Kültür SanatHer şeyi anlatıp ölmek istiyordum

Her şeyi anlatıp ölmek istiyordum

03.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

“Peki nasıl anladın?”

Her şeyi anlatıp ölmek istiyordum

 

“Her şeyi bugün çözdüm kafamda. Doktor arkadaşım Kenan’ın attığı mesaj kafamda bazı şeyleri yerli yerine oturttu. Yönetici evin Aylin Akbaş’a ait olduğunu söyleyince iyice emin oldum. Yasemin’in cesedinin bulunamaması, intihar mektubunda Sadık Girit’in ‘herkes oğluma kızıma canı gibi baksın…’ şeklinde bir cümle kurması, kızın görme bozukluğu, evde bulduğum broşürün görme bozukluğu ile ilgili olması, Sedat’ın senin de gördüğün gibi naif kişiliği, yani böyle bir mandalina tutkununun katil olamayacağı düşüncesi… Tüm bunlar kızın hayatta olduğu gibi bir kanı oluşturdu bende… Zaten kuşkum vardı, bugün o kuşkumun doğruluğunu anlamış oldum. Bir de Ömer Akbaş ve Kasım Topçu öldürüldüğünde bahçede duyduğum ama pek önemsemediğim bir konuşma aklıma gelmişti. O konuşmada Kasım Topçu’nun yakını iki kadın, çökmüş durumdaki eşine doğru bakarak aralarında konuşuyorlardı. Kadının biri, ‘Bir gün bir de baktık kızları varmış meğerse. Oysa çocukları olmuyordu diye biliyorduk,’ diyordu. Önce başkası için Kasım Topçu için konuştuklarını sanmıştım, çünkü onun da bir kızı vardı. O kız da sonradan öğrendiğim kadarıyla evlatlıktı. Onun hakkında konuşuyorlar sanmıştım. Yine de kadına sormak istemiştim ama o zaman savcı çağırmıştı sanırım, sonra da içeri girmek zorunda kaldım. Kaynadı gitti. Neden sonra tekrar o konuşma aklıma gelmişti.”

Haberin Devamı

“Seni bir kez daha kutluyorum Ayvaz. Ama şimdi anlaşılan Aylin’i yani gerçek adıyla Yasemin’i bulmamız gerekiyor.”

“Yasemin’in burada olduğunu sanmıyorum.”

“Nerede peki?”

“Londra’da. Burada olsaydı babası öldüğünde gelirdi.”

“Yani sonuç olarak David’i de bu iki kardeş mi öldürdü?”

“Hiç şüphen olmasın. Ama şu Arif Efendi’nin mektubunu da artık okumamız gerekecek sanırım. Belki o mektupta karanlıkta kalan birçok soruya da yanıt bulabiliriz.”

“Ee, okuyalım o zaman, ne bekliyoruz?”

Tabii bu mektuptaki yazının Arif Ayan’a ait olup olmadığı da incelenecekti. Ben mektubun fotoğrafını çekmiştim. Mektubu çektiğim o fotoğraftan okumaya başladım. İmla hatalarından ve cümle bozukluklarından oldukça zor okunan bir mektuptu. Ama yine de bir şekilde okunuyordu. Mektup sadeleştirildiğinde ve düzeltildiğinde yazılanlar şöyleydi.

Haberin Devamı

***

“Sevgili oğlum Sedat,

Bu mektubu okuduğunda sevgili oğlum, büyük ihtimalle hayatta olmayabilirim.  Bildiğin gibi babanın yanında uzun yıllar çalıştım. Babanla sadece patron işçi değildik, çok da iyi arkadaştık. Sonra bahçe satılınca yeni sahibi Ömer Akbaş, beni bırakmak istemedi. ‘Sen de bizimle çalış, bize yardımcı ol. Aldığın ücretin aynısı sana veririm,’ dedi. İşe ihtiyacım olduğu için mecburen çalışmak zorunda kaldım. Mandalinaların yetiştirilmesinde ona yardımcı oldum.

Bu arada Ömer Bey’in bazı arkadaşları bahçeye gelip gitmeye başlamıştı. Evde oturuyorlar, yemek yiyorlar ve saatlerce konuşuyorlardı. Bir tür ortaklık kurmak istiyorlardı. Onlar Ömer Bey’in askerde tanıdığı arkadaşlarıydı. Şevki, Metin ve Orhan’dı isimleri. Bir gün yine onlar bahçede masa kurmuş otururlarken, babacığın yanında kardeşin Yasemin ile birlikte elinde bir çanta ile ansızın çıkageldi.

