11.09.2008 - 00:22 | Son Güncellenme:
BARIŞ YILDIRIM
Görünen o ki, toplumsal adaletsizlikler bitmedikçe, bunun ötesinde insanın, yaşamı ve ölümü, gündelik bilgilerin ötesine geçerek anlama kaygısı sürdükçe Nasreddin Hoca da fıkraları da hep var olacak.
İncelikli zekasıyla gülmece türünün öncülerinden kabul edilen Türk halk bilgesi Nasreddin Hoca, 800 yaşında. Hoca, gerek halk arasında dünden bugüne anlatılagelen fıkralarla gerekse de fıkralarından türetilmiş “Parayı veren düdüğü çalar”, “Dostlar alışverişte görsün”, “Yorgan gitti kavga bitti” gibi deyişlerle gündelik yaşamımızda var olmaya devam ediyor.
Yaşadığı 13. yüzyılda insanlara iyimserlik ve yaşama sevgisi aşılayan, bireysel ve toplumsal sorunları irdeleyen Nasreddin Hoca’nın isminin altında kanlı canlı bir ‘halk bilgesi’nin yanı sıra, Ön Asya, Doğu Avrupa, hatta Kuzey Afrika folkloründe de yaygın olan, mizah figürlerini kapsayan oldukça geniş bir hikaye külliyatı yer alıyor.
800. doğum yıldönümü nedeniyle Nasreddin Hoca’nın yaşamına, fıkralarının ardındaki halk kültürü ve fikriyatına doğru bir yolculuğa çıkalım; Hoca’yı farklı görüşler ekseninde inceleyelim istedik...
Nasreddin Hoca’nın hayatına dair kesin bilgiler mevcut değil. Mevcut biyografilerin birçoğunun nihai kaynağı, 19. yüzyılda yaşamış Sivrihisar müftüsü Hüseyin Efendi’nin “Mecmua-i Maarif” adlı eseri.
ESPİRİLİ VE CİN FİKİRLİ
“Mecmua-i Maarif”e göre, 1208 ve 1284 yılları arasında yaşadığına inanılan Nasreddin Hoca, Eskişehir’e bağlı Sivrihisar’ın Hortu yöresinde doğar. Hortu Köyü’nün ismi bugün ‘Nasreddin Hoca’ olarak değiştirilmiştir. Ancak Türkiye’nin en önemli halk bilimi araştırmacılarından Pertev Naili Boratav’a göre Hoca’nın Sivrihisarlı olduğuna dair elimizde hiçbir kesin delil yoktur. Bu rivayetin nihai kökeni, kendisi de bir Sivrihisarlı olan, erken 15. yüzyılın siyasi figürlerinden Hızır Bey’dir.
Öte yandan 1930’lu yıllarda Sivrihisar’da bulunan ve bugün Konya Müzesi’nde görülebilen, üzerinde “Nasreddin Hoca kızı” yazılı mezartaşı, Hicri 727’de (Miladi 1326-1327) ölmüş Fatima’ya aittir.
Hoca gerçekten Sivrihisarlı mı mı yoksa muzip karakteri nedeniyle ona Sivrihisar kökeni mi atfedilmiş? Kesin olan şu ki, oldukça eski tarihlerden itibaren, Sivrihisarlıları ve Hoca soyundan geldiği iddia edilen kişileri esprili, cin fikirli insanlar olarak betimleyen bir gelenek sözkonusudur.
Nasreddin Hoca’nın Sivrihisarlı olduğu iddiasını kabul edersek, ki halk arasındaki yaygın görüş de bir dizi kaynak da bunu ifade eder; Hoca’nın babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Hoca, Hortu’da babasının medresesinde başladığı eğitimini, 23 yaşından sonra Sivrihisar’daki medresede sürdürür. Babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı olur.
