25.02.2024 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Nazilerin Yahudi soykırımı sinemada pek çok filme konu oldu, oluyor da… Sinemanın bu katliamı defalarca yüzümüze vurmasına karşın savaşların ve yeni katliamların günümüzde hâlâ engellenmemesi, sanatın iyileştirme gücünü sorgulatıyor elbette. Bu sorgulamalarla birlikte yeni filmler de perdeye gelmeye devam ediyor. Jonathan Glazer’in, Martin Amis’in romanından uyarladığı “The Zone of Interest/İlgi Alanı” bu yeni yapımlardan belki de en iddialı olanı. Çünkü film soykırıma dair her şeyi hissettirirken soykırımı hiç göstermiyor. Tarihin en karanlık trajedilerinden birini alabildiğine sakin ve renkli bir fonda anlatıyor. Bu tarzıyla da sezonun ödül avcısı olurken mart ayında dağıtılacak Oscar’da En İyi Uluslararası Film Ödülü’nün net favorisi.
Film, Auschwitz kumandanı Rudolf Höss ve ailesinin ‘huzur’ dolu hayatına odaklanıyor. Höss, eşi Hedwig ve çocukları ile mutlu mesut bir hayat sürüyor. Öyle ki geniş bahçelerinde rengârenk çiçekleri ve hatta kaydıraklı havuzları bile var. Jonathan Glazer bize evin dışındaki ölüm odalarını, ocakları, işkence edilen insanları hiç göstermiyor. Tek bir şeye odaklanıyor: Göstermediğini hissettirmeye. Höss ve ailesi sanki yazlık evlerindeymişçesine konforlu ve mutlu yaşarken film bize soykırımı dış etkenlerle anlatıyor. Yahudileri taşıyan trenlerin sesleri, köpeklerin sesleri, kurşuna dizme ya da infaz ederkenki silah sesleri… Trenlerden çıkan duman, gaz ocaklarından çıkan duman, ocaklardan yayılan küller… Soykırımı birebir görmüyoruz ama evin yanı başında gerçekleşen şiddeti hissediyoruz. Katledilen insanları, koğuşlardaki zorbalığı göstermeye gerek duymadan soykırımın ağırlığını yaşatıyor seyirciye.
Dördüncü duvar yıkılıyor
Seyircinin ‘kötülüğün sıradanlığı’na şahit olması, filmin başlıca hedeflerinden. Höss ve ailesi herkes gibi sıradan, dışarıdan bakıldığında normal bireyler. Ama yanı başında olanları doğal karşılayacak kadar insanlıktan çıkmışlar. Öldürülen Yahudilerin eşyalarını kullanan, tüm süreci olağan karşılayan, sahip oldukları konforu kaybetmek istemeyen insanlar. Filmin finale doğru dördüncü duvarı yıkması bu anlamda çok manidar. Geçmişin karanlıklarında ama aynı zamanda herkesin gözünün önünde işlenen suçların kanıtlarıyla yüzleştiriyor bizi.
“İlgi Alanı”nın kendisiyle tezat tarza sahip “Schindler’s List/Schindler’in Listesi” ile ortak noktası da var. Steven Spielberg’ün soykırım filmleri arasında klasik olarak kabul edilen filmi “Schindler’in Listesi”nde bize katliamın aşamalarını anlatır. Bir yandan da siyah-beyaz filmde kırmızı kabanlı kız çocuğunu göstererek onca şiddet içinde masumiyeti aratır. “İlgi Alanı” da benzer fakat siyah-beyaz bölümler kullanarak şiddetin diğer yüzünü gösterirken karanlıkta parlayan ışığa dikkat çekiyor. Bu açıdan aynı trajediyi anlatan ama farklı tarzları olan iki filmin birbirini tamamladığını da görüyoruz. “İlgi Alanı” için Spielberg’ün, “Kendi filmimden (“Schindler’in Listesi”) beri izlediğim en iyi Holokost filmi” demesi boşuna değil. Filmin, bu sezon pek çok ödülü kucakladığı gibi En İyi Uluslararası Film dalında Oscar kazanacak olması da...