06.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA / Yayına hazırlayan: GÜLİZ ARSLAN / Fotoğraflar: Ercan Arslan-ELİF MANDAN
Şimdilerde “Umutsuz Ev Kadınları” dizisinde oynuyor ama geniş kitlelerce tanınması “Gümüş” ile oldu. Televizyon dünyasının gerçek starlarından biri olduğu kadar, Ortadoğu’da şöhreti yakalamış Türk oyuncuların da en ünlüsü.
“Sofrada Baş Başa” için tanıdığım ama bilmediğim çok yönü olduğunu tahmin ettiğim Songül’le buluşmak istedim. Çok ünlü bir sözü biraz değiştirerek “Ünlüyü kazıyın, altından insan çıkar” sözünü doğrulayacak bir portre çıkacağından emindim. Zira başı sonu belli olmayan haberlerde insan olduğu; hassasiyetleri, yaraları, kıymetli yönleri olduğu unutturulan, birer televizyon karakteri gibi gösterilen popüler kültür kahramanlarından biri o. Arada “Bana neler anlattırıyorsun böyle” diye söylenerek ama hiçbir şeyi sakınmadan anlattı. Anlatmakla kalmadı, bana da anlattırdı. Galata’daki Georges Hotel’in Le Fumoir restoranında zevkli bir yemeğin eşliğinde uzun bir öğleden sonra geçirdik.
“Sofrada Baş Başa” sayfalarının bu haftaki konukları Mirgün Cabas ve Songül Öden
Mirgün Cabas: Nasıl geçti 2012? Bir bilanço çıkardın mı?
Songül Öden: Şükür duası ederken çıkardım.
Mirgün C.: Ne demek o?
Songül Ö.: Çocukluğumdan beri yılbaşlarında dua ederim. Bu yıl ablam kanseri atlattı. Dertlerin çok olduğu ama dermanlarının da olduğu bir yıl oldu. Senin nasıl geçti?
Mirgün C.: Çok hareketli geçti, epey fokurdayan ama kötü bir tat bırakmayan bir yıl oldu. İş nasıldı?
Songül Ö.: İstikrarlı ve verimli. Daha önce televizyonda hiç komedide çalışmamıştım, dramatik rollerde tanıyordu seyirci beni. Farklı kompozisyonlar olunca müthiş bir katkısı oluyor televizyonun. Senin için de benzer bir şey oldu aslında, çizdiğin kompozisyon açısından... Takım elbiseli, eli yüzü düzgün, akıllı bir duruşun vardı. Sonra bir anda saçlar dağıldı, motosiklet programı başlayınca gömleğin yakası biraz açıldı...
Mirgün C.: Aslında hep geniş bir yelpazede işler yapmaya çalıştım. Çok ciddi siyasi konular da işledim, başkalarına daha hafif görünen ama izleyicide karşılığı olan kültürel, toplumsal konuları da işlemeye, kanalın elverdiği ölçüde magazine de girmeye çalıştım. Televizyonu bırakıp GQ’ya geçmemle birlikte aslında bu ilgi alanlarımın karşılığını gördüm. Hem format olarak baştan
sona yeni bir şey yapıyorum ama bir yandan da
o birikimimi kullanıyorum... Songül, sen nerelisin?
“Bir kız çocuğu olarak babanla bir ilişki kurmadıysan o senin bütün hayatına sirayet ediyor”
Songül Ö.: Çok evvel Ankara’ya göç etmiş Diyarbakırlı bir ailenin çocuğuyum ben.
Mirgün C.: Kaç kardeşsiniz?
Songül Ö.: Altı kardeş; abim ve beş kız.
Ben en küçüğün büyüyüğüm.
Mirgün C.: Büyükler seni eziyorlar mıydı yoksa şımartıyorlar mıydı?
Songül Ö.: Eziyorlardı da şımartıyorlardı da. Hepimiz sorumluluk verilmiş çocuklardık. Benim dönemimde özgürlük alanı biraz genişlemişti. Ablamlar o yolda gazi oldular. Büyük ablam kendi arkadaşlarıyla çıkmak ister, annem; “O zaman kardeşinle çık” derdi. Kontrol ihtiyacı duyuyordu çünkü babasız büyüttü bizi...
Mirgün C.: Siz küçükken mi ayrıldılar?
Songül Ö.: Ben altı aylıktım.
Mirgün C.: Peki babanla ilişkin oldu mu sonra? Yoksa tamamen terk mi edildiniz?