AKŞEHİR’İN HOCASI
1237’de, yani Sultan 1. Alaaddin Keykubat’ın son saltanat devirlerinde Akşehir’e yerleşen Nasreddin Hoca, devrin bu önemli kültür merkezinde, zamanın ünlü alimleri Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinler. Daha sonra dini çalışmalarını sürdürür, medresede ders verir, kadılık yapar.
İki kez evlenen Hoca’nın Fatma ve Dürr-i Melek Hatun adlarında iki kızı, bir de oğlu olur. 1284’te Akşehir’de ölen Nasreddin Hoca’nın türbesi Akşehir ilçesi surlarının doğusunda yer alır. Bugün de pek çok kişi tarafından ziyaret edilen, yanları açık ama kapısında kocaman bir kilit bulunan türbe, Hoca’nın mizah duygusunun altını bir kez daha çizer.
Burası insanları gülümseten bir mezar olması açısından da önemli. Tam da bu noktada Hoca’nın ünlü fıkrasını anıp, türbedeki uygulamadan söz etmekte de fayda var: Çevreden bir grup insan, Nasreddin Hoca’yı çevirip “Hocam dünyanın ortası neresi” diye sormuşlar. Hoca, beş on adım ilerlemiş, bastonunu yere saplamış ve “Dünyanın ortası burasıdır’’ demiş. Şaşkın şaşkın bakan kişiler, ‘’Nasıl olur Hocam’’ demişler. Hoca da ‘’İnanmazsanız ölçün...’’ diye yanıt vermiş.
İşte bu fıkradan yola çıkan Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği, Nasreddin Hoca’nın türbesinin önündeki “Dünyanın Ortası” yazılı taşa basan turistlere “Dünyanın Ortasına Ayak Bastı” sertifikası veriyor.
HALKA SESİNİ DUYURMAK
Toplumsal imgelemde, Hoca Akşehir’le özdeşleşir gerçekten: Fıkralarında Akşehir Gölü’ne çaldığı mayayla, dünyanın ortasını Akşehir’e taşımasıyla, Tekke Deresi’ne gerdirmek istediği hasırıyla Akşehirlilerin zihninde silinmez bir yer edinir. Akşehirliler de yüzyıllar boyunca Nasreddin Hoca’nın bıraktığı tarihi ve manevi mirasa sahip çıkar.
Nasreddin Hoca, bugün Akşehir’in her köşesinde varlığını sürdürüyor. Yalnızca, her yıl temmuz ayında düzenlenen Uluslararası Nasreddin Hoca Şenliklerinde değil, günlük yaşamda da, Akşehir’in insanları, yüzlerindeki gülümseme ve renkli aksanlarıyla insanda Nasreddin Hoca’nın torunlarıyla karşılaşma hissi yaratıyor.
Bu folklorik çizgide hocanın hayatını incelemeye devam ettiğimizde, Anadolu halkının sözcülüğünü yapmış bir bilgeyle karşılaşırız. Geleneksel kültürümüzde bu haliyle kabul gören Hoca, bahsi geçen sözcülüğü yaparken, temel olarak güldürü öğelerinden yararlanır; halkın övgü ve yergi becerisinin en ustalıklı hali onda kendini gösterir.
Nasreddin Hoca yererken de överken de tek tip bir kalıba girmez. Gerektiğinde bilgindir gerektiğinde bilgisiz; kimi zaman utangaçtır kimi zaman atak; bazen korkak bazen de cesur... Fıkralarında sevgi ve övgü kadar yergi ve alay da önemli bir yer tutar. Gülmece de bu çelişkilerden beslenir aslında. Özellikle Hoca’nın karşısındakinin durumuyla - bu ister Timur ister sıradan bir köylü olsun - çelişki içinde bulunması, fıkraların belirleyici öğesidir.
SADE, GÜNDELİK BİR DİL
Nasreddin Hoca’nın halk bilgeliğinin alamet-i farikası, toplumdaki sorunları, halkın anlayacağı şekilde, manidar üslubuyla kısa ve öz olarak dile getirmesidir. Hoca, bireyi ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımıştır: İnsanların aile ve komşuluktan, ticarete kadar bütün ilişkilerine kapsayıcı bir eleştirel bakış yöneltmiştir. Ağdalı değil sade, gündelik bir dil kullandığı içindir ki, halk onun dilinde kendi sesini duyar.
