03.10.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal zeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
Rezan Epözdemir adını Münevver Karabulut davasında ailenin avukatı olarak duyduk. Geçen hafta Gümüşsuyu’nda bir apartman boşluğunda ölü bulunan Nazlı Sinem Erköseoğlu’nun babası da ona vekalet verince bir kez daha dikkatleri çekti.
İki medyatik dava... Üstelik dahası da var. Sahibi olduğu hukuk bürosunda halihazırda 800 dosya üzerinde çalıştığını söylüyor. Yaşını duyunca durum daha da ilginizi çekecek: Rezan Epözdemir 1982’li.
Ofisine girince, sekreter odasını dolduran muhabirlerle ve duvarlara yapıştırılmış onlarca gazete kupürüyle karşılaştık. Öyle olmadığını
söylüyor ama medya Rezan Epözdemir’in çalışma yönteminin
bir parçası. En azından seviyor gazetecilerle temasta olmayı...
Hızlı hızlı konuşuyor. İlk hedefi karşısındakini etkilemek... Liseyi ve üniversiteyi derecelerle bitirmiş, şu anda da yüzlerce dava arasında doktorasına devam ediyor. Her şeyi aynı anda yapmak ve kariyer basamaklarını mümkünse üçer üçer çıkmak istiyor belli ki...
Elinde fırsatlar var. Gerisini zaman gösterecek.
Nazlı Sinem’in ailesi neden size geldi?
Herhalde Münevver Karabulut davasında duruşumuz, sansasyonel kaygılarla hareket etmememiz ve performansımız nedeniyle... Çünkü o dava toplamda 12 dava oldu. Bugün Ergenekon diye tabir edilen dosyadan bile daha kapsamlı. 17-18 bin sayfa; 15 klasör...
Nasıl ulaştılar size?
Biz zaten Sinem’in babası Ergun beyle tanışıyorduk. Gazeteci Özsel Tortop da arayıp “Gelip bizi aydınlatır mısın?” dedi. Olay gecesi Ergun beyin evine gittim, neler yapılabileceğini konuştuk. Ertesi gün de “Vekalet çıkarsam konuyla sen ilgilenir misin?” diye sordu, kıramadım.
“Münevver Karabulut davası 18 bin sayfadan oluşuyor”
Karabulut ailesine siz mi gittiniz yoksa onlar mı sizi buldu?
Süreyya bey parlamentodaki herkese mektup yazmış; “Bu bir sosyal sorumluluk projesidir. Gelin, burada bir yangın var” demiş. Kimse dönmemiş, bir tek CHP Milletvekili Çetin Soysal arayıp her türlü yanlarında olacağını söylemiş. Çetin bey bizim aile dostumuzdur, aynı zamanda da müvekkilim. O bana rica etti. Ben yoğun çalışıyorum, Türkiye’deki önemli kurum ve kuruluşların vekilliğini yapıyoruz. Olağanüstü yoğun bir süreç, önce ihtiyatla yaklaştım ve Çetin abiden affımı istedim.
O da bana ortada olağanüstü bir mağduriyet olduğunu ve bu insanlara sahip çıkılması gerektiğini söyledi; çok rica etti. Benim için çok kıymetli olduğu için de kıyamadım.
Neden almak istemediniz? Bir avukatın kendini göstereceği bir dava değil mi bu?
Evet. Aynı zamanda ürküten de bir dava. 18 bin sayfa... Ben dosyayı aldığımda 1,5 ay her gün bu ofiste sabahladım. Mesleki özgüven açısından sorun değildi, ben hukuk fakültesini birincilikle bitirdim. Ama çok ilgi gerektiren bir dosya ve mesaimin çoğunu buraya veriyorum. Çok stratejik davranmamız lazım. Kamuoyunun olağanüstü ilgisi var, insanların beklentisi çok yüksek. Sokakta teyzeler sarılıyor, “Oğlum bu kızın kanını yerde bırakma” diye.
Daha önce de cinayet davalarına baktınız mı?
Baktık. Ama kamuoyunun ilgisine bu kadar mazhar olan bir dosyaya ilk defa bakıyorum. Herhalde Türk hukuk ve basın tarihinde de Münevver davası kadar ilgi gösterilen bir dava olmamıştır.
“Medyatik davaları almam tamamen bir tesadüf”
Nedir Münevver Karabulut dosyasının farkı?
