Kültür Sanatİçinden edebiyat geçen şehir İSTANBUL

İçinden edebiyat geçen şehir İSTANBUL

28.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yahya Kemal'in "Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer" dediği İstanbul, edebiyat tarihimizde birçok yazara, şaire ilham verdi, onların kalemiyle tekrar tekrar yaratıldı... Ancak İstanbul, Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasıyla birlikte, edebiyatın evrensel zihnine kopmaz bir şekilde bağlandı...

İçinden edebiyat geçen şehir İSTANBUL

İSTANBUL, HORACE ENGDAHL'IN VURGULADIĞI GİBİ, VAZGEÇİLMEZ BİR EDEBİYAT TOPRAĞI. Yoksa başka bir şiir, başka bir roman, başka bir resim mi? Belki Orhan Pamuk'un "İstanbul"unu hatırlıyorsunuzdur artık? Belki de şehrinin melankolisini anlatan yazarın başka başka eserlerini... İstanbul ile birlikte aklınıza ne gelir? Bedri Rahmi gibi siz de Kapalıçarşı'yı mı hatırlarsınız mesela? "İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir / Dokuzuncu Senfoni'yle kolkola / Cezayir marşı gelir / Dört başı mamur bir gelin odası / Haraç mezat satılmakta / Bir gelinle güvey eksik yatakta / Köşede sedef kakmalı tombul bir ut / Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta..." 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Orhan Pamuk, dünyaya Türk dilini ve edebiyatını duyurmakla kalmadı; politik arenada stratejik öneminden, kültürel bağlamda ise 'çoklu' yapısından söz edilen bir kenti de kopmaz bir biçimde edebiyata bağladı. Elbette edebiyat tarihimiz İstanbul'dan beslenen eserleri daha önce de içermekteydi; ancak İstanbul, edebiyatın evrensel zihninde belki de hiçbir zaman bugün olduğu kadar bir yazarıyla özdeşleşmemişti. İsveç Kraliyet Bilimleri Akademisi Genel Sekreteri Horace Engdahl'ın Nobel töreni sırasında yaptığı konuşma, buna işaret. Engdahl, edebiyat tarihinden örneklerle beslediği konuşmasında Nobelli yazar Orhan Pamuk için tam olarak şunları söyledi: "Sevgili Orhan Pamuk, kentinizi Dostojevski'nin Petersburg'u, Joyce'nin Dublin'i ya da Proust'un Paris'i gibi vazgeçilmez bir edebiyat toprağına, dünyanın her köşesinden okuyucuların, kendilerininki kadar güvenilir, yabancı olsa da anında benimsedikleri duygularla dolu, bir başka hayatın yaşandığı yere dönüştürdünüz."İstanbul, edebiyatın evrensel zihninde yer eden bir kültürel odak artık. Hazırladığımız dosyada da göreceğiniz gibi elbette Nobel Edebiyat Ödülü öncesinde de edebiyatımızın beslendiği ana damarlardan biriydi. Ancak ilk kez bugün Engdahl'ın konuşmasında da belirttiği gibi, dünyaca ünlü bir yazarıyla özdeşleşti bu kent... Ve tam anlamıyla bir edebiyat toprağı oldu... EDEBİYAT TOPRAĞI Türk edebiyat tarihinde bazen roman karakterlerinin bazen de doğrudan yazarların yaşamlarının geçtiği kent olarak adı sıkça anılır İstanbul'un. Arşiv geleneğimiz oturmadığından hakkında yazılmış kitapların sayısını bilmiyoruz. Ama Refik Durbaş'ın dediği gibi "Türk edebiyatının; şiirinin, öyküsünün, romanının, denemesinin başkenti..." olan İstanbul hakkında edebiyatın hemen her alanında yazılmış çok sayıda eser olduğu da kesin. Kendisi de eserlerinde İstanbul'a özellikle yer veren Selim İleri'nin 1980'lerin sonunda Milliyet gazetesi için hazırladığı "İstanbul Bir Yalnızlıktır" isimli yazı dizisi, yazarların ve