Hoca’ya mal edilen hikayeler uzun yıllar boyunca Anadolu’da ağızdan ağza, büyükten küçüğe aktarılır. Nasreddin Hoca’nın adının geçtiği en eski yazılı belge ise “Saltukname” adlı, 1480’de Ebu’l Hayr-i Rumi tarafından yazılmış eserdir.
Rumi’nin kitabındaki baş karakter olan Sarı Saltuk, Nasreddin Hoca ve karısıyla tanışır, başına ilginç olaylar gelir. “Saltukname”deki çeşitli ifadelere bakılırsa, daha o dönemde Hoca fıkralarından oluşan el yazması derlemeler bulunur.
Giderek sayıları artan bu el yazmaları, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal gücünü artırmasıyla birlikte, Anadolu’dan Balkanlar’a, İran’a ve Arap topraklarına doğru yayılır. Türkiye’deki çeşitli kütüphanelerde (Süleymaniye, Elmalı ve İstanbul Belediye Kütüphaneleri) ve Oxford, Paris, Londra, Leyden, Viyana gibi yabancı merkezlerdeki kütüphanelerde bulunan el yazmalarının en eskileri 16. yüzyıla tarihlenir.
Hoca’nın kendisine mal edilen hikayeler kadar, kendisine uygun görülen ‘hayat hikayeleri’ de farklılık gösterir.
1941’de yayımladığı bir yazıda, İsmail Hami Danişmend, Hoca’nın, 13. yy.’da yaşamış, Kastamonu emiri, Çobanoğulları’ndan Hacı Nâsırüddin Mahmud adlı kişi olduğunu iddia eder; ki bu kişi bir dönem Konya sultanlarına maliye nazırlığı yapmıştır.
Pertev Naili Boratav’a göre Danişmend, Hoca’yı bir bilge, soylu bir devlet adamı olarak görmek ister; Hoca’yı eşekli bir meczup gibi yansıtanların sonraki dönem yazarları olduğunu iddia eder. Fakat isim benzerliği dışında hiçbir kanıt ortaya sürmez.
Çağdaş dönem araştırmacılarından Kaya Erginer de şu sözleriyle aynı kaygıyı dışa vurur: “Nasreddin Hoca, hicvettiği insanları birçok hikayesinde eşek olarak temsil etmektedir. Türkçemizde eşek kelimesi, bilindiği gibi, aptal ve ahmak kelimeleriyle eş anlamda kullanılmaktadır. Bu hikayelerde temsil edilen ‘eşekler’, Hoca’yı hep eşekli ve eşeklerle birlikte göstermişlerdir. Eşeklerin sevgili Hoca’mıza bu azizliği hoş görülmelidir.”
Tam da bu noktada, halk arasında ‘eşeğine ters binmiş’ görüntüsüyle hafızalara kazınan Hoca’nın eşeğinin, geleneksel kültürdeki yerine bakmakta da fayda var. Nasreddin Hoca gülmecelerinde, Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez; eşek, onun taşıtı olmasının yanı sıra temel bir yergi ve alay öğesidir. Eşek, aynı zamanda, sıradan insanların günlük deneyimiyle pek çok şeyi paylaşır; zira, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın yaygın bir simgesidir... Bu bağlamda eşek, insanın yaşamını ve insanlar arasındaki güç ilişkilerini sorgulamanın da vazgeçilmez bir aracıdır.
Eşeğini kaybedip de Hoca’ya soran köylüye, Hoca “Bende yok” der, ancak ahırdan eşeğin anırması duyulup köylü şaşkın ve yargılayan bakışlarla Hoca’yı süzünce, yanıt gecikmez: “Eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi?”
