19.12.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
EFNAN ATMACA - Adına hayat denilen yolculuk nihayetinde gök kubbeye bir hoş sada bırakmaksa herkes hikâyesinin duyulmasını ister. Kim olursanız olun son kişi hatırlayana kadar varsınız. Şermin Yaşar sevgisini kazandığı çocukları biriktirmiş, sesi yüksek çıkmayan kahramanlara kol kanat germiş, tabiri caizse bir anne gibi küçük büyük pek çok gizli ismi şefkatle kucaklamış bir yazar. “Kalk Yerine Yat” adlı yeni öykü kitabında da kendi yerlerini bulamamış, yorulmuş kahramanları sarmalayıp yerlerine yatırıp üzerlerini örtüyor. Hadi gelin Şermin Yaşar ne diyor, ona soralım...
Önce neden öykü yazmayı tercih ettiğinizi sormak istiyorum...
Yazar olarak değil, okur olarak da çok sevdiğim bir alan öykü. Bana hep şiir ve roman arasında çok uzak bir yol varmış da öykü ortadaymış, romanın toprağından, şiirin havasından üstüne alırmış gibi gelir. Öyküyü, olayların en şiire yatkın, en özel, en duygulu tarafını alıp onlarla yeni bir olay örmek gibi düşünürüm. Aslında her öykü kitabı, içindeki öykü sayısınca roman demek. Her öyküyü işleyip şekillendirdiğinizde bir romana dönüşme ihtimalini içinde taşır. Buna mukabil bir şiirin her dizesi de bir öyküye konu olabilir. Ben derdimi ne o kadar uzun anlatabiliyorum, ne o kadar kısa…
“Kalk Yerine Yat”ta yaşadıkları hayatta kendilerini özdeşleştirememiş kahramanlar var. Sizce bu çağın hastalığı mı bu bir türlü yerini bulamamak? Giydiğin elbise içinde rahat etmemek?
Etrafındakilere sürekli sorun çıkartan, insanları canından bezdiren, kimsenin pek de hoşlanmadığı biri ya da sessiz sakin, varlığı yokluğu bir, kimseye bir şey diyemeyen biri rahatlıkla benim kahramanım olabilir. Aynı şekilde bu kahramanlar rahatlıkla sizin ailenizden, işinizden, sokağınızdan birileri de olabilir. Ben onlara bakarken hep “acaba başka bir ailede doğsaydı, başka birilerinin çocuğu olarak büyüseydi, başka insanlarla karşılaşsa, başka bir hayat yaşasa bu kahraman yine de böyle olur muydu?” diye düşünürüm. Giydiğin elbise içinde rahat edememek doğal bir hak gibi duruyor ama bir üst seviyesinde doğduğun hayat içinde rahat edememek eleştiriliyor. Bu bir hastalık değil, bu bir hâl…
Ama bir kalem darbesiyle yerli yerine kavuşturuyorsunuz kahramanları. Hep şikâyet ettiğimiz pek çok şey aslında bir hamlemize mi bakıyor düzeltmek için?
Kahramanıma hak verir, sırtını sıvazlar, hakkını teslim ederim. Hatta bazen o kadar hak veriyor ve arka çıkıyorum ki “aaaa yeter ama” diyerek aralara girdiğim bile oluyor. Bu haksızlığa uğradığını gözlerinizle gördüğünüz komşunuza gidip destek olmak, onun için başkalarına kafa tutmak, onu savunmak ve hayatını hakkıyla yaşaması için onun yanında olmaktan farksız bir duygu benim için. Bu sebeple genellikle öykünün akışına müdahale eder ve kahramanı yerine yerleştiririm. Bazen öykü tekniği açısından uygun olmasa bile. Gerçek hayatta da böyleyim sanırım. Şikâyet etmekten hoşlanmam, çözümü mutlaka ararım, hem kendim için hem de başkaları için. Öyküde bu elbette çok daha kolay. Umudu kahramanımın kucağına tutuşturduğumda rahat ediyorum.
Sizin için “Sıradan insanların ve hiç de sıradan olmayan öykülerini yazıyor” yorumunda bulunuluyor. Siz kahramanlarınızı sıradan buluyor musunuz?
Hiç değiller. Toplum bizi mesleklerimize göre sıradan ya da sıra dışı diye etiketliyor. Yazarsan sıra dışısın, gazeteciysen sıra dışısın ama ev kadınıysan sıradansın mesela. Ama işte, “Kalk Yerine Yat”da Neriman Hanım ve Habibe var, ev hanımı ikisi de… Gel gör ki ikimizi de, seni de beni de, suya götürür susuz getirir. Bence çok sıra dışı iki karakter. Bu kadar sıra dışı olmalarına rağmen sanki bizim arka sokakta yaşıyorlarmış kadar da yakınımızdalar.
Günlük hayatında mutlu olmak için uğraşan insanlar için sıradan tanımını yapmak ne kadar doğru?
Son yıllarda çocuklara, yetişkinlere kitaplar yazılıyor; başarılı insanların kitapları, kazanan insanların, yılmayanların, adını tarihe yazanların, ismini bir yere verenlerin, omuzlarda taşınanların, alkışlananların. Bu tamam. Ama diğeri yok. Bir başına beş çocuğunu okutmuş, eğilmemiş, dilenmemiş, pes etmemiş sıradan bir kadının hiç mi örnek alınacak yanı yok? Bir fırını kırk yıl işletmiş, bir gün ayarını kaçırmamış, ekmeği eksik gramlamamış, kırk yıl kapısını açık tutmuş, ama marka da olmamış ha, sadece kendi mahallesine hizmet etmiş sıradan fırıncının anlatılacak hikâyesi mi yok? Bir işçi maaşıyla en çok haramdan korkarak ailesine bakmayı başarabilmiş ama adı kapı zilinden başka bir yerde yazmayan ustayı da anlatsak mesela ne olur? Ben onların peşindeyim. Çünkü bu dünyada hâlâ kalbi temiz, gönlü, vicdanı rahat, alnı ak olan benim kahramanımdır. Her iki mânâda da…
“İstersen sen de bir gün denersin”
Ve son olarak çok okunan bir yazar ve sosyal medyada çok takip edilen bir isim olarak kendinizi insanları yönlendirmesi gereken ya da örnek olması gereken biri gibi hissediyor musunuz?
Hiç öyle bir duygum yok. Ben sosyal medya için ya da okurlar için yaşamıyorum. Meselem kendimle. Kendi hayatımı iyileştirmek, güzelleştirmek, dönüştürmek için çalışıyorum, bununla ilgili büyük bir çabam var. Bunu da zaman zaman insanlarla paylaşıyorum. Ben bunu yaptım, bana iyi geldi, istersen sen de bir gün denersin… Ben bunu öğrendim, bu işime yaradı, belki sen de bilmek istersin… Böyle bir ilişki.