Songül Ö.: Terk edildik ya... Bunu çok trajik anlatmak istemiyorum, öyle de yaşamıyorum şu anda. Mizahi biçimde bakmayı tercih ediyorum. Ailelerin ayrılması bazen olumlu etki de yapıyor çocuklar üzerinde ama eğer babalığı ve anneliği unutuyorsan, çok fena...
Mirgün C.: Benim şu an en büyük meselem çocuğumla kurduğum ilişkiyi güçlü bir zemine oturtmak ve onda güven duygusunu yaratmak.
Songül Ö.: Bu, o kadar önemli ki... Çocukluğunda bir kız çocuğu olarak babanla öyle bir ilişki kurmadıysan o senin bütün hayatına sirayet ediyor ve mücadele ettiğin en temel konu bu oluyor.
Mirgün Ö.: Babanla ilişkin yüzünden erkeklerle güven sorunu yaşadın mı?
Songül Ö.: Tam tersi oluyor, birine güvenmek isteği had safhada oluyor. Bir şeyi tamir etmeye çalışırken, başka bir uca savruluyorsun. Bir heykeltraş gibi sen yapıyorsun. Boşlukları onun doldurmasını bekliyorsun ve orada yaşadığın hüsran da korkunç oluyor ama benim çıkış noktam da bu oldu. Kalkman için düşmen gerekiyor çünkü. Yine de her şeye rağmen ona “kaka baba” diye bakmıyorum. Annem hiç öyle yapmadı...
Mirgün C.: Bu ilişkilerin bir ikinci perdesi olabiliyor. Özellikle çocuk büyüyüp de ünlü olunca...
Songül Ö.: Bizde de şöyle bir şey oldu; Arap dünyasında bizim yaptığımız dizi (“Gümüş”) fenomen oldu. Babam müteahhit ve Dubai’de de inşaat işleri yapıyor. Dubai’de gittiği her yerdeki billboard’larda ben vardım...
Mirgün C.: “Bu benim kızım” diye sahiplendi mi?
Songül Ö.: Onun sahiplenmesi... Benim mesafeli durmam...
“Annemi hayal kırıklığına uğratmama duygusu çok yüksekti bende, öyle öyle iftihara geçtim”
Mirgün C.: Annen? Altı çocukla tek başına, müthiş bir kadın olması lazım...
Songül Ö.: Düşünsene yalnız kaldığında
33 yaşındaymış. Benim şimdi girdiğim yaşta yani.
Ev hanımıydı. Ben ilkokula başladığımda okuma yazma seferberliği vardı, benimle birlikte öğrendi okuma yazmayı. Bütün kızlarını okuttu. Biraz babama karşı gurur meselesi de yaptı.
Mirgün C.: Acayip bir hikaye...
Songül Ö.: Annem Diyarbakırlı bir beyin kızı...
Mirgün C.: Kürt mü?
Songül Ö.: Zaza. Babam da Zaza. Annem Bingöl asıllı, babam Diyarbakırlı. Annem avukat olmamı istiyordu, konservatuara gitmemden korktu biraz. Bizde sert kurallar vardı çünkü, saat sekizden sonra eve girmek yasaktı mesela. Benim erkek arkadaşım çok geç oldu, üniversite üçüncü sınıfta... Annemi hayal kırıklığına uğratmama duygusu çok yüksekti bende. Öyle öyle iftihara geçtim üniversitedeyken.
Mirgün C.: Mezun olunca nereye gittin?
Songül Ö.: Trabzon’a. Bir sezon orada kaldım sonra döndüm. O zamanlar Enver Aysever tiyatroyla uğraşıyordu. Attila İlhan şiirlerini oyunlaştırıyor ve bir kız oyuncu arıyor. Devlet Tiyatrosu’nun oyun kitapçığındaki fotoğrafımı görüyor ve ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla arayıp bana “Köksal Engür’le iki kişilik Attila İlhan oyunu... Ne dersin?” diyor... Benim için inanılmaz bir şey bu. Enver’le ilk buluşmamızda “Ben de ona öykü yazıyorum” dedim. “Bir şeyler karala” dedi. Ben bir başladım... Sonunda ikimiz oyunlaştırdık Enver’le.
Mirgün C.: Yazmaya devam ediyor musun?
Songül Ö.: Ediyorum.
Mirgün C.: Kimseye okutuyor musun yoksa çekmecene mi kilitliyorsun?
Songül Ö.: Daha önce kilitliyordum, iki senedir çekmeceden çıktı bu öyküler. Görüşüne inandığım kişiler çok güzel şeyler söylediler, kitap yapacağım herhalde. O beni çok heyecanlandırıyor. Bence yazmak kendini sağaltmanın bir aracı. Sait Faik diyor ya “Yazmasam deli olacaktım...”