Modern dönemin araştırmacılarının, idealize ettikleri Türk ve Müslüman kültürüne dair akıllarındaki imgeyi geçmişteki Hoca’ya yansıttıkları görüşünü savunan Boratav, bu durumun sık sık Hoca fıkralarını törpüleme, edepli kılma, hatta sansürleme çabasını beraberinde getirdiğini vurgular.
Yine Boratav’a göre Hoca’nın fıkralarında, dinin temel kurallarına meydan okuyan, toplumsal töreleri alaya alan öğelerin yanı sıra doğaüstü unsurlar da zamanla törpülenmiştir.
İlhan Başgöz “Erken dönem Hoca hikayelerinin çoğu kaba sabaydı; ancak daha sonra, hikayelerin eğitimli kişiler arasında dolaşıma girmesiyle birlikte bu unsurlar giderek ortadan kalktı” diyerek, bu süreci hem özetler hem de olumlar.
Boratav’ın bu fikirlerinin yer aldığı “Nasreddin Hoca” kitabı 1996’da Ankara Edebiyatçılar Derneği ve 2006 yılında da Kırmızı Yayınevi tarafından basılır.
Okurla buluştuktan sonra belirli çevrelerde kitabın aldığı tepki, “Nasreddin Hoca’yı böyle bilmezdik” şeklinde bir şaşkınlık ve tasvip etmeme olur.
Boratav’ın, Hoca fıkralarının tamamını (Boratav’a göre 5 binden fazla) kapsayacak bir kaynak kitap önerisi de bir türlü gerçekleşemez.
ADETA ROBIN HOOD
13. yy.’ın Anadolu’su, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki uzun ve çalkantılı bir geçiş dönemine denk gelir. Hoca fıkralarının böyle bir dönemden köklenmesi tesadüf olamaz; çünkü bu kaotik dönemde Anadolu halkı, yerleşik bir düzenin yokluğunda, yoğun işgaller ve başına buyruk, kendinden menkul iktidarlar altında inim inim inlemiştir.
Pek çok meşhur fıkrasında Hoca - sıklıkla Timur’da cisimleşen - iktidar sahiplerine kafa tutar; adeta bir Robin Hood figürü olur.
Bir gün Hoca’yı apar topar huzuruna çağırır Timur. Hoca’ya, “Benim gerçek değerim nedir?” der: “Karşında tüm dünyayı fethetmiş, sayısız orduyu dize getirmiş, dağları yerinden oynatmış bir adam var”. Ve elbette karşısındakinden övgüler bekler.
Hoca’ysa biraz düşünür, ardından sultanı baştan aşağı bir süzer ve sakalını okşayıp tekrar düşünür. Sonunda “Yaklaşık 20 altın” der. “O nasıl söz, aptal!” diye gürler Timur, “Benim yalnızca belimdeki kuşak o kadar eder!” der. Hoca cevabı yapıştırır: “Tahmin yürütürken onu da hesaba katmıştım!”
Boratav’ın Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki bir elyazmasında bulduğu bir fıkra ise şöyle:
Nasreddin Hoca bir adamla yolda giderken bir sipahiye rastlarlar. Sipahi, Hoca’nın yol arkadaşına, uzak bir köye kılavuzluk etmesini emreder. Adam: “Ben filan beyin kuluyum,” deyip bu angaryadan yakasını kurtarır. Sipahi bu sefer Hoca’ya buyurur; Hoca’nın “Ben de Allah’ın kuluyum”diyerek angaryadan kurtulmaya çalışması para etmez; sipahinin önüne katılır... Ama; “Hey Yarabbi”! Bir, filan beyin kulu olan adamın haline bak, bir de senin kulunun haline bak” diye tanrıya serzeniş etmekten de kendini alamaz. O anda, bir gürültü duyup arkasına bakan hoca görür ki sipahi attan düşüp ölmüş.
Bu ve nice fıkradan görüldüğü gibi Hoca, dönem insanının başına buyruk, hesap vermez iktidarlara yönelik şikayetlerini dile getirdiği bir platform; yazılı basının olmadığı bir dönemin eleştirel kamusallığıdır...
