Kültür Sanatİki ‘mahalle’yi kitaplar mı buluşturacak?

İki ‘mahalle’yi kitaplar mı buluşturacak?

18.11.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

İlber Ortaylı: “Edebiyatta artık sağ-sol işlemez.”Beşir Ayvazoğlu: “Türkiye’de şuurlu okuyucu az.”Elif Şafak: “Hikayeler hepimizin ortak malı.”Hasan Bülent Kahraman: “Yakınlaşma edebiyat üzerinden gelişiyorsa sevinmek gerekir.”Metin Celal: “İslami çevrelerde okuma oranı arttı.”

İki ‘mahalle’yi  kitaplar mı buluşturacak

Duvarları kitaplar mı kaldırıyor?

Son aylarda çok satan kitap listelerinde, muhafazakar olan ve olmayan olarak nitelendirilen iki kesimin okuma tercihlerinde ortak isimler göze çarpıyor. Yayınevi yöneticilerine, yazarlara, kitap eki editörlerine ve toplum bilimcilere sorduk: Muhafazakar olan ve olmayan kesimlerin okuduğu kitaplar arasında bir geçişkenlik mi başladı?


Türkiye’nin son yıllardaki en önemli gündem konularından biri siyasi kutuplaşma. Peki kitap listeleri bu konuda ne söylüyor? Son aylarda muhafazakar olan ve muhafazakar olmayan iki kesimin okuma tercihleri arasında ortak isimler dikkat çekiyor.
Elif Şafak’ın Mevlana’yı merkezine alan romanı “Aşk”, her iki kesimden de yoğun ilgi gördü sözgelimi; Murathan Mungan’ın son kitabı “Eldivenler Hikayeler” de. Yaşar Nuri Öztürk’ün “İmamı Azam” incelemesi ise merkez kitabevlerinde de çok satanlar listesindeydi.

LİSTELER İÇ İÇE
Muhafazakar çizgisiyle bilinen kitabevi NT Kitap’ın Konya Şubesinde “Hz. Aişe” (Reşit Haylamaz), “Katre-i Matem” (İskender Pala), “Kendini Arayan Adam” (Halit Ertuğrul) kitaplarının yanı sıra “Aşk” da en çok satanlar arasında.
Muhafazakar çizgideki yayınevlerinden biri olan Timaş, son yıllarda yayın yelpazesine psikiyatr Nevzat Tarhan ve Kemal Sayar’ın kitaplarını da ekledi. Önümüzdeki günlerde Mehmet Altan’ın “Kent Dindarlığı” kitabını yayımlamaya hazırlanan Timaş’ın “Yazar Odası” kitabının Türkçe baskısına önsözü ise Orhan Pamuk yazdı.
Yayınevi yöneticilerine, yazarlara, kitap eki editörlerine ve toplumbilim uzmanlarına kitap dünyasında bir geçişkenlik gözlemleyip gözlemlediklerini sorduk.
Yazarlar, özellikle edebiyat okurları için böyle bir ayrımın zaten söz konusu olmadığı söyledi, ancak edebiyat okurları arasında çeşitliliğin arttığı üzerinde durdu.
Yayınevleri ve uzmanların görüşleri ise çeşitlilik gösterdi. Durumu; insanların dar kalıplara sıkışmaktan kurtulup daha özgür düşünmeye başlaması, Türkiye’deki keskin ayrımların bitmesi, büyük sınırların, duvarların kalkması olarak değerlendirenler oldu.
İyi yazarların, önemli araştırmacıların, bilim adamlarının farklı kesimler tarafından kabul gördüğü de dile getirildi.
Çok satan listelerindeki ‘ortak isimler’in bir geçişkenliğe işaret edemeyeceğini söyleyenler de çıktı.
Son değerlendirmeyi size bırakıyoruz.


KİTAPLARI ÇOK SATAN YAZARLAR NE DİYOR?

