15.12.2022 - 03:41 | Son Güncellenme:
Aylin Rana Aydin
Aylin Rana Aydin- Dünyada 122 ülkeye ayak basmış, pek çok ülkeyle ticaret yapmış bir iş insanı Zuhal Mansfield. Maden alanında çalışan Mansfield için bir dönem yaşadığı Hong Kong’da kendisine ‘Lady Dragon’ ismini de yakıştırmışlar. Çalışma hayatındaki azmiyle birçok kişiye cesaret verirken, kadınların çalışma hayatında daha fazla yer alabilmesi için de çalışmalar yürütmüş. ‘Sor Bi’ Pişman Mıyım?’ adlı kitabında anılarını yazan Mansfield ile kitabın yazılış hikâyesini konuştuk.
Kitabınızın yazılış hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Kendi hikâyemi yazmak istedim. Bu benim otobiyografim değil. Otobiyografime de başladım. Bu benim önemsediğim; ‘bunlar da var, dikkatli olun’ demek için yazdığım bir kitap. Hep söylerim zaten ‘dünün trajedisi, bugünün komedisi.’ Bunlar yaşanırken neler çektiğimi Allah biliyor, ama yazarken ‘vay canına be, bunlar da geçmiş’ dediğim oldu. Bir de hatırlansın istiyorum. Çünkü kitap yazmak ölümsüzlüğün bir yolu diye düşünüyorum. Aksi halde bugün Bill Gates neden kitap yazsın? Çünkü istediğin kadar zengin ol, istediğin kadar paran olsun bir gün seni zengin diye hatırlamazlar. Ama bir kitap yazarsan seni hatırlarlar diye düşünüyorum. Herhalde Bill Gates’in de kitap yazmasının nedeni buydu. Yani ölümsüz olmak için atılan bir adım.
Peki otobiyografiniz ne zaman yayınlanacak?
Önümüzdeki yıl da onu toparlamayı planlıyorum. Şimdi başladım. Bu kitapta da her şeyi yazabileceğimi düşünüyorum.
Kitapta da pek çok hayat tecrübesi ve bulunduğunuz ülkeleri anlatıyorsunuz. Bugüne kadar kaç ülke gezdiniz ve bu ülkeler arasında sizde iz bırakan hangi ülke oldu?
122 ülke dolaştım. Bende hepsinin izi vardır ama en önemlisi ben hepsine iz bıraktım. Bana göre bu daha önemli diye düşünüyorum. Her yerde dokunduğum birisi oldu. Her yerde ‘Zuhal gelmişti ya da bir Türk gelmişti adı Zuhal’di, bana şunu söyledi’ diyen biri mutlaka vardır. Hayatın iz bırakmak olduğunu düşünüyorum. Madem buradayız o halde tadını çıkaralım ve mutlaka birine dokunalım, iz bırakalım.
Salyangozun izi…
İz bırakmak demişken, kitabınızda da her yerde bir iz bıraktığınız için kendinizi salyangoz emojisi ile tanımlıyorsunuz…
Salyangozla tanımlarım. Çünkü salyangoz bana çok korkusuz gelir. Böyle o küçücük haliyle bahçıvanın attığı tuza inat, bahçıvanın çizmelerine inat, girer bahçeye istediğini yer, istediğini yapar. Ondan sonra da ‘bak ben buraya gelmiştim, buradaydım’ diye de korkusuzca izini bırakır
Madenciliğe Afrika’da adım atma yolculuğunuz nasıl gelişti?
İlk bulduğum işti. Daha doğrusu ilk olarak bir meslek edinebileceğim bir işti. Ondan evvel de işlerim oldu. Firmamı 16 yaşında kurdum. Ama şirket kurmak, ticaret yapmak, bir meslek sahibi olmak değil. Bir meslek sahibi olmam gerekiyor diye düşündüm. Madenciliğin bana çok yakıştığını düşündüm ve çok da sevdim. Yani bilinmeyene ulaşmak, bilinmeyeni çıkartmak, bilinir ve yararlı hale getirmek... Bu bana zevk verdi, severek yaptığım bir iş oldu. Bunu devam ettirdim. Kitapta da bahsettiğim gibi mermerciyle tanıştım, onlar da beni kızdırınca Türkiye’ye geldim ve bütün sermayemi mermerciliğe yatırdım ve yatırımcı oldum.
Size Hong Kong’da ‘Lady Dragon’ diyorlar. Hikâyesi nedir?