DÜŞÜNDÜREN FIKRALAR
Ancak Hoca’nın halk kültüründe tekabül ettiği derinlik bununla da sınırlı değildir: Hoca’nın kimi fıkralarının, hayatı alt üst etme, normal olanı başaşağı çevirme tarzıyla, insanı durup düşünmeye, yaşamın normal akışını sorgulamaya ittiği söylenemez mi? O, fıkralarıyla bizi bu hayatın ötesine götüren, ermiş bir kişi niteliği de taşımaz mı?
Anadolu’da, tek tanrılı dinler öncesi pagan dinlerden gelen inanışlar, zamanla, dinin kurumsallaşması, cami, kilise ve sinagogların dini inançlar alanını düzenlemesiyle birlikte gitgide zayıflar. Buna paralel, resmi olarak atanmış dini görevliler dışındaki ermiş, derviş, keşiş gibi figürler giderek silikleşir.
Boratav da Hoca örneğinde bu duruma delalet eder: “15. yüzyıldan daha sonraki kaynaklarda yer alan hikayelerde artık onun ‘Saltukname’de belirtilen kerametlerinden, bilgece davranışlarından söz edilmez. Şuna da işaret edelim ki daha geç çağların anlatı geleneğinde, Hoca’nın kendisinin keramet ve ermişlik nitelikleri de bir hayli zayıflamış bulunmaktadır.”
BEKTAŞİ FİGÜRÜ
Ortadoğu’nun pek çok mistik geleneği şakaları, hikayeleri ve şiiri önce normal düşünce süreçlerini kırmak, ardından da belirli fikirleri ifade etmek için kullanmıştır. Böylece insan için günlük realitenin ardına göz atma şansı doğmuştur.
İstanbul Belediye Kitaplığı’nda yer alan yazmadaki bir fıkrada Hoca da önce şaşırtır ardından aydınlatır. Çocuğu hasta olan bir kadın Hoca’ya gelir ve çocuğunun iyileşmesi için dualar okumasını ister. Hoca birden durup Tanrı’ya “Şu çocuğun tez vakitte canını al ya Rabbim,” diye yalvarır. Kadın şaşırıp kalınca Hoca şu açıklamayı yapar: “Çünkü, Allah hep benim istediklerimin tersini vermiştir!” Bir süre sonra evine dönen kadın çocuğunun iyileştiğini, sapasağlam olduğunu görür...
Pertev Naili Boratav, en erken dönemlerden itibaren Hoca’ya bu tür bir doğaüstü bilginin atfedildiğine dikkat çeker: Buna göre, bir gün Hoca mezarından doğrulur, cuma namazı için camiye toplananları türbesine çağırtır. Halk kalkar türbeye gider, fakat ne Hoca’yı bulurlar ne de ondan bir iz... Ama kalkıp köye döndüklerinde, caminin kubbesinin çökmüş olduğunu görürler. Hepsinin hayatı kurtulmuştur. Hoca ermişliğini göstermiştir...
Boratav’a göre bu tür fıkralarda Hoca, düpedüz bir Bektaşi ermişine yaklaşır...
HOCA MI, HOCALAR MI?
Hoca’nın bölgedeki diğer ülkelerde alımlanma tarzına baktıkça, onun bu derin yönü daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Boratav’a göre “Türkistan’dan Macaristan’a, Güney Sibirya’dan Kuzey Afrika’ya, Türk dilinin konuşulduğu yerler kadar uzun ya da kısa bir süre Osmanlı egemenliği altında kalmış tüm bölgelerde Nasreddin Hoca’nın güldürücü hikayeleri anlatılmıştır.”
Selçuklular’ın Behlül-ü Dânâ adıyla andıkları bir dervişin hikayeleri Hoca’nın hikayelerine paraleldir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin yayılmasına ve Çin’den Balkanlar’a kadar uzanan ticaret ağlarının güvence altına alınmasına paralel olarak, Hoca fıkraları külliyatı sözlü ve yazılı bir biçimde genişler; bugünkü Arnavut, Arap, Azeri, Bengali, Boşnak, Bulgar, Hindu, İran, Paştun, Sırp ve Urdu halk kültürlerinin bir parçası olur.