“Artık ülkede çok büyük ayrımlar olduğuna inanmıyorum”
Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu

Her kesimin, her türlü felsefi düşünce sahibinin kitaplarıma ilgi gösterdiğini net olarak görüyorum. Okuyucu kitabın yanında sanırım çoğu zaman yazarı da seçiyor. Ancak çok farklı, belki belgesel nitelikli bir konu olursa belki kitapta yoğunlaşır. Ama okur beğendiği, sevdiği, kendisine sadece inanç anlamında değil, felsefi anlamda da yakın bulduğu kişinin kitaplarını gözden geçirmeye çalışıyor.
Türkiye değişiyor, artık Türkiye’de büyük bariyerler, büyük sınırlar, çelik kapılar yok. İnsanlar rahat iletişim kurabiliyor. Kişiliğinizi, fikirlerinizi beğendik- leri zaman kitaplarınızı da merak ediyorlar ve her konudaki görüşlerinizi almaya gayret ediyorlar. Bu da son derece normal bir süreç diye düşünüyorum.
Ben artık ülkede çok büyük ayrımlar olduğuna da inanmıyorum. Daha az dindar olan kesim, daha hassas olan muhafazakar kesim ortak paydalarda buluşabiliyor. Bizim gibi insanlar, her kesime hitap edebiliyor.
Örneğin ben dini anlatırken felsefi boyutunu, psikolojik boyutunu, sosyolojik boyutunu, insani boyutunu ön plana çıkarıyorum. Kuran’dan, Hz. Peygamber’den bahsediyorum. Bahsettiğim değerler herkesin ortak kabul ettiği değerler; üst kimlik, üst değer olduğu için orada herkes kendisine ait bir şey bulabiliyor.

“Hikayeler hepimizin ortak malı, romanlar tüm insanlığın”
Elif Şafak

Kitap dünyasında, özellikle de roman dünyasında çok fazla geçişlilik var. Ben de bunu son derece sağlıklı buluyorum. Esas sağlıksız olan şey, insanları yapay kategorilere ayırmak. Sanki ‘laikler’ ve ‘dinciler’ diye iki mutlak kamp varmış gibi konuşuluyor bazen. Halbuki gerçekte o kadar fazla geçişkenlik, katman ve nüans var ki.
Benim romanlarımı okuyanlara baktığım zaman çok farklı okur profilleriyle karşılaşıyorum. Bambaşka yaş gruplarından kadın ve erkek okurlar. “Aşk”ı liberaller de okudu, solcular da, feministler de, nihilistler de, agnostikler de, dindarlar da, muhafazakarlar da, milliyetçiler de. Bu çeşitlilik ve geçişlilik beni mutlu ediyor. İnanıyorum ki sanat kimseyi dışlamaz. İnsanları kategorilere ayıramaz. Sanatçının ‘öteki’si olamaz. Ben romanlarımla insanları bir araya getirmeyi, buluşturmayı seviyorum. Ve çok farklı okur profilleriyle buluşmaktan mutluluk duyuyorum. Tek bir kesimin yazarı değilim. Benim işim hikaye anlatıcılığı ve hikayeler hepimizin ortak malı. Bir roman tüm insanlığa aittir.

“Edebiyatta artık sağ sol işlemez”
Prof. Dr. İlber Ortaylı

Bence de iki kesimin okurları arasında böyle bir geçişkenlik var. Benim okuyucu kitlem her kesimden. Romancılar her zaman için okunur; sağ sol endişesinin dışındadır. Merak edilen yazar okunur. Ayrım tefekkürle ilgili eserlerde başlarsa iyi değil tabii ki.
Okurlar arasında geçişkenliğin oluşmasında bağnaz tutumdan vazgeçmemizin etkisi var. Fikir bağnazlığı değil de, ‘o takımdan-bu takımdan’, ‘biz onu elimize almayız’ gibi kasabalı tutumlar var. Şehirli ortamda insanlar her şeyi merak ediyor.
Özellikle edebiyatta romanın ve şiirin cazibesini millet pek yargıya tutamıyor. Alıp okuyorlar. Eğer reklam yapılıyorsa merak ediyor, mutlaka okumak istiyorlar. Edebiyatta, artık sağ-sol işlemez.

