11.10.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
SERAY ŞAHİNLER
SERAY ŞAHİNLER- Mozart’ın en meşhur, en sevilen, en çok sahnelenen operalarından biri “Saraydan Kız Kaçırma”. Uvertürü, aryaları ve ‘heyecanlı’ hikâyesiyle eşsiz bir seyir zevki sunuyor izleyiciye. Avrupa ve Osmanlı arasındaki etkileşimin güçlü olduğu 1700’lerin sonunda yazılmış olması, Türklerin merhametine de atıf yapması Türk izleyiciyle bağını kuvvetlendiriyor elbette. Korsanlar tarafından kaçırılıp saraya getirilen Konstanze, âşığı İspanyol soylusu Belmonte ile Konstanze’ye meftun Selim Paşa arasındaki aşk üçgeninde yaşananları anlatan ve Türkiye’de uzun yıllardır severek izlenen eser bu kez yeni bir yorumla karşımızda. Caner Akın’ın rejisiyle izleyece ğimiz esere deyim yerindeyse “virüs güncellemesi” geliyor ve hikâye 1918’deki İspanyol gribi dönemine uzanıyor. Eserin klasik hâline de bağlı kalarak, maskeli, mesafeli ve hijyenik bir “Saraydan Kız Kaçırma” var karşımızda… Yarın akşam İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından Tan Sağtürk’ün koreografisiyle sahnelenecek eserin sürprizlerinden biri de Alper Saldıran. Tiyatro ve dizilerin sevilen ismi Saldıran, Selim Paşa rolüyle sahnede olacak. İşte yeni “Saraydan Kız Kaçırma”!
*Çok sahnelenen bir eser “Saraydan Kız Kaçırma”. Türkiye’de genelde klasik anlayışla sahneye kondu. Sizin yorumunuz ise hem şaşırtıcı hem heyecan verici. Nasıl doğdu fikir?
Caner Akın: Benim rejide yaptığım, eseri 1918’e taşımaktı. İki yıl önce sahneye ilk koyduğumuzda pandemi daha yoğundu. Hem dünya savaşının izleri hem de Avrupa’yı kasıp kavuran İspanyol gribi salgını dönemiyle uyuşuyordu. Karakterlerdeki o ince noktalar birbiriyle örtüşüyordu. Yıllar içinde daha çok yeniçerilerin olduğu, Osmanlı’ya bağlanan bir “Saraydan Kız Kaçırma” izledik. Hepsi çok kıymetli ama farklı noktalara da değinmek, yeni dokunuşlar da yapmak gerekiyor. 1918, içinde bulunduğumuz dönemle çok örtüşüyordu. Librettoda “bir paşanın sarayı” diye geçer ama bizim algıladığımız gibi bir saray değil bu. Selim Paşa maddi ve manevi erk sahibi biri. Eser yazıldığı dönemde Avrupa’nın Türklerle etkileşimi var. Librettist ve Mozart sarayı başka bir noktadan ele alıyor belli ki. Belki bir şirketin CEO’su olarak düşünebiliriz bugüne uyarlamaya çalışırsak. Eseri şu an sahneye koysaydım Ziyagil Yalısı’nda geçmesini isterdim mesela. 1918’de hem devlette hem Avrupa ve dünyadaki karmaşayla birlikte herkes kendi devamlılığını sağlamakla mükellefti. Hayatta kalma mücadelesi vardı. Bunu bir şekilde anlatmak zorundaydık. Hepsi çok güzel örtüştü. Osmin’i biraz hastalık hastası yaptım. Mozart o kadar dâhiyane bir şekilde, rejisöre özgürlük alanı bırakmış ki keskin noktaları çok net gösteriyor. Siz oradan çıkış noktasının ateşini alıp yürüyebilirsiniz.
*Koreografik olarak esere nasıl bir yorum kattınız? Ve Mozart’ın müziği sizin hareket akışınıza nasıl yön verdi?
Tan Sağtürk: Rejide başrol oyuncusu, kendi çocukluğuyla yüzleşiyor. Koreografide de ufak bir çocuk var. Bu yüzleşme sırasında oluşan tüm hadiseleri ve psikolojiyi yansıtmak gerekiyordu. Çocuğun yapısı önemliydi. Koreografi, eldeki materyale ve sanatçının dokusuna göre yeniden işlenmeli. Önceden kurgulanmış bir koreografiyle buraya gelmek bu iş için doğru olmayabilirdi. Tamamen çocuğun üzerine kurmak gerekiyordu, ben de öyle bir model oluşturmaya çalıştım. Koreografi her defasında çocuklarla yeniden şekilleniyor diyebilirim. Dansçıları hareket kabiliyetleri olanlardan seçmeye çalıştım. Teknik kapasitelerini de kullandık tabii. Tek bir hareket zinciri değil, komplike hareketler karmaşası yaratmaya çalıştım. Önce Mozart’ı müziğiyle çalışmak gerekiyordu. Bale sanatçıları olarak Mozart’la çok sık çalışmadık aslında. Çünkü çok komplike, sayması çok zor ve deyim yerindeyse neşterlenmesi gereken bir müzik. Temposu, başlangıç, bitiş yerleri çok farklıydı dolayısıyla zorlayıcı bir yapısı vardı ama dansçılarımız çabuk intibak etti. Müziği irdelerken Caner Akın’ın rejisine de göz atmam gerekiyordu. Müzik iyice araştırılıp parçalara ayrıldıktan sonra çalışma başladı.
‘Aryayla cevap vermek istiyorum’
*Tiyatrodan sonra sizi opera sahnesinde izleyeceğiz. Alıştığınız performanslardan farklı hissettiriyor olmalı. Nasıl bir Selim Paşa olacak sahnede? Sizin için operada sahne almak nasıl bir süreçti?
Alper Saldıran: Çok zor bir iş tabii. Tiyatro kültüründen farklı. Müziği iyi bilmek gerekiyor. Dolayısıyla çok heyecanlıyım. Selim Paşa bir şey söylüyor ve ona aryayla cevap veriliyor. Ben de o an aryayla cevap vermek istiyorum. Ama Mozart yazmamış. Keşke bir tane olsaydı. Aynı dönemde yaşamış olsam rica ederdim. Bir anda ben de şarkı söylemek istiyorum çünkü. Opera benim için büyülü bir yer. İyi bir opera sizi bambaşka bir dünyaya götürür. Tiyatrodan farkı da müziktir, o canlı orkestra sizi içine alır. O anlamda çok mutluyum. Nasıl bir paşa olması gerekiyorsa öyle olacak Selim Paşa. Paşalar pandemi tanır mı?