Ve Ömer Bey’den bahçesini geri almak istediğini söyledi. Ancak Ömer Bey satmaya yanaşmadı. Baban üsteleyince birden kızıp babana bir tokat attı. Baban da onun suratının ortasına bir yumruk atarak karşılık verdi. Bu arada kardeşin ağlamaya başladı. Gözleri iyi görmediği için babanın sesini duymuş, ‘Baba baba!’ diyerek ağlıyordu zavallıcık. O sırada Nevin Hanım dışarı çıkıp kardeşini içeriye götürdü. Nevin Hanım, Ömer Bey’in tam tersi çok iyi bir kadındı. Böylece iki adam kavgaya tutuştu. Bu sırada kahya Kasım ile o sırada bahçede bulunan diğer arkadaşları Şevki, Orhan ve Metin babanı tutunca, Ömer Bey babana ardı ardına yumruk, tekme atmaya başladı. Ben, ‘Yapmayın, etmeyin!’ diyerek araya girince vurmayı kestiler. Sonra babanı alıp bahçede depo olarak kullanılan binaya götürdüler. Babanın çantası yere düşmüş, içindeki paraların da birazı saçılmıştı. Kasım onları toplayıp çantaya koydu ve Ömer Bey’e verdi. Sonra depoya gidip, ‘Ne oluyor?’ diye kapı aralığından baktım. Babanın önüne bir kalem bir kağıt koymuşlar, ‘Ailen için bir şeyler yaz, belki aileni hiç göremeyebilirsin. Eğer kızının hayatta kalmasını istiyorsan, onlara veda et bakalım haydi! Yoksa kızını gözlerinin önünde lime lime ederiz,’  diyorlardı. Baban da çaresiz düşüne düşüne yazıyordu. Ömer Bey beni bakarken görmüştü. Sonra yanıma geldi. ‘Bak Arif Efendi, bu densize bir daha bizi rahatsız etmeyeceğine dair yazı yazdırıyoruz. Başımıza dert olmasın, efendi efendi gitsin’ diye dedi. Gece olunca Kasım ve iki adamı babanı bağladılar ve bir kamyona bindirip götürdüler. O sırada baban hala hayattaydı. Sonra bir torbanın içine kardeşinin giysilerini koydular. Sonra o torbayı kamyona babanın yanına bıraktılar. Ben o zaman kötü şeylerin döndüğünü anlamıştım. Nevin Hanım kardeşini içeri soktuktan sonra da onu bir daha hiç görmedim. Sonradan duydum ki o da ölmüş.

Haberin Devamı

Sonra Ömer Bey gece yanıma gelip, ‘Eğer bu gördüklerini gidip bir yerlerde anlatırsan sana bu dünyayı dar ederim. Aileni, çoluğunu çocuğunu öldürürüm. Eğer ailenle mutlu yaşamak istiyorsan, bu gördüklerini unutacak ve hiç kimseye anlatmayacaksın. Anlaşıldı mı?’ dedi. Ben de çok korkmuştum. Kendim için değil ama aileme bir şeyler yaparlar diye…

Haberin Devamı

Kimseye bir şey söylemedim. Zaten beni hep o Kasım ve adamları gözaltında tuttular. Beni devamlı takip ettiler. Kasım ve adamları bir gün evime gelip, ‘Sakın ha! Bir şey söylemezsen ailen ve sen hiçbir şey olmadan rahat rahat yaşarsınız. Yoksa hepinizi yok ederiz,’ diyerek tehdit ettiler. Yapacak bir şeyim yoktu. Gidecek bir yerim de… Bir gün yine Ömer Bey, yanıma gelip, ‘Bu adam deli, onu gece vakti bıraktık. Ama adam gitmiş kızıyla birlikte kendini öldürmüş. Yazık oldu, acıdım Sadık Bey’e…’ dedi pişkin pişkin. Oysa onu onların öldürdüklerinden adım gibi emindim ama bir şey söyleyemedim. Sonra bana zorla para verdiler. Oğlumu okuttular, yeni bir ev aldılar. Eğer reddetseydim benden çekinip beni de öldürebilirlerdi. Ben de sessiz kaldım bunca yıl. Sonra Ömer Bey, müteahhitlik yapmaya başladı. Burayı siteye çevirdi. Site yapmadan önce de burada o arkadaşlarıyla birlikte gizli bir kazı yaptılar. Duyduğuma göre hazine bulmuşlar. Kimseyi sokmuyorlardı kazı alanına, yani site alanına. Bir de İngiliz olduğunu öğrendiğim yabancı bir adam yanında birkaç kişiyle gelip gidiyordu. O yabancı adamı Şevki Bey getirip tanıştırmıştı Ömer Bey’le. O adam arkeologmuş. Ömer Bey ondan sonra çok zengin oldu ve müteahhitlik yapmaya başladı.

Haberin Devamı

Sonra bir gün bu Ömer Bey arkadaşlarıyla tartışmaya başladı. Metin adındaki arkadaşı, ‘Bana payımdan daha azını verdin. Hakkımı yedin, lanet olsun sana. Hepinize lanet olsun, böyle mi konuşmuştuk. Üstelik sen burayı o İngilizin parasıyla aldın sahtekar herif!’ diye bağırıyordu.