eserlerinin İstanbulu'na detaylı denilebilecek bir bakış sunuyor. İleri, yazı dizisinin girişinde İstanbul ve edebiyat ilişkisini, sanatçının bu ilişkiden duyduğu gururu anlamlı bir kesinlikle özetliyor: "Modern edebiyatımızın öncü yazarları, çağdaş sanatımızın öncüleri değişik nedenlerle İstanbul'u, bu kentin semtlerini, kimi evleri, doğayı ve eşyayı tasvir etmek ihtiyacı duymuşlardır. Bir bakıma hepsi de yaşadıkları kente, o kentin o günkü mimarisine, mimarinin gündelik hayata yön verişlerine tanıklık etmekten gurur duyar gibidirler..." İLERİ'NİN İSTANBUL'U Türk klasiklerinin yaratıcıları, eserleriyle her biri farklı bir sokağını, farklı bir saatini, farklı bir yaşam kesitini büyüteç altına almış; İstanbul'u beslemiş, İstanbul'dan beslenmiş.Tevfik Fikret'in mimari çizimini kendisinin yaptığı ve Yakup Kadri'nin bir 'kuş kafesi'ne benzettiği Aşiyan'daki evi onunla bütünleşmiştir. Ama Fikret için çok sevdiği İstanbul kimi zaman, oğlu Haluk'un başına gelenlerden bile sorumludur. "Sis" şiirinde şöyle yazar şair:"Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!" Peyami Safa'nın "Sözde Kızlar" romanının ana karakteri mütareke yıllarında Anadolu'dan Şişli'ye gelir, buradaki yaşamın farklılığıyla şaşkına döner... Yine Safa'nın "Sokakta Kalan Şair"i Taksim - Galatasaray arasında defalarca kez yürür; cebindeki parayla kalacak bir otel bulamaz, sonra ayrıldığı sevgilisine rastlar, onunla Şişli'ye geçer ama yine de mutlu olamaz...Ya da neredeyse efsane tadında bir anı: İstanbul'un mahalle ve konak yaşamını romanlarında canlı bir şekilde anlatan Hüseyin Rahmi Gürpınar, 31 yıl boyunca yaşadığı Heybeliada'daki evinden sadece bir tek gece ayrı kalır; "Kadın Erkekleşince" isimli piyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Hüseyin Rahmi, ilk temsilden sonra adaya vapur olmaması nedeniyle geceyi Beşiktaş'ta bir aile dostunun evinde geçirir. GÜRPINAR VE HEYBELİADA Halide Edib Adıvar'ın "Sinekli Bakkal" romanının baş kişisi Rabia, İstanbul'da doğup büyümüş, Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde eğitim görmüştür. Halide Edib'in yurt dışındayken kaleme aldığı "Sinekli Bakkal", romana adını veren İstanbul'un bir semtini anlatır; pencerelerinde toprak saksılar olan iki katlı ahşap evlerden oluşan bir semt... Özdemir Asaf'ın "Vapurlar değil, Boğaz'dan geçen; / Boğaz'dan yalılar geçiyor," dediği Boğaziçi'ne Abdülhak Şinasi Hisar, hem mehtaplarıyla hem de yalılarıyla bakar. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'da geçen, bir süre Ayaspaşa'da Boğaz gören bir apartman dairesinde yaşayan Abdülhak Şinasi Hisar "Boğaziçi Mehtapları"nda yitik bir Boğaziçi'ni anlatır; "Boğaziçi'nin Yalıları" ile bugün artık tek tük kalan yalılara bir ziyarette bulunur... Hisar'ın "Fehim Bey ve İstanbul" başlıklı hikâyesinde de İstanbul vardır: "İstanbul o kadar güzel ve öyle müessirdir ki onu, bir ömür boyunca, bir sevgili gibi tatmamaya imkân yoktur. İstanbul'un öyle esrarlı bir nur ile aydınlık günleri olur ki bunlarda sanki bir güzellik haznesinin bütün gizli mucizeleri mahfazalarından soyunarak, hayran gözlerimiz karşısında gösterişli bir geçit resmi yapıyor sanılır." YİTİK BİR BOĞAZİÇİ Ahmet Hamdi Tanpınar'ın İstanbulu sürprizlidir. Tanpınar'ın şu sözlerine katılmamak