Münevver Karabulut cinayeti, bu ülkede bütün kurumların iflas ettiği bir dosyadır. Hem Adli Tıp’ta, hem Emniyet’te, hem de yargıda ihmaller oldu. Artık, yani o süreçten sonra herkes çok daha dikkatli, özenli incelemeler yapıyor. Nazlı Sinem vakasında Beyoğlu İlçe Müdürü ve ekibi olağanüstü bir olay yeri incelemesi yapmışlar. Hatta savcı bana “Bu olayı da Münevver dosyasına çevirmeyeceksiniz, adam gibi çalışacaksınız” diye fırça attığını söyledi. Sistemin sorgulandığı dosyadır Münevver Karabulut cinayeti.
Medyatik davaları almanız kariyer planınızın bir parçası mı?
Hayır, tesadüf. Karabulut’u Çetin Soysal çok rica etti diye aldım, sonrası geldi.
Bu kadar göz önünde olmak yeni müvekkiller getirmiyor mu?
Karabulut dosyasından sonra cezaevlerinden her ay 200’e yakın mektup geliyor, onları savunmamı istiyorlar. Uçuk ücretler teklif ediyorlar. Şu anda üzerinde çalıştığımız 800 dosya var; inanmadan hiçbir dosyayı almam. İlke olarak uyuşturucu, kaçakçılık, cinsel suçlara, canice işlenmiş adam öldürme suçlarına bakmıyorum.
“Ağır ceza davaları en tehlikeli dosyalardır ama daha hiç tehdit almadım”
Nasıl yetişiyorsunuz?
Sekiz kişi var yanımda çalışan. Bölüşüyoruz. İcra dosyalarına başkası, aile dosyalarına başkası bakıyor. Ben denetim ve kontrol mekanizmasıyım. Sabah 9’dan gece yarısına kadar çalışıyorum, hafta sonları dahil.
Nasıl bir ekibiniz var? Yapmanız gereken kimi araştırmalar biraz da dedektiflik gerektiren işler değil mi?
Adli vakalar dedektiflik gerektirir ama dedektifliğin adli zemini yok. Biz araştırmalarımızı yapıyoruz. Polis desteği ya da benzer bir desteğimiz yok. Ancak uzmanlık gerektiren konularda Adli Tıp gibi kurumlara danışıyoruz.
İçinde ölüm ve ayrıntıları olan davalardan psikolojik olarak etkileniyor musunuz?
Hayır. Bir doktor nasıl ki ameliyata girdiğinde karşılaştığı görüntüden etkilenmiyorsa ben de etkilenmiyorum.
Ağır ceza davalarına bakmak tehlikeli midir? Tehditler gelir mi mesela?
Evet, tehlikelidir. Hukukta en tehlikeli dosyalar ağır ceza davalarıdır. Ama benim başıma tehdit vesaire gelmedi. Çünkü ben aldığım hiçbir dosyayı kişiselleştirmiyorum.
“Faili meçhul cinayete kurban giden amcam için AİHM’e başvurduk”
Ailenizde bir de dram var; babanızın kuzeni Şevket Epözdemir faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş.
Evet, İnsan Hakları Derneği Tatvan Başkanı’ydı. 1993’te öldürüldü. O da avukattı... Hâlâ mahkemelere gittiğimde bazı hakim ve savcılar gözleri dolarak anarlar onu. Çok etkilenmiştim onun ölümünden. Yolu insanlıktan geçen herkes çok üzülmüştü.
Şevket amcanız için de bir adalet arayışınız var mı?
Evet. AİHM’e gittik ve lehimize bir sonuç aldık. Devlet, etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiği için tazminat ödemeye mahkum oldu.
“Demet Akalın’a İstiklal Marşı ile ilgili ceza aldıran benim”
“Medyatik davalar tesadüf” dediniz ama sayıları çok. Demet Akalın’a dava açan Diyarbakırlı işadamlarının vekili de sizdiniz, değil mi?
İşadamları bana geldiler, Demet Akalın’ın Diyarbakır’la ilgili sarf ettiği sözlerden dolayı çok üzüldüklerini söylediler. Yakışıksız bir üsluptu. 7 TL’lik tazminat davası açtık, kazandık. Artı Demet Akalın’ın İstiklal Marşı’yla ilgili yorum yapma cezası var ya, onu aldıran da benim. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden hakaretten şikayetçi olundu, hepsine takipsizlik kararı verildi. Ben halkın bir kesimini alenen aşağılamadan şikayetçi oldum, Bodrum’da davası açıldı ve o dava sonunda Akalın cezaya çarptırıldı. Yani benim aldığım dosyanın sansasyonelliği değil mesele... Süreci kat ederkenki başarım ve bir sonuç almam. Ben Karabulut dosyasını aldığımda olayın üzerinden yedi ay geçmişti, kamuoyu ilgisi bitmişti. Hem “Çok sansasyonel, almayayım” mı diyeyim? Ben yargı mensubuyum, görevim bu. Üstelik medyatik davalara bakmak riskli de bir şey. Başarılı olamazsan aleyhine tezahür edebilir.