Nasreddin Hoca bu ülkelerde ‘Hoca’, ‘Efendi’, ‘Molla’ gibi isimler altında; Arapçada ‘Coha’, Persçede ‘Molla Nasruddin’, Arnavutçada ‘Nostradin Hoca’ ya da ‘Nostradini’, Azericede ‘Molla Nasraddin’, Boşnakçada ‘Nasrudin Hoca’, Özbekçede ‘Nasriddin Afandi’ ya da sadece ‘Afandi’, Kazakçada ‘Hocanasir’, Uygurcada ‘Afanti’ olarak karşımıza çıkar.
Kürt halkı, ‘Meşhur Molla’ diye bir hocanın fıkralarını anlatır. Osmanlı zamanında oluşan bazı Bulgar öykülerinde Hoca, Hitar Petar (Kurnaz Petar) denen bir yerli karakterin karşıtı, rakibi olarak belirir. Sicilya’daysa, Hoca’dan aşina olduğumuz hikayeler ‘Giufa’ adında bir karaktere atfedilir.
Hoca, Sefarad Yahudilerince de ‘Coha’ olarak adlandırılır: Hatta 1860 yılında İstanbul’da ‘Coha i Cohayko’ adlı bir mizah dergisi çıkarılır...
Daha genel bir açıdan bakarsak, Hoca’nın sembolize ettiği kıvrak zekayı, Alman folkloründe 14. yüzyılda yaşadığına inanılan ‘Till Eulenspiegel’ karakterine, Afrika’nın Swahili kültüründe anlatılan ‘Abu Nuwasi’ye benzetebiliriz.
Öte yandan Doğu Avrupa Yahudi folkloründeki ‘Hershele Ostropoler’ de yoksulluk içinde yaşayan ve zenginlerle, iktidar sahipleriyle alay eden bir figür olarak Hoca’ya benzer.
GÜNÜMÜZDE HOCA
Özellikle İran, Pakistan ve Afganistan’da, ‘Molla Nasreddin’ adıyla anılan Hoca’nın öykülerinin ayrı bir yeri vardır. Bu ülkelerde, gündelik mizahın yanı sıra, bazı Hoca fıkraları Sufi inancında bir eğitim kaynağı olarak kullanılır. Bu son derece yaygın gelenekte, Hoca öykülerinin çok katmanlı olduğu, derin anlamlar içerdiği görülür. Bir bakıma burada, Boratav’ın zaman içinde Anadolu’da silindiğini söylediği Hoca’nın ermiş yönü çıkar karşımıza.
İran’da Sufi geleneğin tanınmış temsilcilerinden İdris Şah (1924-1996), psikolojiden mistisizme pek çok kitap yazmasının yanı sıra Molla Nasreddin hikayelerini de derlemiştir. Şah’a göre, “Nasreddin hikayesi, dinleyenin aklına, ancak belirli bir zihinsel eşik aşıldıktan sonra ulaşılabilecek bilincin unsurlarını taşır”.
Yazar, “Molla Nasreddin, yaşamı bir an için durdurup, belirli zihinsel durumların ortaya çıkmasını sağlar. Bir Nasreddin fıkrası dünyevi yaşamla bilincin dönüşümü arasındaki boşluğu doldurur; hem de henüz hiçbir edebi biçimin şu ana kadar başaramadığı bir şekilde. Bu da, mistik bir deneyimi, Sufi bir bilinci mümkün kılar.”