herhalde mümkün değil: "Birdenbire hiç beklemediğiniz bir yerde mermer bir çeşme aynası veya kapı çerçevesi, iyi yontulmuş taştan beyaz bir duvar size gülümser. İki servi, bir akasya veya asma, küçük ve üslupsuz bir türbe, yahut küçük bir bahçe sanacağınız bir mezarlık orada tatlı bir köşe yapar." Prof. Dr. Nüket Esen, "Tanpınar'ın İstanbul'u hem tarih kokar hem de estetiktir. Tıpkı Yahya Kemal'inki gibi," diyor. Özellikle de yazarın "Huzur" isimli eserine dikkat çekiyor. Halit Ziya Uşaklıgil Eyüp tepelerini; Necip Fazıl Kısakürek Kapalıçarşı'daki düdük seslerini anlatır... Ve tabii ki Midhat Cemal Kuntay'ın "Üç İstanbul"u.... "Anadolu ve Rumeli ufkun iki ucunda yanan iki ahşap konak gibiydi... Doksanüç Harbi'nde muhacirin, Edirne'de gömleği, Ayastefanos'ta eti, İstanbul'da derisi yoktu" der Kuntay... İstibdat İstanbul'u, Meşrutiyet İstanbul'u ve işgal İstanbul'u, romanın işaret ettiği "3"e karşılık gelir."İşgal" İstanbul'u romanımızın gündeminden uzağa düşmüştür. Prof. Dr. Esen, Kurtuluş Savaşı yıllarında edebiyatımızda İstanbul'un yeri için şunları söylüyor: "Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul, sahnenin dışına kayan yerdir. Kurtuluş Savaşı ile birlikte Anadolu ve Ankara merkezli romanlar yazılır; İstanbul, payitahtın olduğu yerdir çünkü. İstanbul bu dönemde gözden düşmüştür bir diğer ifadeyle." TANPINAR'IN BAKIŞI Hem tiyatro yazınımızda hem de edebiyatın hikâye, fıkra gibi alanlarında verdiği ürünlerle okurun dimağında unutulmaz tadlar bırakan Haldun Taner'i anmadan geçmek olmaz. En ünlü hikâyesi "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu"da ve başka pek çok hikâyesinde İstanbul'u, İstanbul'un küçük insanlarını ve 'büyük' meselelerini anlatan Haldun Taner, bu anlatılarda mizah unsurunu da hiçbir zaman elden bırakmaz. "Sokağından gemiler geçer, balıkları toprağa oturmuş, uğultusu dinmez. Güzel ki, bir masal, masal..." diye tarif eder İstanbul'u kafa kağıdı 13, kendi 8 yaşında olan Bünyamin. Ama yanıt gecikmez: "Oğlum düdük, buranın her yanı deniz ve tepedir. Bunu böyle belle. Sokaklarından da gemi geçmez. Manyak Allahıma bu kereviz be...""Ah Güzel İstanbul"un yazarı Füruzan, "Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Kent" isimli bu öyküsünde sabahın beş buçuğunda, kışın ortasında sokaktan toplanan çocukları, çocuk hırsızlarını anlatır; bir "garipler kenti"dir bu kurguda İstanbul. Adı ve romanları akla önce Çukurova'yı getiren Yaşar Kemal de İstanbul'a, İstanbul'un karmaşasına yazarlık deneyiminde yer verenlerden. "Deniz Küstü" romanında büyük kentin karmaşasını, insanlarının denizden uzaklaşmasını, kente yabancılaşmasını ve doğanın yok oluşunu anlatır yazar. Latife Tekin'in özellikle "Sevgili Arsız Ölüm" ve "Buzdan Kılıçlar" romanlarında farklı bir İstanbul anlatısıyla karşılaşırız. Gecekondular ve fabrikalar çıkar bu romanlarda karşımıza. Yazarın ilk romanı olan "Sevgili Arsız Ölüm" bir göç ve büyüme hikâyesi olarak Dirmit'in koca bir kenti ele geçirişini anlatır. Okurun bu romanda gördüğü İstanbul, çatılardan seyredilen ve ufku derme çatma 'kondu'larla sınırlandırılmış ama büyüklüğü ve ışıltısı hissedilen bir İstanbul'dur. "Buzdan Kılıçlar"daki İstanbul ise odağında fabrikaların, işçilerin ve işsizlerin olduğu bir