19.07.2008 - 00:10 | Son Güncellenme:
Barış Yıldırım
Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Cem Behar’ın Osmanlı/Türk musiki tarihi açısından büyük önem taşıyan “Saklı Mecmua” kitabı, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Behar kitabında, 17. yüzyılda yaşayan Ali Ufki Bey’in Paris’teki Milli Kütüphane’de bulunan “Turc 292” kodlu elyazmasını inceliyor; kitaptaki güfte ve besteleri yeniden yayımlıyor.
Ali Ufki (yak. 1610 - 1675), 1630’ların başlarında savaşta esir düşen ve Müslüman yapılan bir Leh soylusu. Çok sayıda Avrupa dili bilen ve yetenekli bir müzisyen olan Ali Ufki, İstanbul’daki ilk 19 yılını sarayda içoğlanlarına musiki öğreterek geçirir; azat edildikten sonra Divan-ı Hümayun’da tercümanlık yapar.
Çok sayıda sözlük, Türkçe konuşma kılavuzu, hatırat gibi eser kaleme alır. Musiki tarihi açısındansa Ali Ufki’nin özellikle “Mecmua-yı Saz u Söz” adlı eseri ve Behar’ın kitabında konu edilen elyazması büyük önem taşıyor. Behar’la Ali Ufki ve eseri üzerine söyleştik.
Ekonomi profesörüsünüz; aynı yoğunlukta emek gerektiren musiki incelemelerine nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Akademisyenin bilim hayatı bazen şizofrenik olabiliyor, yani birbiriyle irtibatsız çekmecelerden oluşabiliyor. Bir çekmeceyi açıyorum, ekonomi ve nüfus gibi konular çıkıyor, diğer çekmeceyi açıyorum, aşağı yukarı yirmi beş yıldır uğraştığım Osmanlı/ Türk musikisi çıkıyor. Bu hem zenginlik, çünkü çalıştığınız alanlar artıyor ve farklı eserler okumak durumunda kalıyorsunuz hem de zayıflık çünkü akademisyenin tek bir konuya yoğunlaşarak daha üretken olacağı düşünülebilir. Ama pişman değilim.
Müzik eğitimi aldınız mı?
Formel müzik eğitimi görmedim, fakat enstrüman ve icra dersleri aldım, ney üflüyorum.
Avrupalılar, “Kötü müzisyenler iyi müzikolog olur” der. Türk müziği tarihçisi olmak için, bu müziğe dışarıdan bakmak yetmez; birtakım Avrupalı oryantalistler bu konuda kitaplar dolusu zırva kaleme aldı. Sadece müziğin içinde yer alırsanız da, müziğe karşı akademik mesafe sahibi olamazsınız.
‘Musikinin altın devri 19. yy’
Sonuçta hem müziği icra ediyorum hem de ona bilimsel olarak bakabiliyorum. Ali Ufki Bey de böyle. Hem müzik hakkında yazan hem de icra eden birisi.
Bunu o dönemde hiçbir İstanbullu, Türk veya Osmanlı müzisyen yapamamış. Farklı bir müzik kültüründen geldiği, Polonya kökenli bir muhtedi olduğu için, girdiği yeni müzik kültürüne dışarıdan bakabiliyor.
Yazma bütünsel bir eser değil, notlardan oluşuyor. Dönemin müziğine dair bize neler anlatıyor bu notlar?
Yaygın milliyetçi kanaata göre, Osmanlı/ Türk musikisinin tarihi Türklerin Orta Asya’dan geldiği döneme, hatta 8. veya 9. yüzyıla kadar götürülebilir. Bu bir yanılsama. Yazma, bunun tersini gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğu’na mahsus, İstanbul merkezli müzik geleneği ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında doğdu. Bu oluşumun çeşitli bileşkeleri var: Arap ve Fars musiki gelenekleri, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri halk müziği, Bizans’ta karşılaştıkları müzik türleri gibi.
Tüm bunlardan doğan özgün bir sentez, ancak imparatorluğun kuruluşundan üç yüzyıl sonra oluşur. Dolayısıyla Osmanlı tarihine yakıştırılan ‘kuruluş, yükselme, gerileme’ dönemlendirmelerine hiç uymuyor müziğin tarihi. Müzik 16. yüzyılda oluşuyor ve altın devrini 19. yüzyılda yaşıyor. Elyazması bunu teyit eden ipuçları içeriyor.
Ali Ufki neden bu denli önemli bir kaynak?
Ali Ufki, Osmanlı musikisini hem notaya aktarıyor hem de eser, makam ve usul hakkında küçük notlar düşüyor. Tarih 1650. Düşünün, İstanbul’da müziği yazıya dökmeyi bilen kimse yok. Hatta Ali Ufki, müziği kağıda dökmesinin, bir sihirbazlık olarak görüldüğünü söyler. Çalışması, Osmanlı müzik tarihini yazmamızı sağlıyor.
Ben de kitabımda eseri dikkatle inceleyip Türk müziği hakkında çıkarılabilecek tüm sonuçları çıkarmaya çalıştım. Bunu yapmamın bir sebebi şu: Bugüne kadar, ideolojik olmayan, milliyetçi yanılasamalara kapılmayan, objektif, Osmanlı kültür tarihinin diğer branşlarıyla ilişkili bir Osmanlı müzik tarihi yazılmadı. Ben, bu yazmanın Osmanlı/ Türk musiki tarihinin en önemli belgelerinden biri olduğunu düşünüyorum.