İdris Şah’ın derlediği şu öykü bu açıdan ilginçtir: Bir gün Molla bir dükkana girer. Dükkan sahibi ona yaklaşıp, ne istediğini sorar. Nasreddin, “Dur bakalım der, her şey sırayla; sen benim dükkanına girdiğimi gördün mü?” Satıcı “Evet” diye yanıtlar: “Elbette!” Nasreddin, “Peki sen beni daha önce görmüş müydün?” diye sorar; “Hiç görmedim” yanıtını alır. Molla’nın cevabı: “Öyleyse ben olduğumu nereden biliyorsun?”
Şah’ın derlemelerinden esinlenen bir Amerikalı kukla ustası olan Richard Merrill, Molla Nasruddin diye bir kukla karakteri yaratmıştır (nasruddin.org). Esprili bir dille kendisinin de bu Molla’nın öğrencisi olduğunu belirten Merrill’e göre, Nasreddin Hoca’nın aksine Molla Nasruddin yeri yurdu belli olmayan bir dünya vatandaşıdır:
“Nasruddin bazen aptalca davranabilir, evet. Ama bu farklı bir aptallıktır: Hedefi olan bir aptallık. Bu aptal, dinleyenin zihinsel savunma mekanizmalarını aşar ve zekasını bir hançer gibi kalbe saplar.”
YAŞIYOR, SAVAŞIYOR
Türkiye’de de, Hoca’nın hem muhalif hem de felsefi yönü yazarları etkilemeye devam ediyor. Bunun en yeni örneği Sennur Sezer’in editörlüğünde Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Benim Nasrettin Hocam” kitabı.
Kitapta, aralarında Adnan Özyalçıner, Feyza Hepçilingirler, Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Orhan Duru ve Muzaffer İzgü’nün de bulunduğu 12 yazar Nasrettin Hoca’yı yorumluyor, Hoca’nın öykülerini kendi tarzlarında yeniden dile döküyor.
Bütün bunlar, Sennur Sezer’in, derlediği kitapta dile getirdiği, “Hoca yaşıyor, savaşıyor” esprisini doğruluyor:
Toplumsal adaletsizlikler bitmedikçe, bunun ötesinde insanın, yaşamı ve ölümü, gündelik bilgilerin ötesine geçerek anlama kaygısı sürdükçe Nasreddin Hoca hikayeleri hep var olacak.
KARİKATÜRLERLE NASREDDİN HOCA
Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması her yıl Karikatürcüler Derneği’nin bütün dünya karikatürcülerine açık olarak düzenlediği bir yarışma. Yarışmada 3 bin dolar değerinde olan “Büyük Ödül” ve her biri 750 dolar değerinde dört “Başarı Ödülü”, çeşitli kuruluşların sunduğu özel ödüller ve bir de Karikatürcüler Derneği Özel Ödülü veriliyor.
Yarışmanın ilki 1973’te Akşehir Nasreddin Hoca Şenlikleri kapsamında genç karikatürcüler arasında yapıldı ve ertesi yıl uluslararası düzeye taşındı. 12 Eylül 1980 darbesiyle derneklerin kapatılması sonucu yarışmaya ara verildi. 1988’de yeniden başlatılan yarışma, 1995 yılından bu yana Karikatürcüler Derneği tarafından İstanbul’da düzenleniyor.
Bu yıl ‘Bir Karikatür, Orijinal Karikatür, Mükemmel Karikatür’ sloganıyla düzenlenen ve sonuçları 8 Ağustos’ta açıklanan yarışmada, büyük ödül Endonezyalı sanatçı Arif Sutristanto’nun oldu. Başarı ödüllerine ise Türkiye’den Musa Gümüş, İtalya’dan Agim Sulaj, İran’dan Shahrokh Heidari ve İtalya’dan Alessandro Gatto sahip oldular.
Yarışma jürisinde Turhan Selçuk, Tonguç Yaşar, Metin Peker, Kadir Doğruer, Muhittin Köroğlu, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Prof. Dr. Nazan Erkmen, Tomas Roriguez Zayas (Küba), Leng Mu (Çin), Paola Dalponte (İtalya), Luiz Carlos Fernandes (Brezilya) ve Cheong San Lim (Güney Kore) yer aldı.