İstanbul... Parayı bulmayı hayal eden, bunun için İstanbul'un her türden bilgiye, malzemeye ve hizmete açık yapısından yararlanılabileceğini keşfeden yoksulların kentidir İstanbul bu romanda.Elbette Metin Kaçan'ın "Ağır Roman"ı... Kabadayıların, pavyon mesailerinden yorgun düşen konsomatris kadınların düştüğü Kolera Sokağı... Şebnem İşigüzel'in İstanbul'u, kadınlar için biraz tehlikelidir. Taksim'de parkta sabahlayan ve buradaki tecavüzle yeni hayatına adım atan roman kahramanının İstanbul'daki mekânı, 'çöplük'tür. İşigüzel, bize İstanbul'un çöplüklerini anlatır. YOKSULLARIN KENTİ Bir başka tehlikeli İstanbul manzarası da Ahmet Ümit'ten. Ümit'in İstanbul'u tehlike ve kan kokar. Ama "Beyoğlu Rapsodisi" isimli kitabında okuru karşılayan tek şey, kötü kokular olmaz. Ümit, okuruna Beyoğlu'nun bilinmeyenini gösterir. Karakterlerini Beyoğlu'nda dolaştıran yazar, onları ara sokaklara sürükler, Hacı Abdullah'ta yemek yedirir, hanların içinden geçirir, sürpriz yapılarla karşılaştırır. Mimarlık okuyan ve ilgi alanı da Beyoğlu mimarlığı olan roman kahramanı, hem romanın beyaz Rus karakterine hem de okura Beyoğlu hakkında bilgiler verir. Beyoğlu'nun şiddetini en iyi anlatan isimlerden biri de kuşkusuz küçük İskender. Bazen doğrudan yer adlarına yer vermemiş bile olsa, şairin sözünü ettiği yeri gözünüzde canlandırabilirsiniz. "Ağır Roman" şiiri Tarlabaşı'dır mesela... Peki "Gazete İlanı" isimli şiirdeki 'istiklal' çift anlamlı değil mi? "Yıkıl ey şehir! yol ver yılanıma! bana içki sun efsunlu istiklal! Bu gece içimde deli fişek bir hüzün! bu gece içimde alkolün güvertesi!Bu gece içimi içine al!" İSTANBUL'UN YOSMASI Ancak Beyoğlu sadece bizim edebiyatımıza esin kaynağı olmakla kalmamış, ünü çok ötelere yayılmış. Abidin Dino'nun "Pera Palas" isimli kitabından alıntıyla aktaracak olursak, Agahta Christie'nin Pera Palas'ı, Hercule Poirot'nun ise Tokatlıyan Oteli'ni tercih ettiği Beyoğlu, "Meyhaneleri, tabla tabla yemişleri ve rengârenk balıklarıyla, tepeden tırnağa anason, karanfil ve ızgara et kokan Çiçek Pasajı, Osmanlı evrenselliğinin genel karargâhıdır. Burada tüm kavimler birbirine karışır, aynı masalara oturan müşteriler, ellerinde rakı kadehleri, harika şiirler okurlar birbirlerine..." şeklinde de nitelenebilecek sınırları ülke sınırlarını aşmış bir kenttir. Belki de bu nedenle Roni Marguieles, "İstanbul'un Yerlileri" isimli anlatısında İstanbul için "ülke" der: "Garip bir ülkedir İstanbul. Kimdir burada yaşayanlar, kimler yaşamış da artık yok, kimler yaşayacak, izin vermez bilinmesine bunların. Gelenler kendi istekleriyle gelirler gerçi, ama hep bilir ki İstanbul bunlar da gidici, bunların başkaları gelecek yerine. "Her gelenin giderken geride bıraktıklarını kendi keyfince harmanlar İstanbul, bir kısmını öğütür yok eder, çok daha önemli kısmını korur ama kendi istediğince yeniden şekillendirir; her gün, her yıl, her çağ yeni bir bütün oluşturur. İstanbulluluğunu korur, ama yeni bir ülkedir her gün." Marguiles, herkesin yabancı olduğu bu kentte kendisini çok daha iyi hissettiğini belirtir bu anlatının sonunda: "Anavatanım İstanbul'da hepimiz yabanıcıydık. Yabancılar arasında yaşamayı seviyorum ben, vatandaşlar arasında değil." Herkesin yabancı ama yine de 'tanıdık' olduğu İstanbul'da, bu