“Bence vicdansız bir politik duruş çöp tenekesidir”
Mirgün C.: Öğrenciyken çevrene, dünyada olan bitenlere karşı ilgili miydin?
Songül Ö.: Çocukluğumdan beri boyumdan büyük meselelere ilgi duydum. Bir de özdeşleşme duygusu bende çok açık. Belki oyunculuğun geliştirdiği bir şey, bana benzemeyene karşı çok büyük ilgi duyuyorum. O yüzden de her türlü
faşizme karşı tepkim var.
Mirgün C.: Bir yandan da tiyatroya devam ediyorsun, Sadri Alışık Tiyatrosu’nda üçüncü oyunun, “Küçük Adam Ne Oldu Sana?”
Songül Ö.: Hans Fallada’nın bir oyunu. İkinci Dünya Savaşı’na girilirken bir adamla kadının,
aşk ilişkileri üzerinden hayata tutunma çabalarını anlatıyor. Kız apolitik bir işçi kızı. Abisinin ve babasının adaleti arama inancı kızın genlerine işlemiş. Onlar bunu siyasi bir zemin üzerinden yapıyorlar ama kız vicdan üzerinden yapıyor.
Politik bir duruş elbette önemli ama vicdansız bir politik duruşun hakikaten çöp tenekesi olduğunu düşünüyorum.
Mirgün Cabas: “Benim şu an en büyük meselem çocuğumla kurduğum ilişkiyi güçlü bir zemine oturtmak ve onda güven duygusu yaratmak”
Songül Öden: “Belki oyunculuğun geliştirdiği bir şey bu; bana benzemeyene karşı çok büyük ilgi duyuyorum, her türlü faşizme tepkim var.”
“Ben seni motosiklette görünce gıcık olmuştum”
Songül Ö.: NTV’den niye ayrıldın?
O dönem çok fazla spekülasyon oldu...
Mirgün C.: Çok sıkıntılı bir dönem yaşadık, aslında hâlâ yaşıyoruz. Türkiye’de habercilik yapmak kolay bir şey değil çünkü iktidarın önceki dönemlere bakarak müthiş bir korunma güdüsü var. Geçmişte siyasilerin başına gelmiş demokrasi dışı müdahalelerin travmasını hâlâ yaşıyorlar. Bir yere kadar da haklılar ama kalkanları o kadar kalın ve yüksek ki sivil toplumdan ve basından gelen her türlü eleştiriyi de karanlık güçlerle işbirliği içindeymiş gibi algılıyorlar.
Songül Ö.: Peki senin ayrılman?
Mirgün C.: Seçim dönemlerinde Türkiye’de siyasi tansiyon çok yükseliyor. Bütün siyasi partiler daha hassas oluyor ve hepsi kendi hakkının yendiğini, ekranda daha az göründüklerini falan düşünüyorlar. Bunu ifade ederken de her biri gücü oranında sesini yükseltiyor. Biz her akşam televizyon kanalında tartışma programları yerleştirmiştik ve orada siyasi taraflar bir araya gelip tartışıyorlardı. Bu, fikir özgürlüğüne hizmet etmesi için yapılırken diğer yandan da siyasi tansiyonu gereksizce tırmandıran bir şey haline gelmişti. Siyasilerin her şeyden şikayetçi oldukları programlar olmaya başlamıştı. Kavga dövüş izlenir bir şey olduğu için de bütün kanallar bu yola girdi. Biz işi soytarılığa dökmemeye çalıştık ama o ortamda televizyonda siyaset konuşmak sürdürülebilir bir şey olmaktan çıktı. Bunun üzerine kanal prototip değişikliğine gitti ve formatların kanal içindeki ağırlıkları değişti...
Songül Ö.: Sen gitmeye zorlandın mı?
Mirgün C.: Yayın şablonu değişti ve kanal benim son yaptığım türden programları yayına koymak istemediğini duyurdu. Bana da “Gitme, biz seninle başka bir şey yapacağız” dediler. Zaten sezonun sonuna gelmiştik, ben de tatile çıktım. Tatildeyken de Doğuş grubu Conde Nast’la GQ anlaşmasını imzalamıştı, “Bu işi senin yapmanı istiyoruz” dediler. Ben de bir yayın dönemi daha aynı tartışma işini yapmak istemiyordum, tereddüt etmeden kabul ettim. Hâlâ aynı grubun içindeyim, aynı insanlarla çalışmaya devam ediyorum.
Songül Ö.: Özlüyor musun peki? Ben seni ekranda arıyorum mesela...