“Peyami Safa, Samiha Ayverdi, Tarık Buğra... Önemli bir bölümü laik denen kesim tarafından okunuyor”
Doç. Dr. Hasan Bülent Kahraman Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türkiye laiklik ve muhafazakarlık konusunu son dönemde tartışıyor. Bana kalırsa bilgi dışı bir tartışma olarak devam ediyor ve soruna sadece basit hatta ilkel denebilecek bir demokratik kuram veya algılama çerçe- vesinde bakılıyor. Ben Türkiye’de laiklerin de muhafazakarların da olmadığını söylüyorum öteden beri.
Avrupa siyasal ve toplumsal çerçevesi içinde somutlaştırılacak laik ve muhafazakar bilinçten mahrumuz. Ama bir başka düzeyde bizde kabul edildiği kadarıyla bu tipler, tercihler, ve tepkiler arasında bir etkileşim söz konusu. Hala bu iki olguyu basit bir politik mantık içinde birbirine taban tabana zıt karşıtlar olarak gösterenler mevcutsa da laikler muhazafakarlara muhafazakarlar da laiklere kayıyor.
İkincisi Türkiye benim başka hiçbir ülkede görmediğim ölçüde dini referans olarak kullanan bir ülke. Bir yandan nüfusunun yüzde 99’unun müslüman olduğunu adeta bir tehdit unsuru gibi ortaya koyuyor diğer yandan da gece gündüz televizyonlarında dinsel yaşama kodlarını, dine göre hayatı düzenleme standartlarını çok ilkel, yani vulger ve popülist bir biçimde anlatıyor.
Bu çerçevenin tarafları birbirine itmediğini söylemek abes olur. Bu durum ister istemez kitaplara da yansıyor. Bu yakınlaşma edebiyat ve bilgi üstünden gelişiyorsa sevinmek gerekir. Fakat öyle olmaktan ziyade hem vurguladığım gibi tanım sorunları var karşımızda hem de popülist kaymalardan söz etmek gerekir.
Başka nasıl olabilir? Çok satan olmak bazen edebiyatın payına da düşer ama çoğunlukla popülist bir boyuta sahiptir. O nedenle de kuvvetli kitapların değil, başka özellikleriyle öne çıkan yapıtların alanıdır. Bu bakımdan öne çıkardığınız durumu ben fazlasıyla önemli buluyorum, üstünde çalışılması gerektiği kanısını taşıyorum ama bugünkü koşullarıyla henüz yeterince berrak olmadığını varsayıyorum.
Edebiyatın nispeten ve gerçek manasında muhafazakar metinlerinin laikler tarafından okunmasından söz edeceğim bu noktada, ama onun da başka iç çelişkileri var. Kimdir bizde adlarını saydıklarınız dışında kalan muhafazakar yazarlar? Peyami Safa mı, Samiha Ayverdi mi, Tarık Buğra mı? Önemli bir bölümünün zaten laik denen kesim tarafından okunduğu kanısındayım. Muhafazakarların da şimdi kendi aralarında tartıştığı üzere laik kesimin gözdesi birçok yazarı okuduğunu biliyoruz. Sorun daha geniş kapsamlıdır. Nasıl derseniz Ekrem Dumanlı’nın eleştirilerini anımsamak gerekir.


YAYINCILARIN?GÖRÜŞÜ
“Konu kitaplar olduğunda laik - İslami kesim demekten vazgeçmeliyiz”
Deniz Yüce Başarır/ Doğan Kitap Yayın Direktörü

İnanç ve merak insanların doğasında var. İnsanoğlu bir şeylere inanmak istiyor. Hayatın anlamını arıyor, insan olmak hakkında düşünüyor, kendini anlamaya çalışıyor.
Tüm dünyada tasavvuf ilgi görüyor. Çünkü dünyayı şu anda hakim olan inanışın aksine maddiyatçı bir yaklaşımla çözümlemiyor tasavvuf. Laik ya da İslami fark etmez, herkes günümüzün katı gerçekliğinden uzaklaşmak ihtiyacında. İslami kesim de günlük hayatın içinde daha çok yer alıyor artık. Kendi kabuğuna çekilmiş değil. Geçişkenlik biraz da buradan kaynaklanıyor.
Kısaca ben inancı ne olursa olsun, insanların artık günlük yaşamın içindeki maddiyatçılığı ve sertliği yumuşatmaya ihtiyaç duyduğunu, bunu yapamasa bile birilerinin ona hayatta manevi değerler de olduğundan söz etmesinden haz ettiğini düşünüyorum. O yüzden okunan kitaplar da birbirine yaklaşıyor. Aslında belki artık biz de laik kesim, İslami kesim demekten vazgeçmeliyiz konu kitaplar olduğunda. Okurlardan söz etmeliyiz.