çoklu kültür ortamından söz eden edebi eserler de var elbette. Sözgelimi Nazlı Eray'ın "Mösyö Hristo" isimli öyküsü... Mösyö Hristo, bir sabah kuş olup, kapıcısı olduğu Şişhane'deki apartmandan Kuledibi'ne doğru uçmaya başlar. Yüksekkaldırım'ın üstünden Tünel'e, Tünel'den tekrar Beyoğlu'na doğru uçarken, Taksim Sineması'nın afişine bakar, Tepebaşı Gazinosu'ndan yükselen Perihan Sözeri'nin şarkılarını dinler ve en sonunda yorulup evine, Madam Marina'ya geri döner. ANASON VE KARANFİL Türk edebiyatındaki İstanbul konulu eserlerin peşine düşen pek çok edebiyatçı, pek çok araştırmacı olduğunu biliyoruz. Kimi, hazırladığı tematik seçkilerle edebiyatımıza katkıda bulunurken, kimi isimler de neredeyse 'arkeolojik' çalışmalarla çıkmıştır karşımıza. Sözgelimi Hilmi Yavuz. Yazarın hatırat türündeki kitabı "İstanbul Yazıları", 1980'lerin sonu ile 90'ların ilk yarısı arasında kaleme alınmış yazılardan bir derleme niteliğinde. Yavuz, bu yazılarının bir bölümünde, 2006'da doğumunun 100. yılı kutlanan Sait Faik'in kent için bıraktığı şifreleri çözmeye adıyor kendisini. Hilmi Yavuz, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde Sait Faik anısına düzenlenen bir sempozyumda deneme yazarı Cihat Zafer'in "O, insan üzerinden İstanbul'u, İstanbul üzerinden de insanı anlatmaktadır," dediği, okuruna İstanbul'u adeta sokak sokak gezdiren Sait Faik'in öykülerinde karşılaştığı yer adlarının peşine düşüyor. Ya da Yahya Kemal'in, Nedim'in şiirlerinde geçen yer adlarını yine edebiyat tarihinden de yararlanarak araştırıyor. Hilmi Yavuz, Yahya Kemal'e ait olan bir gazeldeki yer adının izini yorulup üşenmeden sürüyor: "O şuh ağlar bugün kasr-ı Şerefâbâde geldikçe O nûşanûş demler hâtır-ı nâşade geldikçe"Hilmi Yavuz'un sorusu belli: Şerefâdâb nerededir? 18. yüzyılın ilk yarısında Üsküdar Şemsipaşa civarına yaptırılan Şerefâdâb'dan bugün eser yok. Ama Hilmi Yavuz'un da belirttiği gibi Yahya Kemal'in gazelleri, şiirleri hâlâ dimdik ayakta. EDEBİYATIN SAKLI KENTİ İstanbul, üzerine en fazla şiir yazılmış kent değilse de, üzerine yazılmış şiirlerin en fazla bilindiği kentlerden biridir kuşkusuz. Şairlere bitmek bilmez bir ilham kaynağı olmuştur. Bazen romantik, bazen karanlık, bazen sert ve hatta kanlı, bazen aşk doludur İstanbul şiirlerde... Behçet Necatigil, "Barbaros Meydanı" isimli şiirnde bir ana kızın peşine düşer; "Biliyorum, ayıp ve manasız / Ama peşlerinden gidiyorum / Gezmeye çıktıkları vakit / Ana kız. / Utanır da belki / Anasının sırtındaki / Yeldirmeden, / Kız bir adım önde gider / Sezdirmeden. / Beşiktaş'ta Barbaros meydanı / Sağı anıt, solu türbe / Ortası kare şeklinde, / Parkıdır yoksulların / Bilhassa yaz ayları..."Nâzım Hikmet, "Beyazıt Meydanı'ndaki Ölü"den bahseder: "Bir ölü yatıyor / on dokuz yaşında bir delikanlı / gündüzleri güneşte / geceleri yıldızların altında Beyazıt Meydanı'nda. / Bir ölü yatıyor / ders kitabı bir elinde / bir elinde başlamadan biten rüyası / bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında Beyazıt Meydanı'nda. / Bir ölü yatıyor / vurdular / kurşun yarası / kızıl karanfil gibi açmış alnında Beyazıt Meydanı'nda. / Bir ölü yatacak / toprağa şıp şıp damlayacak kanı / silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip / zaptedene kadar / büyük