“Yargı mensupları medyadan etkilenmiyor”
Artık medya ile ilişkiler de yargı sürecinin bir parçası haline geldi. Siz mahkemede sunacaklarınız kadar iletişim stratejisi üzerine de kafa yoruyor musunuz?
Özellikle böyle bir strateji kurma gereksinimimiz yok. Bizim politikamız kimseyi kırmadan, refüze etmeden bilgi vermek. Kamuoyu etkisi tabii ki önemli, bu etki yadsınamaz. Basın bu kadar ilgi göstermese
belki Karabulut olayının üzeri örtülecekti. Adli Tıp’taki, Emniyet’teki skandallar ortaya çıkmayacaktı. Ama “Dosyayı aldım, basın da
beni desteklesin”le bir baskı unsuru
oluşturmayı düşünmüyorum.
Ama bu tip davalar daha çok ses getirip, kendinizi göstermenize yardımcı olmuyor mu?
Ticaret ve ağır ceza dosyalarını daha çok seviyorum. Alacak davalarında kesin delil sistemi var, yazılı delil ortaya koyamazsan dava reddedilir. Ama ceza muhakemesinde hakimler vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Olayın kurgusu, tanık ifadeleri, yazılı delillerin hepsi bir sürece delalet etse bile ceza hakimi farklı bir karar verebilir.
Bu da sizin becerinize mi kalıyor?
Ceza davası biraz daha şov sanatıdır. Üslubun, diksiyonun, mahkemeyi etkilemen çok önemlidir.
Kamuoyunda oluşan algılar, çıkan haberler de bir etkileme yöntemi değil mi?Etkilemiyor. Etkilese Karabulut dosyasında baba Garipoğlu ikinci celsede tahliye olmazdı. Ben bu ülkede yargı mensuplarının medyadan etkilendiklerini düşünmüyorum.
“Garsonluk yaparken konuşmaya cesaret edemediğim patronumun avukatıyım”
Siz kimsiniz?
Aslen Siirtliyiz. Ben ve üç kardeşim İstanbul’da doğduk. Ablam uzman psikolog, bir kardeşim bilgisayar mühendisi, diğeri kimya mühendisliği okuyor. Zor ve sancılı dönemler geçirdik. Babam 12 Eylül nedeniyle görevinden ayrılmak durumunda kalan bir eğitimci.
12 Eylül nedeniyle babasız büyümüş bir çocuğum. Yurtdışındaydı sekiz yıl babam.
O ortamda yetiştim.
O ortam sizi nasıl etkiledi?
Babam kahraman gibi geliyordu küçükken. Siirt’te, Şırnak’ta, Bitlis’te öğretmenlik yaptı; ama 12 Eylül’ün kafatasçı zihniyeti o dönem birçok aydını helak ettiği gibi, onu da helak etti. Biz de o sürecin mağdurlarından olduk.
Hukuk eğitimini seçmenizde bunların etkisi var mı?
Tabii var. Hukuk benim ilk aşkımdı. Liseye başladığım yıllarda babam iflas etti, maddi açıdan çok sıkıntılı zamanlardı. Liseyi birincilikle bitirdim. Üniversite sıkıntılı bir dönem oldu, burslarla okudum. Ulus’ta bir kulüpte garsonluk yaparak okudum. Şimdi garsonluk yaptığım dönemde konuşmaya cesaret edemediğim patronumun avukatlığını yapıyorum.
Bu kadar kısa sürede böyle bir hukuk bürosunu nasıl kurdunuz?
Üniversite bitince o dönem Fenerbahçe’nin asbaşkanı olan Şekip Mosturoğlu’nun bürosuna iş başvurusunda bulundum. Ben Galatasaraylıyım. Ama üzerimde garsonluk yaparak kazandığım parayla aldığım, lacivert üzerine sarı çizgili bir takım vardı... “Herhalde Fenerbahçelisin” dedi, “Hayır Galatasaraylıyım” dedim. “Artık bundan sonra mümkün değil, beni işe almaz” diye düşündüm ama aldı.
Başlangıç böyle... Ama 28 yaşında bu sermayeyi nasıl buldunuz?
Önce kuzenimle bir büro açtık. Sonra da burayı kurdum. Hukuk fakültesinde yaptığın her şey, her başarın bir şekilde dönüyor. Herkes bir diğerine referans oluyor. Lisedeyken yol parası bile bulamıyordum, ama şimdi iki kardeşimi okutuyorum, aileme bakıyorum. Eğer ben birisiyle konuşursam, biliyorum ki bundan sonra bütün hukuki ihtilaflarını bana verecektir.