır. Bütün insanlık tarihi somut ihtiyacı karşılar karşılamaz insanın yaptığı binayı süslemeye, güzelleştirmeye başladığını gösteriyor. Demek ki estetik de bir ihtiyaç. Ama neyin güzel olduğu, estetik olduğu, cevabı kolay bulunan bir soru değil. Camiler de İslam tarihi boyunca, onun için Osmanlı tarihi boyunca, buna uyan bir yol izledi. Osmanlılar İstanbul’un fethine kadar çok güzel bir cami mimarisi geliştirdiler. İstanbul’un fethinden sonra imparatorluk bilinci doğdu. Bu da her alanda olduğu gibi mimaride bir büyüme eğilimine yol açtı. Osmanlılar “ölümlü insan”ı yüceltme taraflısı olmadığı için, bunu daha çok cami mimarisine yönelttiler, anıtsal camiler inşa ettiler. Bu bakımdan en ileri gitmiş kişi de Sinan oldu.
* Sinan belirli bir mimari gelenek içinde ve çağının maddi imkanlarıyla çalışarak çok sayıda, çok güzel bina inşa etti. Bugünün mimarisi, her şeyden önce, Sinan zamanına göre çok farklılaşmış bir maddi yapıyla, bir inşaat malzemeleri manzumesi ile var oluyor. Yaratıcı bir sanat anlayışı geliştiren bir mimarın öncelikle bu malzemenin kendisine ne gibi imkanlar sunduğunu ve
bu imkanları en iyi nasıl kullanılacağını düşünmesini beklerim. Yani, beton kullanarak Sinan’ın taşla ördüğü şeyi taklit etmenin sanatsal bir başarı olduğu kanısında değilim. Edirne’de Selimiye bir şaheserdir; Ankara’daki kopyası Kocatepe büyük bir binadır, o kadar.
* Büyük bir cami yapmayı istemenin çeşitli anlaşılır nedenleri olacağını kabul ediyorum. Ama büyüklüğün kendisi estetik bir öğe değildir. Çok zaman estetiği bozar da. Buna karşılık, küçük bir yapı estetik bakımından çok üstün olabilir. Rüstem Paşa, Yavuz Selim’den; Sokollu Cami, Eyüp ya da Fatih camilerinden çok daha güzeldir. Kara Ahmet Paşa, Sultanahmet’ten daha estetiktir.
“Çamlıca Camii’nin tek meziyeti gözden ırak olması”
* Bugünlerde İstanbul’la ilgili çeşitli cami plan ve girişimlerinde insanın gözüne ilkin bu “gigantizm” tutkusu çarpıyor (aslında, başka yapı tiplerinde de). “Büyük bina”, “her yerden görülmek”, “çok sayıda minare”, estetikle ilgili düşünceler değil; oldukça çocuksu ve estetik öncesi düşünceler. Çamlıca’daki “ulu” caminin tek meziyeti, her yerden görülmesi değil, gözden ırak olması olabilir.
* Bu konularda yer fetişizmi gibi eğilimlerim yok. “Taksim’de cami olmaz” diye bir diretmenin anlamını da kavrayamıyorum. Ama olacaksa güzel olmalı.
Bunda da ısrarlıyım.