Mirgün C.: Ekranda olmayı özlüyorum ama bu benim için aynı evin farklı pencerelerinden bakmak gibi... Bugün televizyon, yarın dergi, öbür gün başka şey...
Songül Ö.: Ben seni motorda görünce gıcık olmuştum.
Mirgün C.: Ben ondan çok zevk aldım ama. Çünkü o benim en büyük hobim... O iş çok da izlendi ayrıca. İnsanlar beni o senin anlattığın gibi kravatlı, takım elbiseli görmeye alışkın oldukları için toza toprağa bulanmış görünce ilginç buldular.
“Buluşacağımız Georges Hotel, Le Fumoir restoranı Songül’ün ‘Galata civarında buluşsak, biraz da manzarası olsa’ sözü üzerine seçtim. Daha önce otelin giriş katındaki restorana gitmiş, çok beğenmiştim ama otelin Tarihi Yarımada ve Boğaz manzaralı terasını da merak ediyordum. Bu randevu sayesinde merakımı gidermiş oldum.”
“Kadınların olduğu yerde sorun çıkar gibi bir bakış açısı var”
Mirgün C.: Dizine gelelim, “Umutsuz Ev Kadınları”... Biraz risklidir bu uyarlamaları yapmak ama galiba iyi gidiyor değil mi?
Songül Ö.: Çok iyi gidiyor.
Mirgün C.: Orijinal hikayeden saptınız mı?
Songül Ö.: Tabii ki değişiklikler var. Kültürden kültüre anlatılacak şeyler var, anlatılmayacak şeyler var çünkü. Mesela benim oynadığım kadın bir adamı seviyor ama hikayenin ana ekseninde başkalarıyla da yatıyor. Bizim hikayemizde öyle bir şey söz konusu değil.
Mirgün C.: Bu hikayenin başrolünde birbirine yakın beş oyuncu olması, hepsinin de kadın olması hem settekiler için hem de yapımcı için...
Songül Ö.: Korkunç bir durum mu diyorsun?
Mirgün C.: Zor bir durum bence. Dikkatli söylemeye çalışıyorum ama...
Songül Ö.: Yani Mirgün, bu kadar kadına şiddet konuştuk, gelip olayı bu tatlılıkla, şu beyefendi suratla buraya bağlamana ne diyorsun?
Mirgün C.: Hayır elimde veri var, o yüzden söylüyorum... Geçen sene televizyon ödüllerinde seni aday göstermek istedi ödül verenler ama yapımcı “Dizimizde birden fazla kadın başrol oyuncusu var” diyerek senin katılmanı istemedi. Ben bunu senin açından haksızlık olarak gördüm ama yapımcı açısından bakınca da “İyi giden bir işi bir ödül için niye karıştırsın?” dedim. Sırf oradan baktığın zaman bile burada hassas dengeler üzerinden ilerleyen bir dizi olduğunu görebiliyorum bunun.
Songül Ö.: Anladım ne demek istediğini. Açık konuşalım, şöyle bir bakış açısı var; kadınların olduğu yerlerde sorun vardır...
Mirgün C.: Ben öyle bir şey söylemem!
Songül Ö.: Benim de tercihim kadın ve erkek sayısının dengeli olması. Öyle olunca kendimi daha rahat hissediyorum. Hayatın içinde de aynı şekilde. Çok erkeğin olduğu yerde bir kadın olduğunda küfür az olur. Kadın erkeği değiştirir, bir nezaket getirir. Erkeğin olduğu yerde de kadınlar değişir. Ama hayır efendim, kadınlarla ilgili o görüşe katılmıyorum. Zaten beş kadının arasında büyüdüm, antrenmanlıyım.
“Sözleşmelerimizi yaparken daha insani şartlar istemeliyiz”
Mirgün C.: Geçen gün kız arkadaşımın dizi
setine gittim. Bu işin ne kadar eziyetli olduğuna dair fikrim vardı ama gözümle gördüm ve dizi sektörünün bütün çalışanlarına duyduğum saygı arttı. Ben gittiğimde sette 17’nci saate girmişlerdi ve daha sabaha kadar çalışmaları gerekiyordu. Oyuncusundan set işçisine, yönetmeninden kostümcüsüne herkesin sanattan öte fiziki bir iş yaptığını gördüm. Acayip bir şey bu. Sizde nasıl durum?
Songül Ö.: Ben işe girerken “dört gün-12 saat” anlaşması yapmıştım. Fatih (Aksoy) Bey de zaten hızlı ve az çalışılmasını teşvik eden bir adam, bir kural koydu, “Size 13’üncü saat” derlerse, ‘Yarın da geleceğim’ deyip çalışmayın” dedi. İlk sene daha karışıktı ama bu sene buna uyuluyor.