meydanı..." ŞAİRLERİN İLHAM PERİSİ Turgut Uyar, "Bir Gün Sabah Sabah" sevgilisini görmek ister: "Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, / Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım.. / Ver elini Haydarpaşa demişiz, / Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl, / Hava hafiften soğuk, / Deniz katran ve balık kokulu / Köprüden kayıkla geçmişim karşıya, / Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu... / Bir gün sabah sabah kapıyı vursam, / -Kim o? dersin uykulu sesinle içerden. / Saçların dağınıktır, mahmursundur. / Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim..." Attila İlhan, her zamanki gibi sözünü esirgemez, biraz da sert çıkar. İstanbul'la kavga eder gibidir: "Eğer sen yine İstanbulsan / Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan / Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp / intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan / Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlıyan..." AŞK VE KAVGA Edebiyat tarihimiz içinde çeşitli dönemlerde ve çeşitli türlerde yazarların konu edindiği İstanbul, Tanzimat edebiyatında da, yazınımızın biçim ve içerik anlamında daha modern bir görünüme ulaştığı Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Funun) döneminde de, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminde de yazarların gündemine girer. Her dönemde yazarların tezgâhında, kentin tema olarak yoğunluk ölçüsü farklıdır kuşkusuz. Ama denilebilir ki İstanbul, Türk edebiyatının değişmez mekânlarındandır. İstanbul'un, Prof. Esen'in de vurguladığı gibi, işgal döneminde edebiyatın gündeminden düşmüş olması bile bu gerçeği değiştirmiyor; işgal döneminde de öyle ya da böyle İstanbul mekândır edebiyata. Özetle edebiyat ve İstanbul bir dosya konusundan çok başlıbaşına bir kitap teması; kalınca hem de... Belki de cilt cilt. Biz, bu dosya ile tüm dönemlerin ve tüm duyguların İstanbulu'ndan çok küçük bir kesit sunmaya çalıştık; tarih boyunca kültürel ve siyasal açıdan merkezi konumu vurgulanan bir şehrin ışığını elimizden geldiğince yansıtmak istedik. Eksiklerimiz de sizlerin ve İstanbul'un hoşgörüsüne emanet. HER DÖNEMİN MEKÂNI İSTANBUL İÇİN NE DEDİ? İstanbul, benim bütün hayatımı geçirdiğim yer. Onunla ilişkim ne bir aşk - nefret ilişkisiyle açıklanabilir ne romantik bir 'benim şehrim' belagatine indirgenebilir ne de 'malzeme' kelimesine... Burada özellikle 'malzeme' kelimesiyle anlatıcıyla ele aldığı konu arasındaki yararcılık ilişkisini anlatıyorum. İstanbul ile olan ilişkim, ailemle ya da kendi vücudumla olan ilişkime benzer. Kendimi ondan ayıramam. Ailem nasıl öfkelerimi, mutluluklarımı, ruhumu belirlemişse, beni ben yapmışsa, şehir de beni ben yapmıştır. "Ben şehrin dışındayım ve ona malzeme olarak bakıyorum; başka bir şehir de olabilirdi," değildir benim şehre bakışım. Başka bir şehir de olabilseydi, başka bir insan olurdum. Şehir o anlamda benim uzantımdır; ben, şehrin uzantısıyım. Birbirimizle aramızda böyle bir bütün olma hali var. Onun için ona dışarıdan bakıp konuşmak mümkün değil benim için. "İSTANBUL BENİ BEN YAPTI!" İSTANBUL İÇİN NE DEDİ? Yazarlık yaşamı boyunca yetmeyecek bir malzeme. İyiliği, kötülüğü ve her şeyiyle tuhaf bir cazibesi var bu kentin. İstanbul üzerine