“İlber Ortaylı’nın imza kuyruğunda küpeli erkekle tesettürlü kadın yan yana...”
Emine Eroğlu/ Timaş Yayınları Genel Yayın Yönetmeni

İki kesimin okurları arasında bir geçişkenlik var. Örneğin bestseller listesindeki Serdar Özkan’ın “Kayıp Gül” kitabı. Hem muhafazakar kesim okuyor hem de laik kesim. O birleştiriciliği fuarlarda görmek mümkün. Aynı durum yayınevimizin yazarlarında İlber Ortaylı için de geçerli. Ortaylı’nın imza kuyruğunda uzun saçlı, kulağı küpeli erkek bir okurla tesettürlü bir kadın okuru aynı sırada görmek mümkündü.
Bu geçişkenliğin uç örnekleri de var. Mesela daha önce okur kitlesi muhafazakar olan bazı yazarlarda da aynı durum söz konusu. “Çöl/Deniz ”, “Hz. Hatice” gibi kitapların yazarı Sibel Eraslan bunlardan biri. Şimdi merkez medyada yer alıyor sık sık.
“Çöl/Deniz”in okur potansiyeli de kitabı okuyan kitle de çok şaşırtıcı bir çeşitlilik ifade ediyor. Sonuç olarak bu kitap, Peygamber Efendimiz’in aile yaşamını anlatan, Hz. Hatice’nin yaşamı üzerine kurgulanmış bir roman. Satışların mecralarına baktığımız zaman D&R’larda, Remzi’lerde, İnkılap’ta, Ankara Dost’ta da kitabın sattığı, talep edildiği görülüyor.
Aslında yeni değil bu çoğulculuk. Bu bana kalırsa evrimleşen bir süreç. Geçmiş dönemlerde çok net, keskin ayrımlar vardı. Herkes doğru benim bildiğimdir anlayışı içinde hareket ediyordu. Bu kadar keskin sınırlar, ayrımlar doğal değildi, toplumu bölüyordu.
Sonra zamanla o gri renkler, ara renkler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin önümüzdeki aylarda yayımlayacağımız kitaplardan biri Mehmet Altan’ın “Kent Dindarlığı”.

EDEBİYAT GAZETECİLERİNİN YAKLAŞIMI?NE?

“Asıl olan, düşünce ve edebiyat dünyasının değerlerine ayrım gözetmeksizin sahip çıkmak...”
Semih Gümüş/ Notos Dergisi Yayın Yönetmeni

Ben geçişkenliğin az sayıdaki örneğin dışına çıkmadığını düşünüyorum. Ya da bu örnekler oluşmaya başlayan geçişkenliği göstermek için doğru örnekler değil. Arada kopukluk olmaması gerektiği düşüncesindeyim, ama insanların kişisel değil de ideolojik duyarlıkları, tam bir geçişkenliği önlüyor.
“Aşk” romanının laik kesimlerin dünyasına ait olduğu düşüncesi doğru değil. Yazarının da böyle bir savı yok. Dolayısıyla NT mağazalarında çok satanlar arasında olması değil, olmaması şaşırtıcı olur. Yaşar Nuri Öztürk medyatik bir kişilik, kitapları da muhafazakârlaşan bir toplumda elbette çok satılır, kitabevleri de çok satılanı öne çıkarır.
Doğan Kitap, Nihat Hatipoğlu’nun kitabını çok sattığı için yayımlıyor. İlber Ortaylı ile Kemal Karpat’ın kitaplarının Timaş Yayınları tarafından yayımlanması da çok doğal. Toplumsal ilişkilerde yeni bir durum oluştuğunu göstermiyor.
Asıl olan, hangi kesim içinden çıkarsa çıksın, düşünce ve edebiyat dünyasının değerlerine ayrım gözetmeksizin sahip çıkmak, onların yazdıklarını okumaktır. Ben de TÜYAP Kitap Fuarı’nda yeni aldığım kitapların çoğunu Kitabevi, Dergâh yayınevlerinden seçtim. İkisi de nitelikli yayınevleri. Timaş’tan da aldığım kitap var. O kitaplara daha önce ulaşamadığım için. Aldığım son kitap da öykücü Mustafa Kutlu’nun “Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı”. Bu kitabı alırken de yazarının İslamcı ya da laik kesimden birine ait olup olmadığını düşünmedim.