Mirgün C.: Gerçi sözünü ettiğin hâlâ 12 saatlik bir mesai...
Songül Ö.: Evet ama hiç olmazsa o zaman bir disiplin var. Sektörün güzelleşmesi için hepimize çok iş düşüyor, sözleşmelerimizi yaparken hepimizin daha insani şartları istemesi gerekiyor.
“Dizide rol arkadaşımla olan görüntüleri özel görüntüler gibi ekrana taşıdılar”
Mirgün C.: Televizyonla birlikte hayatın da büyüteç altına alınmaya başlamıştır. Bu konuda hiç canını yakan bir şey oldu mu?
Songül Ö.: Oldu. Çok konuşmak istediğim bir şey değil aslında. Trajik bir boşanmam oldu. Kötü bir boşanmaysa, insanlar birbirlerini incitmek için bir sürü şey yapıyorlar. Taraflardan biri magazini enterese eden biriyse ve bir kadınsa onun üzerine yürüyorlar. Dizide rol arkadaşımla olan görüntüleri özel görüntüler gibi ekrana taşıyıp korkunç bir şey yaptılar. Mahkemeleri kazandım ama benim dört seneme mal oldu. Bu süreçte yaşadıklarımı kamuoyuyla da paylaşmadım çünkü aile içinde yaşananların deşifre edilmesi bana göre ahlaklı değil. Boşanmayı insanlar kolay atlatamıyorlar ve birbirlerinin canını yakmak istiyorlar. Eğer kadınsanız da şişi sokuyor, gözünü oyuyor, bilmem nerede tarıyor... Belki ben de orada evli olsaydım, ben de bunların bir kurbanı olacaktım. Ben daha sinsi biçimde yaşadım bunları. O yüzden de şu anda Azra Akın’la birlikte Birleşmiş Milletler’in kadına yönelik şiddetle mücadele çalışmalarına destek veriyorum. Bu ülkede yaşadığım için, annemin yaşadıklarından ötürü, kendi boşanmamın çok sancılı geçmesinden ötürü bana çok dokunan bir şey, o yüzden de bununla ilgili çalışıyorum.
Mirgün C.: Sahada çalışıyor musunuz?
Songül Ö.: Mevsimlik işçi çocuklarla sahaya ineceğiz şimdi. Nar Taneleri projesinde yetiştirme yurdundaki kızlarla buluşmalarımız oluyor. Ben hiç kimseye anlatmadığım şeylerimi anlatıyorum onlara... Ve geldiğim yerin asla bir ütopya olmadığını söylüyorum.
“Songül, kız arkadaşım Tuba’nın (Ünsal) yakın arkadaşı. Arkadaşlıkları birlikte oynadıkları “Keşanlı Ali Destanı” oyununa dayanıyor. Songül’le görüşmüşlüğümüz vardı ama doğrusu geçmişi, oyunculuk için yaptıkları hakkında hemen hiçbir şey bilmiyordum.”
“Kızım sarıldığı, öptüğü anda dünya duruyor”
Songül Ö.: Baba olmak nasıl bir şey Mirgün?
Mirgün C.: Aslında başta bir şey anlamıyorsun. Çok seviyorsun, heyecanlanıyorsun, korunması gereken bir şey olarak görüyorsun. Kıymetli bir vazo falanmış gibi davranıyorsun. Bir vazoya göre daha fazla ses çıkarıyor tabii...
Songül Ö.: Başka bir şey hissetmiyor musun?
Mirgün C.: Hayır, hissediyorsun ama etkileşim yok aranızda. Bebek annenin doğal bir parçası olmaktan çıkıp sen baba olarak onun dünyasına girmeye başladıktan sonra her şey değişiyor, çocuk sahibi olduğunu fark ediyorsun. Baba
o denklemin içine sonradan giriyor. Çünkü annenin içinden çıkıyor, onun memesinden besleniyor, annenin göğsünde uyuyor... Ben o altını değiştirme, doyurma meselelerinde hep oradaydım ama o sana karşı bir şey hissetmiyor. O ne zaman senin için bir his beslemeye başlıyor, işte o zaman bambaşka bir insan oluyorsun. Şimdi Leyla üç yaşına geliyor, bana gelip sarıldığında, öptüğünde dünya duruyor, sonsuza kadar o anı yaşamak istiyorum. Onunla birlikte olduğum zaman hayatımda ondan başka hiçbir şey olmuyor.