yazılmış pek çok kitabım olmakla birlikte, doğrusu İstanbul üzerine kitaplar yazmak aklımda olan bir şey değildi; ama İstanbul bana, beni çok mutlu kılan okurlar kazandırdı. Bu bakımdan da İstanbul'a şükran borçluyum. "İSTANBUL'A ŞÜKRAN BORÇLUYUM" İSTANBUL İÇİN NE DEDİ? İstanbul hiçbir zaman bir mutfağa girip lezzetli bir yemek yapmak için gerekli malzemelerini tezgahın üstünde hazır etmedi benim için. Tam tersine, sanki benden önce çok fazla kullanılmış, darmadağın edilmiş ve hatta biraz da yıpratılmış bir mutfak tadında bir şehir benim için. Ama aceleye gelmezse, o mutfak bir zaman sonra insanın sığındığı bir eve dönüşebilir. Ayrıca dağınıklık da estetik olabilir. İçinde oryantalizm, mistisizm, Batı ve Doğu var çünkü... "İNSANIN SIĞINDIĞI BİR EVE DÖNÜŞEBİLİR" TÜRK ŞİİRİNDE İSTANBUL Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtına keyfince kurul! Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. Başka Bir Tepeden Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. .... Ceviz Ağacı İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalıÖnce hafiften bir rüzgar esiyor;Yavaş yavaş sallanıyorYapraklar, ağaçlarda;Uzaklarda, çok uzaklarda,Sucuların hiç durmayan çıngıraklarıİstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;Kuşlar geçiyor, derken;Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.Ağlar çekiliyor dalyanlarda;Bir kadının suya değiyor ayakları;İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;Serin serin KapalıçarşıCıvıl cıvıl MahmutpaşaGüvercin dolu avlularÇekiç sesleri geliyor doklardanGüzelim bahar rüzgarında ter kokuları;İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;Başımda eski alemlerin sarhoşluğuLoş kayıkhaneleriyle bir yalı;Dinmiş lodosların uğultusu içindeİstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir yosma geçiyor kaldırımdan;Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.Birşey düşüyor elinden yere;Bir gül olmalı;İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum;İstanbul'u dinliyorum. İstanbul'u Dinliyorum Roman, öykü ya da şiir... Türü ne olursa olsun, içinde İstanbul'un sokakları, insanları ve ruhu olan kitaplardan küçük bir seçki... İSTANBUL SEÇKİSİ "Sultan Hamid Düşerken", Nahit Sırrı Örik, Oğlak Yayınları "Fatih - Harbiye", Peyami Safa, Alkım Yayınları "Yol Ayrımı", Kemal Tahir, İthaki Yayınları "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi", Ziya Osman Saba, Alkım Yayınları "Vassaf Bey", Memduh Şevket Esendal, Bilgi Yayınları "Bit Palas", Elif Şafak, Metis Yayınları "İstanbul Bir Masaldı", Mario Levi, Doğan Kitap "Yüksek Topuklar", Murathan Mungan, Metis Yayınları "İki Genç Kızın Romanı", Perihan Mağden, Merkez Kitap Roman "Üsküdar'da Sabah Oldu", Rıfat Ilgaz, Çınar Yayınları "Bizans'tan Günümüze İstanbul Şiirleri", Hazırlayan: Enver Ercan, Alfa Yayınları Şiir "Ah Güzel İstanbul", ("Kuşatma", YKY) Füruzan "Bütün Hikâyeleri", Sait Faik Abasıyanık, YKY "Yaşadığım Boğaziçi", İffet Evin, İletişim Yayınları "Öykülerde İstanbul", Hazırlayan: Semih Gümüş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları "Öykülerde İstanbul", Hazırlayan: Refik Durbaş, Altın Kitaplar "İstanbul Büyüsü", Demir Özlü, Can Yayınları "İstanbul'un Gözleri Mahmur", Melisa Gürpınar, Can Yayınları Öykü