“Muhafazakar kesimin, sol kesimin ürettiği birikime merakı daha fazla”
Cem Erciyes/ Radikal Kitap Yayın Koordinatörü

Türkiye’de artık siyasi gruplaşmaların ‘entelektüel kabul görme’ bakımından eskisi kadar etkili olmadığı doğru. ‘90’lardan bu yana solcular ve muhafazakarlar tamamen kendilerine ait ve diğerini reddeden alemlerde yaşamıyor. İyi yazarlar, önemli araştırmacılar, bilim adamları, sanatçılar farklı kesimler tarafından da kabul görüyor. Tabii bu ‘okuma tercihlerine’ de yansıyor.
Farklı siyasi eğilimleri olan medyalar, siyasi görüşlerine aldırmadan bu ‘en iyileri’ mutlaka okurlarına duyuruyor. Bunu solun bir kesimiyle İslami görüşün bir kesimi (dikkat, hepsi değil ama) arasındaki çatışmanın azalmasına ve diğerlerini de merak etmesine bağlamak mümkün. Ama tabii bu durumu fazla da abartmamak lazım. Benim sözünü ettiğim bir tür ‘entelektüel barış’.
Cağaloğlu’nda bürosu olan, muhafazakar bir yayıncı bir keresinde hedefinin ‘Beyoğlu kitapçılarına çıkmak’ olduğunu söylemişti, sonra çıktı da. Ama onun esas okuru her zaman muhafazakarlar oldu. ‘Beyoğlu kitapçıları’yla, daha çok Anadolu’da egemen olan ‘dindar kitapçılar’ arasındaki temel fark, karşı kesime daha açık olmak. Sanıyorum muhafazakar kesimin, laik ve sol kesimin ürettiği birikime merakı daha fazla. Ya da bunu önyargıların güçlülüğüne de bağlayabilirsiniz, çok emin değilim.
Tüm bu ‘merak etme, açık olma’ durumlarına rağmen ben çok satan listelerine baktığımda pek bir ortaklık görmüyorum. Yine her yaşam biçimi kendi popüler eğilimleri ve ihtiyaçları doğrultusunda çok satanlarını belirliyor. Birkaç ortak kitap da farklı kesimlere açık olan yazar ve yayıncılara ait ama ‘popüler kültür’ bakımından belirleyici değil bence.

“İslami çevrelerde okuma oranları arttı, gençler daha çok okuyor”
METİN CELAL / Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri

Haberin Devamı

Laik kesimle muhafazakar kesimin okudukları arasında tam bir homojenlikten bahsedemeyiz. NT, İslami kesimin herhalde en çok satan kitapevlerinden biri. Fakat onlar her kitabı satmıyor, bir sansür sistemi var. Önce kitapları denetliyorlar; sonra kendilerinin beğendiği, uygun gördüğü kitapları alıyorlar. Kendi yayınevlerine öncelik tanıyorlar.
Diğer kitapevlerinde de aynı şekilde bir seçme vardır. Her dini içerikli kitabın kitapevlerinde rahat satıldığını zannetmiyorum. Muhafazakar çizgideki yayınevlerinde artış olabilir. Bunun için TÜYAP kataloğuna ya da Yayıncılar Birliği kataloğuna bakmak yeterli. Bir artma var, çünkü hem İslami tarafa yönelik bir merak var benim anladığım kadarıyla, hem de İslami çevrelerde okuma oranları arttı eskisine göre. Genç kesim
daha çok kitap okuyor, bunun belki etkisi vardır.
Örneğin Doğan Kitap’ın ilahiyat hocası Nihat Hatipoğlu’nun kitaplarını ya da sufilikle ilgili kitapları yayımlamasında okur ilgisinin ve toplumsal gelişmelerin etkisi var. Bu ikisi birbirini belirler. Bir kitap durduk yerde yayımlanmaz. Muhakkak bir talep, gereklilik vardır.


