10.11.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - Edebiyatımızın usta kalemlerinden Oya Baydar, son romanı “Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı”nda bellekleri dürterek okuru Türkiye’nin yakın tarihine götürüyor. Bir kadın doktor ile istihbaratın başındaki sevgilisinin yolları ayrıldıktan yıllar sonra yine bir hastane odasında kesişiyor. Kısa süre öncesine kadar en kritik kararlara imza atan, zirveye tırmanmak için pek çok şeyi feda eden devlet görevlisinin bir daha hatırlamamak üzere belleğin derinliklerine gizledikleri, ölüm döşeğinde kâbuslar ve sayıklamalarla teker teker sökün ediyor. Eski sevgilisinin başını bekleyen kadın da hatırlayış ve tanıklıkları ile bir kez daha geçmişe dönüyor. Baydar, yarım kalan bir aşk hikâyesi ve hesaplaşmalar üzerinden Türkiye’nin kronikleşen meselelerine, trajik geçmişine ayna tutuyor. Yüzleşmenin kaçınılmazlığına vurgu yaparken unutmanın mı yoksa hatırlamanın mı daha sancılı olduğu sorusuna yanıt arıyor.
■ Roman, toplumsal ve bireysel belleği odağına alıyor. Çok çabuk unutan bir toplum olduğumuzu tekrar eder dururuz. Toplumsal olarak görmezden gelmelerimiz, çabuk unutmamız savunma mekanizmasını devreye sokmakla ilgili olabilir mi?
Bireysel bellekle toplumsal belleğin işleyişinin benzer kurallara bağlı olduğunu, benzer süreçler izlediğini düşünüyorum. Bireyler de toplumlar da vicdanlarına yük olan, suçluluk duygusu uyandıran ya da kendilerini aşağılanmış hissettikleri olayları, durumları unutmaya, belleklerini karartmaya eğilimlidirler. Total amnezi değil de parsiyel yani kısmî amnezi diyebiliriz. Belirttiğiniz gibi, ağır bir yük altında kalanın savunma mekanizmasıdır bu. İster birey ister toplum olsun ‘mağdur’ aslında unutmaz ama kaldıramayacağı bir acıyı, bir aşağılanmayı hatırlamamak için belleğini karartmayı yeğler. Romanda hatırlamanın ve unutmanın mekanizmasını hem romanın iki baş kahramanının bireysel tarihleri hem de toplumsal tarih üzerinden anlatmaya çalıştım.
■ Kadın karakter, ünlü bir romancı arkadaşının, “Gerçek hayatta o kadar inanılmaz şeyler oluyor ki romanlarımda gerçekte yaşananları törpülüyorum” diyor. Siz veya kurmacayla uğraşanlarda böyle bir refleks gelişiyor mu diye merak ettim.
Gerçek hayatta kurmacalardan çok daha inanılmaz, çok daha şaşırtıcı şeylerle karşılaşırız. Romandaki, “Gerçek hayatta o kadar inanılmaz şeyler oluyor ki, romanlarımda gerçekte yaşananları törpülüyorum” sözü benim için de geçerli. Bir rastlantı, bir karşılaşma sonucu gelişen olayları hikâyeye aynen aktardığınızda bazen gerçek dışı, zorlama, yapay görülebilir. Gerçek hayattaki bir trajediyi romana aynen aktardığınızda okur abartılı ve inanılmaz bulabilir. Bu da okurun metinle kurduğu ilişkide bir kopma duygusu yaratır, okuru hikâyeden soğutur. Romancıların çoğunun böyle bir kaygı duyduğunu sanıyorum.
■ Romanın kahramanı doktor, eşi tek kurşunla faili meçhule kurban gittikten sonra saçlarını kestiriyor. O sahnede Gülten Akın’ın “Kestim kara saçlarımı ne olacak şimdi?” dizelerini anımsadım.
Gülten Akın’a şair olarak da kadın olarak da saygım büyüktür. Şairler sıralamasında hakkının yendiğini de düşünürüm. Ancak Akın “Kestim kara saçlarımı” diye haykırırken kadının hapsedildiği role isyanını dile getirir. “Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı”nın kahramanı kadın ise yaşadığı trajedinin yükü altında, kendisini geçmişe bağlayan simge olan uzun gür saçlarını keserek o geçmişin yükünden kurtulmak ister.
■ Hatırlamak ve unutmak üzerine yoğunlaşan bir metinde, romanın erkek kahramanının devletin istihbarat örgütünün tepesindeki bir kişi olmasını nasıl okumalıyız?
Aslında, mutlak iktidar tutkusunun insanı vardıracağı yıkımı anlatmak istemiştim. O mevkideki kişilerin hatırlamak istemeyecekleri çok şey vardır. İşlenen suçların devletin bekası, vatanın milletin yüce çıkarları uğruna olduğuna kendilerini inandıramayacakları bir an gelir. O zaman vicdanı susturmanın tek çaresi unutmaya çalışmaktır. Ne var ki bellek oyunbazdır, intikamcıdır, kontrol dışıdır; zayıf ânınızda –ki kahramanımız hasta yatağında bilinci bir açılıp bir kapanırken en zayıf ânındadır- unutmak istediklerinizi kusar. Bu hikâyeyi en iyi, hatırlamak ve unutmak hâlleri üzerinden anlatabileceğimi düşündüm.
“Suçu kabullenmek cesaret ister”
■ “Suçlarımızı hatırlamayız” cümlesini es geçmek istemem. Bu hem bireysel hem de toplumsal bellek için önemli… Yüzleşmek üzerine konuşalım isterim…
Suçlarımızı hatırlamaktan kaçınırız, o noktada belleğimizi karartmayı yeğleriz. Bilinçli bir karartma değildir bu, vicdanın yükünü azaltmaya yönelik bir korunma çabasıdır. Toplumsal bellek karartması ise suçun gerçek faillerinin, muktedirlerin manipülatif edimiyle gerçekleşir, resmî tarih anlatımlarıyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Toplum; söz konusu suç her neyse, mağdurların gerçeğe uymayan ya da abartılı anlatımlarından ibaret olduğuna, “vatana, millete, dine, beka’ya, birliğe bütünlüğe” tehdit oluşturduğu varsayılan mağdurun suçlu olduğuna inandırılır. Birey de toplum da suçla yüzleşmedikçe sağlığına kavuşamaz, kendisiyle barışamaz. Ama suçu kabullenmek güçtür, cesaret ister. Bellek karartması bu noktada devreye girer.