Altın ticareti yapan tek kadındım. Sadece orada kadın olmam değil, aynı zamanda oralı olmayan biriydim. O yüzden onlar bana böyle bir isim taktı. Yani ‘hem buralı değilsin, hem de burada bir ejderha gibi savaşıyorsun’. Zannediyorum isim oradan çıktı. Bu bir yerde hoş bir şey de, bir yerde değil herhalde. Fazla güçlü olmak da insanları ürküten bir durum. Ben şikâyetçi değilim ama şikâyet edenler oluyordur herhalde. Hiç kimse gücü, başarıyı sevmez. Bunlar sevilesi şeyler değildir. Takdir etmekten bile acizdir insanlar. İşte girişimciliğin de bence en önemli kısmı bu. Herkes girişimciliği bir şekilde tarif ediyor ama benim tarifim biraz daha değişik. Girişimci sevilmeme cesareti gösteren insan diyorum. Çünkü çok çalışmanız gerekiyor ve öyle bir zamanda girişime başlıyorsunuz ki; gençsiniz dolayısıyla çok tecrübesiz, yalnız, sermayesiz, bilgisizsiniz. Dolayısıyla çok disiplinli çalışmanız gerekiyor. Uykuya, hayata, eğlenceye zaman yok. Gençlik yılları da çok uzun yıllar değil. Gençlik yılları geçip de tamam bu iş oldu dediğinizde bir bakıyorsunuz arkanızda birçok insanı kırık dökük bırakmışsınız. Ailenize yeteri kadar zaman ayıramamışsınız, dostlarınızı ihmal etmişsiniz, birazcık daha palazlanıyorsunuz, meslektaşım dediğiniz insanlar meğer rakiplerinizmiş. Onlar size kısık gözle bakmaya başlıyor. Bu cesareti gösterebiliyorsanız büyümeye devam ediyorsunuz.
Rol model olmak, bayrağı taşımak
Maden sektöründe çalışmalar yapıyorsunuz. Bu sektörde kadın oranını artırmaya yönelik çalışmalar var mı?
Bu sektörde rol almaya başlayıp da Türkiye’ye geldiğimde önce bana şüpheyle bakmaya başladılar. ‘Bu kadın bunu nasıl yapacak’ diye herhalde. Bana gelen kendi sektörümdeki kişiler beni gördükten sonra ‘kızımı bu işe soktum, eşimi ortak ettim’ diyen çok oldu. Bu benim doğru bir rol model olduğumu gösteriyor. Kendi adıma bayrağı doğru taşıdığımı düşünüyorum. Dünyada kadının yapamayacağı hiçbir iş yok. Kadına has meslekler diye bir şey yok. Her şeyi biz yapabiliriz yeter ki şans tanınsın. Bizim gibi ülkelerde şans tanınması gerekiyor. Hiçbir şekilde kazan - kazan ortamında olmuyoruz her şey için savaş vermemiz gerekiyor.
Pek çok ülke de gezdiniz. Gözlemleme fırsatınız da olmuştur. Diğer ülkelerle kıyaslandığında maden sektöründe kadına bakış açısını nasıl?
Türkiye’de de aynı dünyadaki gibi. Mutfakta kadın var. Bizim bütün pazarlama, muhasebe bölümlerimizdekilerin hepsi kadın. Fabrikalarımızda da kadınlar çalışıyor. Dolayısıyla görüldüğü gibi değil aslında iş. Kadınlar çok daha başarılılar. Örneğin, bir renk seleksiyonu yapılacak kadınların yapmış olduğu seleksiyonun üzerine tanımam. Bir kadın oradan birkaç renk çıkarır, ton farklarını bile gözleri ayırt eder. Madencilik sektöründe Türkiye’de de dünyada da kadının varlığının en başından beri kabul edildiğini düşünüyorum. Gençlere de söylüyorum kendinize bir kadın rolü değil, insan rolü seçin. İnsanlar ‘iyiler ve kötüler’ diye cinsiyetsiz bir şekilde ikiye ayrılırlar.
‘Yumurtaları aynı sepette taşımayın’
Genç girişimcilere neler tavsiye edersiniz?
Genç girişimcilerin 3 farklı yetenekleri olması gerekiyor: Birincisi para kazanmak, ikincisi parayı tutmak, üçüncüsü de kazandıkları parayı yatırıma dönüştürebilmek. Bir girişimcinin bütün yumurtaları aynı sepette olmaz, farklı gelir alanları yaratmaları gerekiyor.
Koleksiyon merakı...
Kitabınızda kaşık, ütü, tabak koleksiyonunuzdan bahsediyorsunuz. Bu merak nasıl ortaya çıktı?
Bu kültürü ben yurtdışında öğrendim. Çünkü yurtdışında hiç kimse ‘benim iki çocuğum var, iki ev bırakmam lazım’ gibi bir yarış içerisinde değil. Çocuklarına ev bırakmayı bile planlamıyorlar. İnsanlar kazanıyorlar, kazançlarıyla yaşıyorlar. Birikimleri de varsa onu da dünyayı gezerek harcıyorlar. Tablo koleksiyonları var, antika koleksiyonları var. İnsanlar acayip koleksiyonerler. Koleksiyonunu para bırakmaktan ev ve arsa bırakmaktan daha kıymetli olduğunu öğrendim. Çocuklarına koleksiyonlarını bırakıyorlar, bu da nesilden nesile devam ediyor. Ben de koleksiyonlarımla çok övünürüm.