“Türkiye’de okuyacağı kitapları bilerek seçen, şuurlu okuyucu az”
Beşir Ayvazoğlu/ Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Bu konuda sağlıklı hükümler verebilmek için daha doğru analizlerden hareket etmek gerekir. Türk toplumunu ‘laik kesim’, ‘muhafazakâr kesim’ diye bıçakla keser gibi ikiye bölerseniz, doğru sonuçlara ulaşamazsınız. Muhafazakârlar arasında laikliği benimseyenler bulunduğu gibi, laik olduğunu zannedenler arasında belli bir ideolojiyi din gibi benimseyip diğer dinlere, özellikle bu toplumun mensup olduğu dine nefes aldırmamaya kararlı olanlar da var.
Türkiye’de bazı kitapların niçin çok satıldığı hakkında tam bir kanaate sahip olduğumu söyleyemem. Okuyacağı kitapları bilerek seçen, şuurlu okuyucuların sayısının yüksek olduğunu zannetmiyorum. Medya daha çok hangi kitaplardan söz ediyorsa onları okuyormuş gibi yapan bir kitle var. Buradan hareketle büyük sonuçlara ulaşmaya çalışmak yanıltıcı olabilir.

“Şu ya da bu kesimin yazarı yoktur, Türkçenin iyi ya da kötü yazarı vardır”
Ali Çolak/ Kitap Zamanı Genel Yayın Editörü

Keskin ideolojiler dönemi biteli çok oldu. Artık insanlar duvarlar arkasında yaşamıyor. Her bilgiye, her kitaba ulaşıyor, ulaşmak istiyor. Okurun öyle ‘şu kesim - bu kesim’ diye bir derdi yoktu zaten. Ama kimi kitapevlerinin, dağıtımcı ve yayıncıların kısıtlamaları vardı.
Bazı mağazalar, dindar bir yazarın ya da yayınevinin kitabını bulundurmuyordu mesela. Bunun tersi de olabiliyordu. Şu ya da bu kesimin yazarı yoktur bence; Türkçenin iyi ya da kötü yazarı vardır. İyi yazarlar ve iyi kitaplar bu dilin içine doğmuş herkesçe okunur ve sevilir. İnsanlar arasına örülmüş o yapay ve anlamsız “şucu bucu” duvarları, zamanın gerisinde kaldı.
Geçişkenlik yıllardır vardı. Azınlıktaki kimi bağnazlar dışında bu ülkede gerçek okurlar arasında hiçbir zaman derin bir uçurum olmadı. Herkes her şeyi okudu. Sadece kimileri bunu görmek istemiyordu. Buradaki saçmalık, birilerinin kendilerini sürekli ‘merkez’, kendileri dışında kalanları da ‘filanca kesim’ diye nitelemesiydi. O merkezi oraya kim koydu?


“Aradaki duvar hem ayırıyor hem de iki kesimin ortak noktası haline geliyor”
Murat Yalçın/ Kitap-lık dergisi editörü

Laik kesimle muhafazakar kesimin okudukları arasındaki geçişkenlikte aslında bir yazı-tura durumu söz konusu. Örneğin Kürt açılımıyla ilgili yayın- lar gündemde olduğunda bir bakıyorsunuz Türk sorunu diye bir kitap çıkmış. Bir kesim bir konuda kutuplaşınca öbür kutup da kendiliğinden oluşuyor. Geçişkenlik de aynı konuya farklı yüzlerinden bakmak aslında. Bir duvar var arada, Berlin duvarı gibi bir duvar... Bir taraf bir yüzüne bakıyor aynı duvarın, diğer taraf öbür yüzüne, fakat ikisi aynı duvara bakıyor.
Bu geçişkenlik, aradaki duvarı ortadan kaldıran bir geçişkenlik değil. Duvar hem ayırıyor, hem onların ortak noktası haline geliyor. Dini bir konunun sosyal boyutlarıyla tartışılmasında da etnik bir meselenin tartışılmasında da aynı şey oluyor. Fakat aynı konuya bakması iki kişinin, ortak bir bakış anlamına gelmiyor.

KEŞFETYENİ
Dünyanın en güzel kadını seçildi! 'Gençken zaten herkes güzel olur'
Dünyanın en güzel kadını seçildi! 'Gençken zaten herkes güzel olur'

Cadde | 28.04.2025 - 07:01

62 yaşında Demi Moore, ‘Dünyanın En Güzel Kadını’ seçildi.

Yazarlar