Diğerleri de, “Biz de payımızdan az aldık,’ dediler. Metin de o zaman onlara, ‘Yalancılar sizi, hepinize göstereceğim,’ dedi. Sonra Ömer’e dönüp, ‘O Sadık denen zavallı adamı öldürdün. Sesimizi çıkarmadık, üstelik sana suç ortaklığı yaptık. Bize bu kalleşliği mi yapacaktın?’ diye tekrar bağırmaya başladı. Sonra hepsinin araları bozuldu; ortaklık da bitti. Bir daha onları birlikte hiç görmedim. O kavga son görüşmeleri olmuştu.

Bunlar ilk günlerde kendilerine bir kare as adını vermişlerdi. Bodrum’u aralarında paylaşmışlardı. Orhan sinek ası Turgutreis’te, Şevki maça ası Ortakent’te, Metin de karo ası Yalıkavak’ta müteahhitlik yapacak, birbirlerine destek olacaklardı. Ömer Bey de kupa ası olarak Bitez, Gümbet ve Bodrum’un merkezini almıştı. Sonra sitedeki evleri satınca kendine Bitez’de çok büyük bahçeli bir ev aldı. Bir tür malikaneydi. Tabii bu kaçakçılık işinden de çok büyük paralar kazanmıştı. Üstelik arkadaşlarını bile kazıklayarak. Zaten fazla da birbirlerine destek olmadılar zaman içinde dostlukları da bitti.

Ömer Bey beni de yanına aldı bahçe işleriyle ilgilenmem için. Beni bırakmıyor gözetim altında tutmaya devam ediyordu. Zaten beni yanına almasının asıl sebebi beni gözetim altında tutmaktı. ‘Neden seni de öldürmedi o zaman?’ diyeceksin belki. Onun da nedeni var. Yıllar önce babam, Ömer Bey’in babasını denizde boğulmaktan kurtarmış. Tekneyle sünger avlamak için açılmışlar. Ancak Ömer Bey’in babası dalmış ama çıkmamış, vurgun yemiş. Onun üzerine babam suya atlayarak babasını ölümden kurtarmış. Bunu babası hiçbir zaman unutmadı.

‘Hayatımı sana borçluyum,’ der dururdu babama. Ömer Bey de babasını çok sever ve sayardı. O da bu hikayeyi iyi biliyordu. O nedenle bir vicdan borcu gereği beni öldürmedi. Yoksa neden benim gibi çok bilen bir adamı yanında tutsundu ki? İleriki satırlarda yazacaklarımla bunu daha iyi anlayacaksın.

Neyse aradan yıllar geçti. Sonra bir gün bahçeye genç bir kız geldi. Ömer Bey ile Nevin Hanım bu kızın kendi kızları olduğunu, adının da Aylin olduğunu, Londra’da eğitim gördüğünü söylediler. Kız yurt dışında okuyormuş. Bildiğimiz kadarıyla onların çocukları olmuyordu. Bu kız nerden çıkmıştı böyle? Sonra kafama dank etti. Kıza dikkatle bakınca onun Yasemin olduğunu anlamıştım ama emin de olamıyordum. Gözleri de düzelmiş, çok iyi görüyordu. Kız hem okuyor, hem de spor yapıyordu. İyi bir yüzücü olmuş, derecelere bile girmişti. Hatta bir spor dalı vardı, modern pentatlon. Eskrim, yüzme, binicilik, atış ve koşu kategorilerinden oluşuyordu yanılmıyorsam. Bu kız bu dalda da başarılı dereceler elde etmişti. Hatta Uzakdoğu sporu olan aikidoyu da iyi bilen bir kızdı. Çok soğukkanlı bir sporcuydu.

Ömer Bey yine yanıma gelip sakın kızın kafasını karıştırma, onu biz evlatlık olarak aldık ama bunu kimseye söyleme. Fazla bilinsin istemiyoruz demişti.

Bu süre içerisinde ben karımı kaybetmiştim. En büyük tesellim oğlum Umut’tu. O da okumuş inşaat mühendisi olmuştu. Sonra Yeşim adında çok cici bir kızla evlendi. Kız hamile kalmıştı. Bir torunum dünyaya gelmişti. Bir gün vicdanım çok rahatsız olmuştu. Senin de Bodrum’da hatta Bitez’den bir yer aldığını ve yakınımıza geldiğini öğrenince dayanamayıp evine gelip sana her şeyi anlatmak istemiştim. Ama Kasım ve adamları beni takip etmiş, senin evine doğru geldiğimi görünce yolumu kesmişlerdi. Sonra vazgeçip geri dönmek zorunda kalmıştım. Birkaç gün sonra Umut biricik oğlum bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Depremde kaybettiğim kızım, damadım ve torunumdan sonra oğlumu da kaybetmiştim. Yıkılmış ve hayata küsmüştüm. Ben onlar için bunca yıl vicdanı rahatsız birisi olarak yaşamıştım ama artık ne karım, ne kızım, ne de oğlum vardı. Her şeyi anlatıp ölmek istiyordum…

ARKASI YARIN...