NASREDDİN HOCA İNCELEMELERİ SEÇKİSİ
Türkçede ve yabancı dillerde yayımlanmış önemli Nasreddin Hoca incelemeleri ve derlemeleri arasında gösterilebilecek kaynaklardan bazıları şöyle:
YERLİ KAYNAKLAR
”Nasreddin Hoca”, Pertev Naili Boratav, 2006,
Kırmızı Yayınları
“Anadolu ve Dünya Bilgesi Nasreddin Hoca ve Fıkraları”, Yusuf Çotuksöken, 2003, Toroslu Yayınları
“Nasreddin Hoca Kitapları Açıklamalı Bibliyografyası
(1480-2004)”, Mustafa Duman, 2005, Turkuaz Yayınevi
“Nasrettin Hoca Fıkraları”, Memet Fuat, Istanbul, 2002.
“Nasreddin Hoca: Hayatı, Kişiliği, Fıkraları”,
Alpay Kabacalı, 2003, Özgür Yayınları
“Nasreddin Hoca Kitabı”, M. Sabri Koz, 2005,
Kitabevi Yayınevi
“Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca”, Erdoğan Tokmakçıoğlu, Istanbul, 1971.
“Renkli Resimlerle Nasrettin Hoca”, Ferit Ragip Tuncor, Istanbul, 1990.
“Nasrettin Hoca”, Ali Püsküllüoğlu, Alfa Yayınları, 1990.
“Ölümsüz Bilge Nasreddin Hoca ve Fıkraları”, Öner Yağcı, Istanbul, 1994.
Nasreddin Hoca Özel Sayısı, Toplumbilim Dergisi, Haziran 1997
YABANCI KAYNAKLAR“The Pleasantries of Hogia Nasr Eddin Effendi”, George Borrow, Ipswich, 1884.
“Nasreddin Hodja: Text / CD Package”, Raymond C. Clark, Pro Lingua Associates, 2005
“Dvatcat’ cetyre Nasraddina”, M. S. Charitanov, Moskova, 1986.
“Nasreddin Hodja et Ses Histoires Turques”, Jean-Paul Garnier, Paris, 1958
“Sottisier de Nasr-Eddin-Hodja, Bouffon de Tamerlan”, J. A. Decourdemanche, Brüksel, 1878
“Sublimes paroles et idioties de Nasr Eddin Hodja”, Jean-Louis Maunoury, Phebus, 1990
“Nasreddin Hodscha 666 Wahre Geschichten”, Ulrich Marzolph, Herschlag, 1996.
“The World of Nasrudin”, Idries Shah, Octagon Press, 1985
“Nasreddin Hodja”, Meriam Sinclair, Selt Publishing, 1997
“Molla Nasreddin Latifeleri”, M. H. Tehmasib, Bakü, 1978
ÇOCUKLAR İÇİN NASREDDİN HOCA
Türkçede çocuklara yönelik olarak hazırlanmış pek çok fıkra derlemesi mevcut.
“Nasreddin Hoca’dan Çocuklara Seçme Fıkralar”, Mehmet Aycı, Elips Kitap
“Nasreddin Hoca Bir Gün”, Mustafa Delioğlu,
Dünya Yayınları
“Zaten İnecektim”, Erol Fikri, İnkılap Kitabevi
“Doğuran Kazan: Nasrettin Hoca Fıkraları”,
Mustafa Ruhi, Erdem Yayınları
“Nasreddin Hoca Eğlence Köyü”, Nuran Turan,
Önel Yayınevi
“Nasrettin Hoca’dan Seçmeler”, Remzi Kitabevi
“Nasrettin Hoca Fıkraları”, Çiçek Yayınları
“Seçme Nasreddin Hoca Fıkraları” (10 Kitap) Nasreddin Hoca, Kare Yayınları
“Nasrettin Hoca Fıkraları 1. Sınıflar İçin”, Alfa Basım Yayım Dağıtım
“Nasreddin Hoca Fıkraları”, Altın Kitaplar